İsmi “Pazartesi Yazıları” olsa da günlerden cumartesi… aldım telefonu elime başladım büyük bir istek ve heyecanla yazmaya.
Lakin offf… hava, İzmir’in sokaklarında çınlayan topuk sesleri kadar kışkırtıcı mı kışkırtıcı! Masmavi gökyüzünün koynuna, sapsarı bir broş gibi ilişmiş güneş rahat vermiyor adama.
“Çık gez birader, git bir yerlere… bir öğlen rakısı, ya da bir kahve iç mesela!” Dese de iç sesim, uymuyorum ben ona. Yazmaya ara verip, okumamı bekleyen üç kitaptan en üsttekini incitmekten korkarcasına, usulca ama bastıramadığım bir merakla elime alıyorum. Ulaş hediye etmişti… türünü tam da anlayamadığım bu üç kitabı bana.
Dündeste
Gündeste
Gecedeste
“Çok az yazar… gerektiğinden fazla yazan var!”
Dizelerini (?) görününce beyaz sayfada… gülümseyip, parmak sallıyorum nezdinde Ferhan Şensoy ustaya. “Seni gidi seni!” demek ister gibi.
Bir acayip işkilleniyorum!
“Yazar değil yazanım,” diye kandırdım mı ben kendimi yıllarca? “Gerektiğinden fazla!” liginden nasıl çıkarım o “az” diye tanımlanan bir üst klasmana acaba?
İç sesim haklı olarak çemkiriyor : “Çok da umurunda…”
Susmaya hiç niyeti yok;
“Yazarken, aslında kendine iyi gelmiyor musun birader? Sen, kendini iyileştirmek, aldığın hazla hayata tutunma motivasyonunu yükseltmek, bir işe yarayabileceğini aynadaki yansımana göstermek için çıkmadın mı yola?
Yazar değil… yazanım desen de:
Çok fazla ve çok güzel yazan şahsiyetler ve/veya her bokologlar sana ‘Pabucumun yazarı!’ deseler ne olur?
Arkandan övgüler ya da sövgüler sıralasalar kaç yazar?” İç sesimle uğraşmaya gücüm yok, onu susturmak için okumaya devam etsem de takıldım bir kere Ferhan ustanın o lafına.
Odanın içinde dört dönüyorum ve yüksek sesle belki de duyar diye, ustayı ikna etmeye çalışıyorum.
Mağaraya çiviyle çiziktiren Adem oğlu ya da Havva kızı gerekli bir iş yaptıklarını o anda biliyorlar mıydı mesela? Ne dersin usta?
Açlıktan nefesi kokan bir kadının, bir kafede belki de psikolojisini düzeltmek için çala kalem yazdığı karalamalar… kitaba dönüştüğünde: Okuyucunun edinebilmek adına uzun kuyruklar oluşturacağını ve bu ilginin onu Londra ‘nın en zengin kadınlarından biri yapacağını bilebilir miydi sence?
Dünya klasikleri kategorisinde yer alan kitapların, çoğu Rus olan yazanları… gerçekten yazar olduklarını bildikleri için mi yazdılar o şahaserleri? Sağlıklı hayatlarında hepsi bu bahsettiğin üst klasmanda yer aldılar mı sence? Kafam bir hayli karıştı be usta…
Orhan Kemal, bir hapishane hücresinde Nazım Hikmet tarafından yazdıklarının “gereksiz” bulunup üstüne üstlük bir de “Yazma birader yazma!” diye fırça yediğinde… neden gereksizce tarz değiştirip yazmaya devam etti de herkesler ona “romancı” dediler, diyorlar, diyecekler mesela!
Dedim ya… kafam karıştı be usta.
Derdim, Ferhan Şensoy ustaya saygısızlık yapmak ya da söylediğini boşa çıkartmak değil asla… Belki de ben yazdığını yanlış anlıyor, ‘süt kovasına düşmüş fare’ gibi boğulmamak için çırpındıkça, o sütün tereyağına dönüşmesini içten içe ama çok istiyorum. Kimbilir?
Bir yazan olarak, “gereksiz” yazı ya da “gereksizce yazan” olduğuna inanmıyorum. Yazılanları beğenmek veya beğenmemek hakkı, elbette okuyucuda saklı kalmak kaydıyla.
Yazmayı seven ve keyif alan her insanoğlu: Edebiyat kaygısı olmadan, yazdığına bir takım güzellemeler beklemeden, özellikle de kendini matah bir bok zannetmeden, en önemlisi de kimseden icazet beklemeden yazmalı diye düşünüyorum.
Biriktirdiklerini, anlatmak istediklerini, düş dünyalarında kurguladıklarını, gördüklerini, hissettiklerini… yazmak istiyorlarsa yazmalılar diye, acizane görüş beyan etmek istiyorum.
“Ben büyük bir yazar olacağım!” ya da “Milyonlar beni okuyacak!” diye, bence şapşalca (!) bir hedefle yola çıkmadan… kendisinden önce yazanların ya da kendisini dev aynasında gören ve aşağılık kompleksiyle tutuşan birilerinin söylediklerine aldırmadan, içlerinden geldiği gibi ve samimiyetle mutlaka yazmalılar. O kompleksli kişilerin lanse ettikleri üstatlıkları var ya… vallahi de çakma billahi de çakma… benden söylemesi.
Yazmak öğrenmektir. Yazmak iyileşmektir. Yazmak iyi hissetmek, bir kişi dahi olsa okura iyi hissettirmektir. Benim nezdimde; yazmaktan vazgeçmeyi düşünmek, nefes almayı önemsememekle eşdeğerdir. Gereksiz çoğunluk klasmanında hayata tutunabilmektir yazabilmek…
Bu hafta, nefes aldığım sürece hep karşı olacağım savaşla ilgili uzun bir yazı hazırlamaya çalışsam da yazmayı dillendirmek işime geldi galiba. Zira, iki öykü kitabım ve bir yeni romanım “gereksiz” şekilde basılmaya hazır ve bilgisayarımda derin uykuda. Üstlerini sıkı sıkıya örttüm ki, ekonominin dibe çöküşü bitip nefes almak için yüzeye çıktığında öpe öpe uyandırabileyim.
Ferhan Şensoy gibi ustalara bin selam olsun diyerek, bu haftaki yazımızı da noktalayalım…
Günaydın…
Savaş, bir avuç egemenin çıkarları uğruna halkları ateşe attığı bir vahşettir. Lakin unutmamak gerek, kimilerini egemen yapan da bizim seçimlerimizdir.
Sonsuza kadar BARIŞ çağrımızla, sağlıklı ve umutlu bir hafta diliyorum.
Kenan Çığır
27.02.2022
Antalya