FRANKFURT
Frankfurt gerçekleşen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliğinde kadınlara yönelik muhafazakar ve aşırı sağ politikaların aile üzerinden mutfak, din ve çocuk kavramlarıyla uygulamaya konulduğuna dikkat çekildi.
Frankfurt Halkevi’nin düzenlediği 8 Mart etkinliğinde Mira ve Ella kadın hakları ve uluslararası kadın hareketi konusuna yer verdiler. Bülent Yavuz da Almanca ve Türkçe’deki kadın karşıtı ifadeleri tek tek saydı. İbrahimi dilerdeki Havva ve Adam hikayesinin kadını yasak elmayı erkeğe veren figür olarak tanımladığına dikkat çeken Yavuz, Türkçe’deki adam sözcüğünün ise ‘insan’ anlamında kullanıldığını ve buna bağlı terimler üretildiğini söyledi. Kadını aşağılayan, “kızını dövmeyen dizini döver” gibi çok sayıda sözcük ve terime de dikkat çeken Yavuz, kadının evlenmesini ‘kocaya varmak’ olarak tanımlandığını belirtti. Yavuz Almanca’da da kadını aşağılayan sözcüklerin olduğunu söyledi.

“Büyük bir kadın nefreti var”
“Yeniden üretim, toplumsal cinsiyet ve aşırı sağın yükselişi” konusunda bilgi aktaran, konunun uzmanı Dr. Eylem Çamuroğlu Çığ da kapitalizmin başlangıcından bugüne beden politikalarında bir süreklilik görüldüğünü söyledi.
Dr. Çamuroğlu Çığ konuşmasında, “Bugün aşırı sağın yükselişe geçtiği, herşeyin birbirine girmeye başladığı, ama çok net erkeklik kavramının tekrar tekrar gündeme geldiği, Trump gibi, Erdoğan, Macaristan’da Orban, Hindistan’da Modi gibi bir çok erkek figürünün hem de yönetici olarak feminizme saldırarak muazzam bir kadın nefretiyle geldiklerini görüyoruz. Kapitalizmin bu aşaması, neoliberalizmin bu evresi, özel sektörcü, piyasacı, ‘herşeyi özelleştiririm’ diyen kapitalizmin şimdiki evresi 80’lerin tamamlanmasıdır. Karşı devrimin son aşamalarına gelmiş gibi görünüyoruz. Bu nedenle bütün hatlar saldırı altında, bu nedenle tek bir coğrafyada değil. Sadece Afganistan, sadece Türkiye değil. Hepsinin ortak noktası muhafazakarlık, ırkçılık, aşırı milliyetçilik, maçoluk ve antifeminist bir söylemdir. Coğrafyalara özgü olmayan din de ortak özellik. Türkiye’de İslam, Hindistan’da İslam karşıtlığı, Avrupa’da da yine İslam karşıtı Hristiyan versiyonları. Hepsinin ortak noktaları aileci olmaları, aile söylemine geri dönmeleri. Kadın cinsiyet olarak ortadan kalkar. Nasyonal Sosyalizm’de üç kavram vardı. Mutfak, kilise ve çocuklar (Küche, Kirche, Kinder) aynısı bu aile söyleminin içerisinde yer alıyor” ifadelerine yer verdi.
Eşitsizlik farklı kimliklerle katlanıyor
Eşitsizliğin tek bir eksende yaşanmadığını vurgulayan Dr. Çamuroğlu Çığ, “Bunun içine farklı kimlikler, ırk girmeye başlıyor. LGBT+, göçmen olmak, sınıf farkları girmeye başlıyor. Her bir kimliğimiz, aidiyetimiz yaşadığımız eşitsizliği kat kat artıran bir özelliğe dönüşebiliyor. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin karşıtlığının ideolojik temellerinde muhafazakarlık, kökten dincilik gibi ideolojiler görürsünüz. Örneğin Türkiye’deki piyacılaşma din sosludur. AKP bunu çok daha ileri taşıdı. AfD’li Alice Weidel toplumsal cinsiyet kürsülerini kapatacaklarını söyledi. Buna pek tepki olmadı. Aşırı sağ ideolojiler, sağın da desteğini almış durumda. Bu ideolojiler uzun zamandır bu yolu örüyorlardı. Cüretin çok arttığı bir aşamadayız. Kürtaj en fazla saldırı olan haklardan bir tanesi. LBGT haklarını geri alan girişimler var. Aile içi şiddeti hafifleten yasalar var” dedi.
Yeni yasal düzenleme yolda
Türkiye’de 2025’in “Aile yılı” ilan edildiğine dikkat çeken Dr. Çamuroğlu Çığ konuşmasını şöyle sürdürdü: “Aile göründüğü kadar masum bir kavram değil. Kadını ve bütün farklılıkları o kavramın içine sıkıştırdığınızda kapitalizm düzeninin devam edebilmesi için gerekli bir adım sağlamış oluyorsunuz. Ne Nasyonal Sozyalizm aileyle boşuna ilgilendi ne de bugünün aşırı sağı boşuna ilgileniyor. Türkiye’de aile ilgili toplantılara bakın, hepsinde büyük oranda erkekleri göreceksiniz. Biyolojik cinsiyeti yasalara getirmek istiyorlar. Bunun üzerinden ahlaki bir tanım ve kamusal alanda biyolojik cinsiyete uygunsuz davrananlara ceza getiren bir yasa olacak. Bu yasa çok tehlikeli, her yere gidebilecek bir şey. Aile kavramının dışında kadın ve erkek rollerinin her türlüsünü suç haline getiriyor. Türkye’nin başını çektiği bir sözleşmeyi, İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede kararname ile yürürlükten kaldırdılar. İstanbul Sözleşmesi, feminist mücadelede çok önemli bir yer tutuyor. Yürürlüğe girişi de feminist mücadele sonucu oldu. O yasadan çıkılması korkunç bir dönemi haber verir. Kadın cinayetleri daha mart ayının başında 69. İstanbul Sözleşmesi’nde çıkıldığından beri, cinayet sayıları artarak gidiyor. Sözleşme tam uygulanamasa bile koruyucu olduğunu görmek mümkün. Almanya’da da AfD aile kavramı ve kadın bedeni üzerinden mesaj veriyor.”

Toplantıda sanatçı Zeynep Sibel Başaran feminist şarkıları seslendirdi. Ali Rıza Sayedi yönetimindeki İranlılar korosu ile sanatçı Niko Nikoi santur eşliğinde söylediği birbirinden güzel şarkılarla programa konuk oldular.