5.5 C
Almanya
Pazartesi, Kasım 18, 2024

‘Nazım Okuyan Çocuk’ ile konuştuk – Gürsel Köksal

Frankfurt’ta yaşayan ekonomist ve edebiyatçı Yalın Gündüz’ün ilk şiir kitabı “Nazım Okuyan Çocuk”la edebiyat yolculuğunu sürdürüyor.

Gürsel Köksal

Frankfurt’ta yaşayan Dr. Yalın Gündüz’ü zaman zaman BirGün’de de yayınlanan felsefi ve siyasal yazılarıyla biliyoruz. Asıl mesleği ekonomistlik olan Gündüz, aslında Almanya’nın Merkez Bankası’nda uzman araştırmacı olarak çalışıyor. Kısa bir süre önce çıkan şiir kitabı “Nazım Okuyan Çocuk” vesilesiyle bütün bunların yanında onu bir de “yolun başındaki bir şair” olarak tanıyoruz.

İstanbul’da “sınırlı sayıda” kitaplar yayınlayan “The Poet House” Yayınevi’nin çıkardığı ve sadece 500 adet basılan kitapta Gündüz’ün İsmail Sertaç Yılmaz’ın çizimlerinin eşlik ettiği 19 şiiri yer alıyor. “Nazım Okuyan Çocuk”, yani Yalın Gündüz önce gazetemizin yazarlarından Şair Haydar Ergülen tarafından farkedilmişti. Onunla ilgili yazısında “Gündüz ilk şiir kitabı Nazım Okuyan Çocuk ile hoş bir durum yarattı. Şairin yapıta benzeme durumu” diyen Ergülen, şiirlerdeki “iyilik, saflık, yalınlık, iyimserlik ve yetinme”ye dikkat çekiyor.
Üniversite öğrenimini doğduğu Ankara’daki ODTÜ’de tamamlayan, doktorasını da Almanya’da, Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü’nde (KIT) yapan Gündüz, edebiyat yolculuğuna ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Alman Merkez Bankası ve uluslararası finans dünyası sizi ekonomik analizlerinizle, okurlar ise felsefi ve siyasal yazılarınızla, öykülerinizle ve şimdi de şiirlerinizle tanıyor. Zamanınızı bu üretkenliğe nasıl paylaştırıyorsunuz?

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Vakası’nın yayınlanışından yaklaşık yüz yıl sonra doğmuşum. Bazı roman karakterleri belki de aramızdan bazılarının üstüne ironik bir mükemmellikte yapışabildiği için ölümsüzdür. Örneğin benim gibi gündüzleri Dr. Jekyll gibi ekonomik analizlerle mesleğini icra eden bir doktorun, geceleri edebiyatsever, şiirle, felsefeyle ilgilenen bir tekinsize dönüşmesi gibi. Bunca yıl içimdeki Mr. Hyde’ı ne kadar bastırmaya, umursamamaya, görmezden gelmeye çalışsam da başarılı olamadım ve bunun sonucunda BirGün Pazar da dahil olmak üzere gazete ve dergilere birçok yazı, öykü ve şiir yetiştirdim. İlk şiir kitabım Nâzım Okuyan Çocuk da içimdeki bu tekinsizin eseri.

Değerli yazarımız Haydar Ergülen “Nâzım Okuyan Çocuk”la ilgili sıcak yazısında sizin “Almanya Merkez Bankası’nda doktoralı bir kıdemli araştırma ekonomisti” olduğunuzu belirttikten sonra kendi kendine soruyor, “acaba diye düşündüm, para dünyası mı onu ve şiirini bu denli kalender, çelebi yaptı?” Yazarımızın bu sorusuna sizin bir yanıtınız var mı?

“beatus ille qui procul negotuus”. “Ticaretten uzak duran mutludur” demiş, Horatius bir şiirinde. Belki de kazanç kapısı olarak satış hedefleri tutturmaya çalışan, bu koşturmaca arasında gecelere kadar yorgun düşen bir bankacı olsaydım, kendi iç sesime daha az kulak veriyor olabilirdim, diye düşünüyorum. Değerli Haydar Ergülen’in nazikçe uygun bulduğu kalenderlik, çelebilik, sanırım, mühendislik eğitimi sayesinde matematiksel detaylarına haiz olabildiğim iktisat dünyasının “iyi polis” rolünü oynayan, kâr amacı gütmeyen bir merkez bankacısı olmamdan kaynaklanıyor olabilir. Bir devlet kuruluşunda çalışmak bu açıdan, toplumla, insanlarla, hatta edebiyatla samimi, satış ve ticaret odaklı olmayan, vicdanlı bir mesafeyi korumamı sağladı.

Şiire ilginiz ne zaman ne nasıl başladı?

Lisede okuduğumuz Thornton Wilder’ın Kasabamız adlı eserinde, ölümünden sonra yaşadığı hayatı dışarıdan gözlemleme şansı verilen karakter, “ne kadar güzel bir hayatım varmış, ama kimse hayattayken bunun farkına varmıyor mu?” diye sorduğunda, onu gezdiren melek, “ne yazık ki hayır, belki sadece azizler ve şairler,” diye yanıtlıyordu. “Nasıl bir şey ki bu şairlik?” diye ilk o zaman düşünmüştüm. Hayatımda özel bir yeri olan Ölü Ozanlar Derneği’ni izlemem bunun tam üzerine geldi. Carpe Diem, yani “hayatı özümse”, diyen öğretmenlerinin izinde liseli gençlerin mağarada şiirler okumaları göğsüme bir yumruk gibi inmişti. Kendi kendime şiir denemelerinde bulunduğumu, fen sınıfında olmama rağmen dönem ödevlerimi edebiyattan aldığımı hatırlıyorum. Acemice yazdığım şiirlere bakıyor ve hayatın sırrına yaklaşıp yaklaşmadığımı anlamaya çalışıyordum. Nâzım’la o yıllarda tanıştım, ardından da Attila İlhan, İkinci Yeni ve 80 kuşağı şiirlerini bir obur gibi tükettim. O gün bugündür, Nâzım’ın deyişiyle, geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi şiirle susuzluğumu giderdim.

Kitabınızda eşinize, kardeşinize, kendinize şiirleriniz var. Siz ise öncelikle okurları kitaba adını veren “Nâzım Okuyan Çocuk”a çağırıyorsunuz. Nâzım Hikmet’i ve şiirini okumak neden sizce neden önemli?

Okurlarımdan en sevdiğim şiiri soranlar oluyor. Çocuklara en sevdiği akrabasının sorulması gibi, annesini mi babasını mı daha çok sevdiği kurcalandığında yaşanılan tatlı bir rahatsızlık hissediyor, o soruya önceleri hemen cevap veremiyordum. Yakın zamanda değerli şair Ahmet Telli’nin bir sohbetinde “o şiire sadece bir aşk şiiri denilebilir mi, kavganın şiiridir, yaşamın şiiridir” diye bahsettiği, Nâzım Hikmet’in Karıma Mektup’u yıllar içinden süzülüp gelince, dağınık duygularım yoğunlaştı, cisimleşti. Nâzım şiiri hem aşkın, hem kavganın, yani bütün bir yaşamın şiiri olduğu için ilk okuduğumdan yıllardan beri hep mıh gibi içimdedir.

Bir öykü kitabının da yolda olduğunu öğrendik.

Bugüne kadar Notos, kitap-lık, Ecinniler, Edebiyatist gibi dergilerde yayınlanan öykülerimi bir dosya haline getirdim. Nâzım Okuyan Çocuk’un ardından yepyeni bir heyecan içerisindeyim, çünkü Söylemek istediğim en güzel söz, henüz söylememiş olduğum sözdür.

Son Haberler

İlgili Haberler