18.6 C
Almanya
Pazar, Nisan 28, 2024

Savaşın kazananı – Züleyha Akın

Gençlik yıllarımızda “Savaşın kazananı olmaz.” derdik. Haksız, başka topraklarını işgal etmek amaçlı kirli savaşlara karşı çıkardık. Gerçekten böyle miydi? Savaşın kazanan tarafı olmaz mıydı?

Çocukluk yıllarımı anımsıyorum. O küçük kasabada yıkık bir kilisenin bahçesinin yumuşak toprağını azıcık eşelediğimizde mermi parçalarına rastlardık. Toplardık boş mermileri… Akşam olup evimize döndüğümüzde annemiz ceplerimizi boşaltmamızı emreder ve tek oyuncağımız olan boş mermileri elimizden alırdı. “Ya mermiler boş değilse…” derdi. Nasıl imha ederdi bilmem ama anında yok ederdi.

“Küçük kızlar bu mermilerle oynamazlar. Nereden buluyorsunuz bunları. Ben size bezden bebek diktim ki oynayasınız diye.” demekten geri kalmazdı. Bir süre sonra değil kiliseye girmek kilisenin bahçesine bile girmemiz yasaklanmıştı.

Annemin yemyeşil gözlerindeki mahzun ifadesi hâlâ gözlerimin önündedir. O günlerde anlayamazdım. Yıllar sonra anladım. Anne tarafımdan hiçbir erkek akrabamın olmayışı rastlantı mıydı?

Savaş bizim içimizdeydi. Çocukken erkekler bizimle oynamazlardı. Çünkü onlar “Savaş Oyunu” oynarlardı. Biz kızlar bilmezdik. Ben yine de girerdim oyunlarına. Kıyasıya mücadele etmeyi ta o yıllardan öğrendim. Ne çok dayak yemişimdir ne çok dayak atmışımdır saymakla bitmez.

Derken yine o kasabada 23 Nisan kutlamaları gelirdi. İyi bir terzi olan annem bir hafta öncesinden dört kızının her birine ayrı ayrı (en küçük kardeşimiz henüz okula gitmiyordu) son derece süslü fırfırlarla donanmış bazen de renkli grapon kâğıtlardan elbise dikerdi. Yüzü yine mahzundu.

O gün o kasabanın meydanında yıllardır değişmeyen bir küçük piyes oynatılırdı. Meydan Sahnesine bir düşman üniforması giymiş subay bir de bizlerden birini seçerler ve milli bayrağımızı bedenimize sardıktan sonra üzerini zincirle bağlarlardı. Düşman subayı küçük kıza eziyet ederken Türk askerleri gelip kurtarırdı. Küçük kızın zincirlerini çözdüklerinde alan alkışlarla inlerdi. Bu kadarla kalmaz düşman subayı yuhalanır ve hatta hızını almayıp sahneye fırlayarak saldıranlar bile olurdu.

Bu senaryo kasabanın kurtuluşu (kimden, nasıl ve ne şekilde kurtulduğuna bakılmaksızın) yıldönümünde de sahnelenirdi. O zaman kalabalık daha bir coşkulu saldırırdı düşman subayına… Taş, sopa ne bulurlarsa fırlatırlar ve yaralanmasına bile neden olurlardı. O nedenle düşman subayı üniformasını giyecek insan bulmakta zorlanıyorlardı. Her defasında daha çok alkış alırdı bayrağa sarılı kız.

Her yıl 24 Nisan’da bize kurabiyeler pişirir biz yerken bizi izlerdi. Kendisi bir tek kurabiye bile yemezdi. Yine anlayamazdım suskunluğunu.

Ortaokulda futbol takımımız vardı. Erkeklerin takımı kendi sınıflarından oluşuyordu. Biz de doğal olarak kendi sınıfımızın futbol takımını desteklerdik. Eğer yenilmişsek maçtan sonra kıyasıya bir kavgamız olurdu. Kafa göz yarılırdı. Kanlar içinde evimize dönerdik ve bir de ödül olarak annemizden dayak yerdik.

Okulda muhbirlik mekanizması işletiliyordu. Adına Öğrenci Konseyi denirdi. Sınıfta Ana dilimizden konuşmak yasaktı. Anında disiplin kuruluna verilirdik. En hafifi ise 10 gün okuldan uzaklaştırma cezasıydı. Daha sonra yinelenirse okuldan kaydımız silinirdi.

O yıllarda Din Dersi seçmeli dersti. Dilekçe veren o dersten muaf oluyordu fakat bu kez diğer derslerimizi de etkilemekteydi. Din dersine giren Tarih Öğretmeni ve aynı zamanda okul müdürü olan kişi bizi diğer derslerden de süründürüyordu. Ne kadar başarılı olursak olalım o günkü deyimle “ağzımızdan kuş tutsak” o dersten sınıf geçmemiz olanaksızdı.

Yaşamımızda aile içinde ve dışında kavga, şiddet ortamı hep vardı. Liseyi bitirip üniversiteye başladığımızda şiddetin boyutları inanılmaz derecede artmıştı. Okul çıkışında karşı görüşten birilerinin saldırısına uğradığımızda evimize tek parça olarak dönemezdik.

Üniversite yıllarımızda erkek arkadaşlarımızın diploma almak istemeleri asker ocağında dayak yememek üzerineydi. Askerliklerini yedek subay olarak yapacaklar ve şiddetten nasiplerini almayacaklardı. O nedenle bizim üniversite eğitimi almamızı çok anlamsız bulurlardı.

Bilirsiniz yüksek okul ortamı karşı cinsten insanların birbirleriyle tanışma/tanıştırılma alanlarıdır. Üniversite yıllarımızda tanışarak evlenen arkadaşlarımızın aile içinde şiddet gördüklerini de hüzünle anımsıyorum. Erkekler çocukluklarında ailelerinde şiddet olaylarına tanıklık ettikleri için evlendiklerinde ve baba olduklarına eşlerine, çocuklarına şiddet uygulamaktan kaçınmamışlardı.

Yetişkin bir yaşa gelip anne olduğumda bu kez oğlum okulda öğretmen ve idarecilerin şiddetine uğrayacaktı.

Maç izlerken gürültü yapan komşusunu susturmak için ruhsatlı silahıyla komşusunun evini tarayan emekli subayın yüz ifadesi bana Hitlerin subayı Goebbels’i anımsatmıştı.

Yazımın başında “Savaşın Kazananı Olmaz” diyecektim fakat vazgeçtim. Demeyeceğim. Savaş var. Yaşamın her alanında değişik biçimlere bürünmüş halde var olmaya devam ediyor.

Savaşın kaybedenleri her iki taraftır. Ancak savaşın bir tek kazananı vardır. O da silah tekelleri..

Züleyha Akın – 03. 05. 2022

Son Haberler

İlgili Haberler