“Ölüm bu! Kolay değil. Çok üzüldüm senin adına. İki ay geçti, artık bu bitmeyen kederli halinden endişe etmeye başlıyorum. Biraz dışarı çık, dolaş. Her gün bu eve kapanıp anılarınla yaşamaya çalışman, etrafındaki insanlara çok da sağlıklı bir durum olarak gözükmüyor. Biz de onu çok sevmiştik ama ölüm karşısında elden bir şey gelmiyor ki!”
“İlk karşılaştığımız gün, dün gibi aklımda. Tam karşımdan geliyordu; yaklaştı, yaklaştım, yaklaştık. Göz göze geldik. Öyle kısa bir süre de değil, ya da bana çok uzun gelmişti. İkimiz de olduğumuz yerde kalakalmıştık.. Önce o gözlerini yere indirdi, sonra ben gökyüzüne bakar gibi yaptım. Önce gökyüzünden benim gözlerim onun yüzüne düştü, sonra o yerden alıp gözlerini mıhladı beynime…”
“İlk gördüğünde mi karar verdin birlikte olmaya?”
“Büyük ihtimalle. O bir adım bana doğru attı, ben de ona. Sonra yan yana geldik. Yürümeye başladık. O ağzını hiç açmadı, ben hiç bir şey sormadım. Sadece yürüdük. Yürürken ikimiz de hissediyorduk, biz ölüm kapıya dayandığında ayrılacaktık. Onyedi sene olmuş, bir an gibi geçti gitti.”
“Ölüm bu, sevdiklerimiz giderken kopkoyu çaresizlik kaplıyor dört bir yanımızı. Sen onun için elinden gelen her şeyi yaptın. Sevginizi, dostluğunuzu, birbirinize olan düşkünlüğünüzü bilmeyen mi var? Üzme kendini bu kadar!”
“Yaz, kış… güneşin alnında ya da yağmurun altında her gün beni balkonda beklerdi. İşten eve döndüğümde onu hep balkonda görürdum. Öylece yolumu gözler, konu komşunun laflarına aldırış etmeden, demirlere dayanıp yoluma bakıp bakıp dalardı. Son zamanlarında bazen burnunun ucuna gelene kadar beni bile görmezdi. Dalgınlığını hastalığına verirdim. Kimbilir belki de sadece beni beklemeyi seviyordu, üzülmesin diye görene kadar ona seslenmezdim. Onu kaybetmeden önce, yaptığının benim için bu kadar da önemli olduğunu kavrayamamışım. Onu balkonda tekrar görmek için nelerden vazgeçmezdim, neleri feda etmezdim ki!”
“Yağmur da yağsa, fırtına da olsa oradaydı. Bizler, O üşümesin diye, hasta olmasın diye çok uyardık. Sen nasılsa geleceksin, beklemesin öyle balkon köşelerinde dedik ama dinletemedik.”
“Dinlemezdi biliyorum. Asi bir yanı hep vardı. Sadece birbirimizin isteklerine kulak verirdik. Üç günlük bir iş gezisinde aklım onda kalmıştı. Bir gece bile onu hiç yalnız bırakmamıştım. O üç gece boyunca aralıklarla balkona çıkıp, yolumu gözlemiş. Yanılmıyorsam sen bana anlatmıştın. Halbuki ona gelemiyeceğimi, merak etmemesini söylemiş… balkonda beklememesini tembihlemiştim. Dedim ya asi bir yanı hep vardı. Bana karşı bile!”
“Son nefesine kadar, güzel bir duruş sergiledi.”
“Tam da bu işte! Onun en sevdiğim yanı bu! Duruş… Her canlının bir duruşu olmalı. Eğilip, bükülmemeli. Rüzgara göre yön değiştirmemeli. Menfaat uğruna yaltaklanmamalı. Ben, onun hayat ve getirdikleri karşısındaki duruşunu nasıl unutabilirim. O asaletini, o naifliğini, yeri geldiğindeki asiliğini nasıl unutabilirim.”
“Asiliği diyorsun da, biraz da o yönü kıskançlıktandı galiba. Seni çok kıskanıyordu.”
“Sadece biz erkekler mi kıskançlık krizlerine gireceğiz? Son yıllarda ilkelliği yüzünden erkekliğinden, insanlığından sıyrılıp, ne kadar çok can yakan var. Evet, o da biraz kıskançtı. Kıskançlığı bana karşı değildi, bana kızmazdı ama yanıma yaklaşan sinek bile olsa öfkelenir; adeta “O sadece benim” diye yüksek sesle haykırırdı.”
“Henüz erken ama yaşam devam ediyor, bir başkası girmeli gönlüne. Bir başkasını sevmek o kadar zor olmasa gerek.”
“Az önce duruştan bahsetmemiş miydin dostum! Bizim duruşumuz ne olacak? Herkese yetecek kadar sevgi nasıl sığsın ki yumruk kadar kalbime? Hem tekrar sevebilsem de bu kadar çok, bu kadar karşılıklı olabilir mi? Hiç kolay gelmiyor bana söylediğin. Laf olsun, hayatımdaki boşluğu doldursun diye de bunu yapmak, saçmalık gibi geliyor. Yok yok düşünemem bile.”
“İnci çok güzeldi, sana karşı sevgi doluydu ama gitti artık. Sen benim dediğimi yabana atma, düşün. Bu kederli halini ancak yeni bir “İnci” değiştirebilir.”
“Zannetmiyorum. Hem zaman ne gösterecek, ne kadar daha yaşayacağım bilmiyorum ki!”
“Yani dostum?”
“Yanisi… İnci’m; dostum, köpeğim ölmüş olabilir ama onu asla unutamam. Köpeklerde bile olan hayata dair o sağlam duruşu, biz insanlarda… öncelikle kendimde görmemeye dayanamam. Onun hatırasına saygısızlık yapamam.”
“Ne diyebilirim ki? Rüzgar gülüne dönen insanoğlunu gördükçe, bugün ak dediğine yarın çamur atanları duydukça, kendisini; yalnızca kendisini ve çıkarını düşünenlere rastladıkça İnci’yi daha çok sevmeni anlıyorum.”
“Köpek dedikleri can dostlarımızdaki o duruşun çoğu insanda olmaması, biliyorum ki beni yalnızlaştırıyor. Olsun…
İnsanlarda İnci’nin duruşunu aramıyorum yanlış anlama. Bir parça onur, bir tutam adalet, bir çimdik ahlak görsem de inan ki gam yemem.
İnci’deki sadakati körü körüne bağlılık olarak hiç bir zaman görmedim. Onu hiç aşağılamadım, hiç hakaret etmedim, hiç ekmeğini küçültüp de aşından etmedim. İnanıyorum ki bu karşılıklı saygı ve sevgiydi. Eğer söylediklerimin birini bile yapsam, bu birliktelik biter o kendi dünyasına kaçıp gider, benimle birlikte olduğundan çok daha onurlu, çok daha mutlu olurdu.”
“Haklısın dostum. Her canlının bir duruşu olmalı. Bugün dününü yadsıyan, yarınlarda da bugününü hiç yaşamamış gibi davranacak insanlardan gına geldi. İnci gibi dostlar her seferinde bizlere insanlığımızı hatırlatıp, vicdanlarımızın nasırlarını törpülüyorlar.”
“Her canlıdan öğreneceğimiz çok şey olduğunu biliyorum da dostum, bunu kaç kişinin içselleştirdiğini… bak işte onu bilmiyorum.”