İnsan yaşama gözlerini açtığında hiç tanımadığı bir kadın ve erkekle karşılaşır. Birisi “Dünya’ya hoş geldin. Ben senin annenim. Bu da senin babandır” der. Demem şu ki: insan anne ve babasını seçemez.
Ancak dostlarını, arkadaşlarını, eşlerini seçerler. Bazı erkekler her ne kadar şehir efsaneleri uyduruyorlarsa da hiçbir kimse “bu kadınla evlen!” diye bir erkeğin kafasına silah dayamamıştır. Annesinin ölmeden önce vasiyetidir veya dıdısının dıdısının hatırıdır falan filan.
Üniversite mezunu (bu da ölçü değil) kültür düzeyi yüksek, donanımlı bir erkek her dediğimi yapsın sözümden dışarıya çıkmasın diye okuma yazma bilmeyen bir kadını eş olarak seçerse o eşten ekonomi politik alanında tartışma beklemesin! Yetişkinlerin dediği gibi ne ekerse onu biçer. Randıman almayı beklerse emek verecek.
Yan sitemde oturan bir mühendis Antakya’dan okuma yazma bilmeyen fakir biriyle evlenmişti. Bilirsiniz Arap kültüründe akraba evlilikleri olmazsa olmazlarıdır. Babasının yeğeni yabancıya gitmesin olayına kurban olmuştu. Bir de kız çok fakir Ankara’ya gelin gitsin rahat etsin düşüncesi ağır basınca kızcağız çeyiz olarak bohça bile getirememişti.
Erkek ilk günlerden bu yana evine aldığı yazı tahtasını salonun duvarına asarak eşine ders öğretiyor. İlkokulu, Ortaokulu dışarıdan bitiriyor. Sonra Kız Meslek bitirdikten sonra üniversite sınavına girerek Açık Öğretim Fakültesine kayıt yaptırıyor. Bu arada 2 erkek çocuğu dünyaya getirerek evliliğini garantiliyor. Zira kocasının (burada da Arap kültürü egemen) kız değil erkek çocuk babası olmaya zaafı vardır.
Kadın elini güçlendirdikten sonra sosyal alanlara kayıyor. Basketbol, voleybol, yüzme kurslarına giderek kocasının ilgi alanlarına dalış yapıyor. Yalnız hesap edemediği bir durum karşısına çıkıyor. Eğer ki bir güzellik yarışması yapılıyor olsaydı ve kocası yarışmacı olarak girseydi birincilik ödülü alırdı. Çevresinde bu kadar çok kadınların yer alması kadının hayal bile edemeyeceği bir durumdu.
Bir gün kocası yüzme salonunda göründüğünde herkesin baktığını görerek paniğe kapılmış ve elindeki havluyu sırtına atarak kocasının çıplak bedeninin görülmesini engellemişti. Kadın o günden sonra kocasının muhafızlığına soyunmuştu. Havada uçan, karada kaçan kurtulamayacaktı.
Antakya erkeğinin vazgeçilmezi yemektir. Kadın pişirdiği yemekleri asla kocasına beğendiremiyordu. Kendisi de oralıydı fakat evlerinde bulgurdan başka bir yemek pişmezdi ki. O da kendilerinin tarlasından geldiği içindi. Biber Dolması isteyen kocasına hevesle yemeği pişirip önüne koyduğunda bir lokma alan erkek lokmasını yutamamış ve doğru lavaboya koşmuştu. Kocası olanca sesiyle bağırıyordu. “Bu ne böyle pirinçten çok kıyma koymuşsun. İçine evde olan tüm baharatlarını katmışsın. Zehir zembelek bu yemek yenir mi?”
Kocasının iş çevresinde son derece alımlı ve kültürlü bir kadın vardı. Kadın Halk Eğitim Merkezi’nde yemek uzmanıydı. Bolu doğumlu olmasına rağmen Antakya Mutfağını çok iyi bilen birisi olunca akşam yemeklerini orada yerken karısı çocuklarıyla birlikte evde yemek zorunda kalıyordu. Tok gelen kocası evde sadece su içiyordu. Bir de cep telefonunu sehpanın üzerine ekranı görünmeyecek şekilde ters kapatıyordu.
Geç saatlerde eve gelen erkek kadını sürekli aşağılamaya başlamıştır. Hiçbir şey beğenmez ve itiraz eder. Kadın için bu yaşam çekilmez olmuştur. Evde huzur diye bir şey kalmamıştı. Karısını dövemeyen erkek bu kez çocukları dövmeye başlar.
Artık tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Evde dört duvar içinde yaşayan kadının çok fazla seçeneği olamazdı. Sabah çocukları hazırlayıp okul servisine verdikten sonra televizyonu açarak “Kadın Kuşağı” programlarını izlemeye başlar. Bir kadın kocası tarafından aldatıldığını nasıl anlar?
Birinci kural: akşam eve gelen koca cep telefonunu sehpaya veya masaya nasıl bırakıyor? Ters kapatıyorsa tehlike çanları çalıyor demektir.
Diğer kuralları da işleyince taşlar yerine tek tek oturmuştu. Artık bir çıkış yolu bulmalıydı.
Günler, haftalar, aylar geçiyor değişen bir durum olmuyor. Kadın aldığı kararı uygulamaya koymak için çocuklarının karne aldığı güne kadar bekler. Ertesi sabah kahvaltısında kadın düşüncesini açıklar.
“Bey ben senden boşanmak ve çocukları da alarak memleketime dönmek istiyorum. Annemler köyden merkeze taşınacaklar ve beraber o evde oturacağız. Ev kirasını, mutfak giderlerini her ay otomatik ödeme talimatıyla banka hesabıma aktaracaksın! İki çocuk bende kalacak ve çocukların tüm giderlerini sen karşılayacaksın!”
Erkek bu duruma çok şaşırıyor. Kadın söylemine şöyle devam ediyor. “Bu dünya’da hiç ama hiç kimse vazgeçilmez değildir. Ben kendime bir yaşam kuracağım umarım sen de kendine kurarsın.”
Bu konuşmanın ertesinde kadın nakliyeci tutuyor ve evdeki tüm eşyaları alıp gidiyor. Kocaya eziyet olsun çevrede duyulsun diye boşanma dilekçesini Hatay Adliyesine veriyor. İlk celsede boşanıyorlar. Koridorda kadın kendisine emek ettiği sayesinde diploma alarak meslek sahibi olduğu için kendisine teşekkür ettikten sonra tokalaşıp ayrılıyorlar. Erkek arkasından bakakalıyor.
Okulların açıldığı bu hafta başında bilgisayarım bozulunca tanıdık olduğu için ben bu insana telefon ettim. Eve geleceğini söyleyince ben de çocukları görmeyi çok istediğimi olanaklıysa beraber gelmelerini söylediğimde “Halacığım çocuklarla berber gelebilmem olanaksızdır. Bu konuyu gelince konuşuruz.” dedi.
Geldiğinde üstü başı perişan bir durumdaydı. Kilo kaybetmiş ve görüntü olarak yaşlanmış gibiydi.
İçeriye girerek salondaki koltuğa kendini zar zor attığında benim soru sorar gibi bakışlarıma tek bir yanıt verdi.
“Benim evliliğimi bu televizyon kanallarındaki ‘Kadın Kuşağı’ programı bitirdi.”
İyi de bütün veriler bir gerçeği işaret ediyordu. Kendisi çok mu masumdu?
Züleyha Akın – 14.09.2022