3.9 C
Almanya
Pazartesi, Kasım 18, 2024

Yangın – Züleyha Akın

Bu sabah yan binadan gelen sesle uyandım. “Bir yangının külünü yeniden yakıp geçti…” şarkısı çalıyordu. Dizeler beni geçmişe götürdü.

Yıllar önce Ankara’nın bir ilçesinde 4 yaşındaki oğlumla ikimiz kiralık bir evde yaşıyorduk. Sabah olunca oğlumu kreşin servisine verdikten sonra işyerime gidiyordum.

Ben oğlumdan 1 saat sonra eve döndüğüm için servis evden alıyor fakat akşamları annemin evine bırakıyordu. İş çıkışı ben annemin evinden oğlumu alarak kestirme yoldan evimize geliyorduk.

Ara sokaklardan geçerek ana caddeye çıktığımızda bakkal dükkânının benzeri küçük bir market vardı. Oradan süt ve ekmek alarak yakınındaki sokaktan evimize geliyorduk.

Marketin sahibi beyaz tenli, kısa boylu, saçları dökük, kilolu ve göbekli, orta yaşlı bir erkekti. Türkçeyi bozuk şiveyle konuştuğu için nereli olduğunu sormuştum. Bu konuyu övünç meselesi yaptığını kanıtlar gibi başını dik tutarak sert bir ifadeyle “Muhacır’ım ben…” demişti. Ben de içimden “Bu herifte beni rahatsız eden bir durum var.” diye düşündüğümü anımsıyorum.

O gün kendisine her akşam geldiğimde ekmek bulabilmem için benim ekmeğimi satmayarak ayırmasını rica etmiştim. Eğer alamazsam bile parasını vereceğimi de eklemiştim.

Ertesi gün aynı saatte gittiğimde “Ben sizin akmağinizi sattim.” dediğinde yeniden tembihleyerek dükkândan ayrılmıştım. Fırın uzaktaydı ve o çevrede ekmek alabileceğim başka bir yer yoktu. Her neyse artık evde hamur pişiririm düşüncesiyle uzaklaştım.

Sonraki günlerde ben bir çözüm üretmiştim. Bir gün öncesi parasını peşin olarak ödediğim için ekmeğimi düzenli olarak almaya başlamıştım ki; o akşam dükkâna girdiğimde sahibi yoktu. Yazar kasanın başında genç bir erkek duruyordu yanında dünyalar güzeli bir de genç kız vardı.

Genç erkek ekmeğimi ayırmadığı için benden özür diledi. Bu çok doğaldı çünkü haberi yoktu.

Yalnız tezgâhın arkasında poşet içindeki iki ekmekten birini bana vermek istediyse de ben kabul etmedim. Kendi evine götürecekti.

Benim adım Caner bu yanımdaki kız benim sözlüm Canan.”

Sizi kutlarım. Birlikte nice güzel yıllarınız olsun.”

Genç kızın gözleri doldu. Ben o anda mutluluk gözyaşları olabileceğini düşünmüştüm. Maalesef öyle değilmiş. Dikkatli bakınca biz gelmeden önce ağlamış olabileceğini anlamıştım.

İlerleyen zamanlarda iki gençle ayaküstü söyleşilerimiz olmazsa olmazımızdı. Biz ana oğlu bu iki insanı çok sevmiştik.

Sonraki akşam gittiğimde genç erkek yalnızdı. Yüzünde inanılmaz derecede ağır bir hüzün vardı. Benimle konuşmak istiyordu. Küçük oğlumun saçını okşadı ve raftan bir çikolata verdi. Ben itiraz ettiğim halde bizimki çikolatayı anında yedi, bitirdi.

Caner kardeş bizim zamanımızın olup olmadığını sorunca oğlum “Bizde zaman çok. Ben yanınızda kalabilirim.” deyince arka taraftaki akvaryuma benzeyen cam bölmeye geçerek oturduk. İki bardak çay doldurdu ve oğluma sıcak çikolata hazırlayıp getirince durumu anlatmaya başladı.

Geçen akşam geldiğinizde sizinle konuşmak istemiştim. Kanımca sizin de görüşünüzü almak isterim. Canan’la biz çok yakın zamanda arkadaş olduk. Son günlerde sağlığı iyi değildi. Sizin ilk geldiğiniz gün biz tahlil ve tetkikler yaptırmıştık. Kalpte ritm bozukluğu var. Canan romatizma hastasıydı ve kalbe vurmuştu. Doktor en fazla 3 ay ömrünün kaldığını söylüyor. Ben kendisine ‘hemen evlenelim’ dediğimde kabul etmedi ve ağladı. Oysa benim düşüncem değil 3 ay değil 3 gün bile ömrünün kaldığını düşünsem yine evlenirim. Evlenirsem babam beni evlatlıktan red edeceğini söylüyor. Kimin ömrü ne kadar bilinmez ki… Ben çok kötü durumdayım. Sizce benim ne yapmam gerekir hocam?”

Çantamda en son okuduğum bir kitap vardı. Susanna Tamaro’nun “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” isimli kitabı çıkartarak kendisine uzattım. Önce kitabı almak istemedi. Ben kendisine ısrar ettim çünkü kitabı okuyup bitirmiştim. Başka bir yerden satın almasına gerek yoktu.

Caner bana başka soru sormadı. Ben oğlumun elinden tutarak dükkândan ayrıldım. O akşamı ekmeksiz geçirdik. Telaştan ekmek almayı unutmuştum.

Ertesi akşam gittiğimde Caner yoktu. Her zamanki gibi asık suratlı ve sevimsiz babası vardı. Doğal olarak ekmeğimi ayırmamıştı. Babasına Caner’in nerede olduğunu sordum. Sesini yükselterek

Bakın benim bir tek erkek çocuğum var. Doğal olarak en az bir erkek torun isterim. O gâvuru evden ve buradan kovdum. Cehennem olsun gitsin. O hasta kızla evlenirse benim erkek torunum olmayacak. Benim oğlum bunu nasıl yapar? Evlatlıktan ve mirasımdan red edeceğim.

Eğer ki gittiği evi tespit edersem oraya benzin dökerek yakacağım. Hem de ikisinin içeride olduğunu bile bile yakacağım. Olmaz olsun öyle evlat!… “

Oğlum dayanamadı ve “Amca sen çok kötüsün. Hep kötü kalacaksın. Gargamel’sin sen!” diyerek tepki verdi. Biz de doğal olarak ekmeğimizi almadan çıktık. O akşam ikimiz de yemek yemeyecektik. Daha doğrusu öyle karar almıştık.

O yıllarda şimdiki gibi iletişim olanakları yoktu. Konutumuza sabit telefon bağlatmak için en az 10 yıl sıra beklediğimizi anımsıyorum. Keşke telefonumuz olsaydı ve keşke gençlerin gittikleri evin telefonunu bilebilseydik en azından ankesörlü telefonların birinden arayabilecektik.

Daha sonra bir daha oradan geçmemek için güzergâhımızı değiştirdik. Yolumuz uzamıştı fakat en azından o meymenetsiz herifin yüzünü görmeyecektik.

Aradan 20 veya 25 gün geçmişti. Bir Pazar günü apartmandaki komşuların bir telaşı vardı. Karşıyaka mezarlığına gideceklerdi. Kimin öldüğünü sorduğumda market sahibinin tek erkek çocuğu ve sevdiği kızın kaldıkları evde tüp gazı açık unuttuklarını ve zehirlenerek öldüklerini söylediler. Bu bir intihardı fakat dillendirmiyorlardı.

Aradan 3 ay gibi bir zaman ya geçti ya geçmedi. Bir sabah oğlumu okul servisine vermek için sokağa çıktığımda bizim sokağın trafiğe kapalı olduğunu gördüm. Servis şoförü caddeden bize el sallıyordu. Köşe başına gittiğimizde itfaiye araçlarının yangını söndürmeye çalıştıklarını gördük. Bizim market yanıyordu.

Akşam iş çıkışında yine anneme uğrayarak oğlumu aldım ve eski güzergâhtan evimize yürüyorduk. Markete geldiğimizde kapkara bir görüntü vardı. İçeride sağlam olarak hiçbir şey kalmamıştı. İlginç olan ise yan dükkânlara sıçramamış olmasıydı.

Yanındaki hırdavat dükkânına girerek sahibine yangının nedenini sordum. “Elektrik kaçağından tutuşmuş, itfaiye ekibinin tutanağında öyle yazıyordu.” dedi. Diğer esnaflar da yanımıza geldiler ve koro halinde hep bir ağızdan “Allahu Teala bu herifin cezasını verdi.” diyorlardı. Oğlum “Hayır o bir hain Gargamel’di. Şirinlere yaptıklarının cezasını çekti.” diyordu.

Evimize geldik. İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu.

Züleyha Akın – 24.05.2022

Foto: Pixabay / Dessie_Designs

Son Haberler

İlgili Haberler