4.3 C
Almanya
Cumartesi, Nisan 20, 2024

Hoşgörü – Züleyha Akın

Hoşgörü… Neye, kime karşı ve nasıl?

Hoşgörü ya hepimiz için iyidir ya da hiçbirimiz için iyi değildir. – Edmund Burke

Geçen hafta bir yazı paylaşmıştım. Birçok arkadaşım bu konuda hoşgörülü davranmamın işaretini verdiler. En son gece yarısı yorum yapan bir arkadaşımız olmuştu.

Hoşgörü…
Neye, kime karşı ve nasıl?
Yıllarca çalışıp çabalıyor ve kendinize bir yaşam alanı oluşturuyorsunuz. Birileri geliyor ve size “ben sana burada yaşam hakkı tanımıyorum! Burayı bana en kısa sürede satacaksınız! Ben bu evi ve bahçenizi kızıma alacağım ve oturtacağım.” diyor.

Bu durumda size savaş naraları atan birisine siz barış çubuğu uzatamazsınız. Eğer korkarak teklifini kabul ederseniz üç aşağı beş yukarı pazarlık etmek gibi bir şansınız belki olabilir. Satmazsanız size savaş açarlar. Bu düzlemde sizin hoşgörülü olmanız düşünülemez bile.

Her olguya, her olaya, ota ve pıtrağa vegan olmak gözlüğüyle bakan kadın arkadaşımın önerisi maalesef realiteyle bağdaşmaz. Neden?

Nedeni çok açık… Yedi yaşında ilkokula başladığında varlığını bir başka ırka armağan etmiş ve and içmiş bir kuşağın evladıysanız olaylara daha gerçekçi yaklaşım sergilemek zorundasınız.

Çok yakın bir zamanda yan site’de oturan bir arkadaşım evinde köklü bir tadilat başlatmıştı. Gelen işçilere o kadar çok güvendi ki evinin anahtarını bırakarak kendi işyerine çalışmaya gidiyordu.

Aynı zamanda bir gün öncesinden yemeklerini hazırlayarak buzdolabına dolduruyordu. Bu şekilde davranırsa kendisine yanlış yapmayacakları inancındaydı.

Arada ben uğruyor ve yanımda yiyecek, içecek götürüyordum. İşçi sınıfı bilimine inanıyoruz ya… Değişik saatlerde gitmeye dikkat ediyorsam da gördüğüm manzara değişmiyordu. Evin etrafına iki kazma sallayarak çukur kazmışlar ve orada bırakmışlardı.

Bahçede geniş masaya kurulmuş halde buluyordum. Ev sahibi arkadaşımın bir gece öncesi hazırladığı yiyecekler (mezeler) ve alkol ortamı…

Beni bahçe kapısında gördüklerinde toparlanmak gereği bile duymadan hemen bira şişesini uzatarak “Züleyha Hocam bira içen mi?” diye sorarlardı.

Bu şekilde izzet/ikram derken 15 günde bitecek iş 3 ay gibi bir zaman dilimine yayılmakla kalmadı ve uzayıp gitti.

İyi ki malzemeleri önceden kendimiz almıştık. Aldık da ne oldu? Bunların çoğunun kullanılmadığını ve el altından satıldığı duyumunu çok ama çok sonradan aldık. Bu şekilde harcamalarımız 5’e katlandı ama olsun yolumuz işçi sınıfının yoluydu

Tam olarak 3 ay böyle geçti. Tadilat bitmeyince arkadaşım eline sopayı alarak işçileri evinden (kovdu demeyelim) uzaklaştırdı.

Sadece o günün yevmiyesini vermemiştik. Öncekileri dedemim söylediği gibi “işçinin yevmiyesi daha alnının teri kurumadan verilmelidir” modundaydık.

İşçiler giderlerken ikimizi de tehdit ettiler fakat biz bu konunun üzerinde durmadık. Isıracak olsalardı dişlerini göstermezlerdi hesabı yaptık.

O günün akşamı eve hırsız girmesin diye kalasları ve tahtaları evin alt katın kapı ve pencerelerine çaktık. Kendimizce önlem alıyorduk. Oysa işçilere evin anahtarını vermiştik. Geri alsaydık bile yedek anahtar yaptırmış olabilirlerdi. Kaldı ki hiç anahtar olmasa bile tripleks evlere her türlü girilebilirdi. Hiçbir yerden giremeseler de hazır evin dışına iskele kurulmuş çatıya çıkılır ve oradan eve girilebilirdi. O kadar çok yorulmuştuk ki bunları düşünemedik.

O akşam benim evden götürdüğüm yemekleri yiyecektik. Evde işçilerden bize kalan son viskiyi açtık ve içmeye başladık. Oldukça çok konuşan arkadaşım benim gibi sabırlı dinleyici bulunca işçi sınıfı bilimi üzerinde hiç susmamacasına konuşuyordu. Yalnız ikinci kadehte gözlerinin kepenkleri inince odasına gitmesini söyleyerek masadakileri içeriye taşıyarak mutfağı topladım. Evden çıkacağım zaman ev sahibi arkadaşım yukarıdan seslendi. “Gitme bu gece burada kal.” Ben de “eve gitmek zorundayım. Bahçeyi sulamam gerek. Yarın sabah sen işe gitmeden önce burada olacağım.” diyerek evden çıktım. Çelik kapıyı dışarıdan kilitledim. Keşke o an evime gitmeseydim de orada kalsaydım.

O gece uyuyamamıştım. Onca yorgunluğa rağmen insan uyuyamaz mı?

Sabaha karşı telefonum çaldı. Açtığımda boğuk bir ses bana şöyle sesleniyordu.”Bana ambulans çağır hemen ben ölüyorum!”

Aceleyle üstüme bir şeyler giyerek gittiğimde arkadaşımı kapının önünde yerde kanlar içinde buldum. 112 ekipleri site kapısına geldiklerinde sedyeyi indirerek yanımıza geldiler ve hep birlikte hastaneye gittik.

Arkadaşım 15 gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gördükten sonra evine dönebildi. İşyerine gitmeyecekti çünkü hastane çıkışında evde dinlenmesi için 20 gün daha rapor vermişlerdi.

Tadilat için ayrılan paralar tükenmiş, kredi kartlarını limitine kadar doldurmuş ve ayrıca bankadan kredi çekmiş borçlanmıştık. Aylık maaş gelirini hiç harcamaması durumunda bu borçların altından kalkamayacaktık.

Bu arada saldırganların tekrar gelme olasılığını düşünerek eski arkadaşlarımıza haber vermiştik. Onlar da 15 gün boyunca evde nöbet tutmuşlardı. Gelen giden olmamıştı.

Hastanedeyken karakoldan polisler gelmişler ve ifademizi almışlardı. Şikâyetçi olduk ama işçiler çoktan memleketlerine yani köylerine kaçmışlardı. Oradan bir sonuç çıkmadı.

Arkadaşım o süreçte evini satmaya karar verdi ve aynı zamanda buradan gitmek için işyerinden tayin istemişti. Artık ne bu evde ne de Ankara’da yaşamak istemiyordu.

Komisyoncu para kazanmasın diye internete ev ilanı verdiysek de bakmaya gelenler yarım yamalak evi almak istemediler. Bankadan uzun vadeli borç para çekerek kapı ve pencerelerin siparişini verdik. Evin sadece dış kapısı vardı. İşçiler tuvalet kapısı da dahil olmak üzere evin tüm kapılarını söküp götürmüşler ve Sakalar’da satmışlardı. Sipariş verdiğimiz bizim eski arkadaşımızın peşin para beklentisini karşılamayınca o yıl kapılar gelmedi. Alçı ve boya badanayı kendimiz yaptık. Merdiven basamaklarına kendimiz parke döşedik. Sonunda ev dört dörtlük olmasa da dört üçlük veya ikilik olmuştu.

Kombi alamadık ama son paramızla bir elektrikli soba aldık. Arkadaşım Ankara’nın o soğuk kış günlerini çoğunlukla battaniye altında geçirdi. Mutfakta küçük bir elektrik ocağı ve tüp gaz kullanmak zorunda kalmıştı.

Bahar aylarına geldiğimizde birkaç kişi eve baktı ve en sonunda iki hasta çocuğuyla yaşama tutunmaya çalışan bir kadına satıldı. Kadının adına tapu belgesi çıkartılması için bir yakınına vekâletname çıkartarak işini noktalamış oldu. Parayı elektronik posta yoluyla hesabına yatırmışlardı.

Arkadaşım kadıncağıza çok acıdığından dolayı bu üç katlı evin eşyasının yarısından çoğunu yeni ev sahibine parasız bıraktıktan sonra küçük bir yerleşim birimine taşındı.

Dün hastanede iğnemi yaptırdıktan sonra kestirme yoldan değil de bu evin önünden geçtim. Uzaktan bakınca evin bahçesinde bir erkeğin çalıştığını gördüm. Bahçe kapısından seslenerek evi satın alan kadını sordum. Kadının bu eve hiç taşınmadığını kendisinin oturduğunu söyledi. Meğer senaryo yazıcı kadın emlak çalışanlarındanmış. Bu evi alan kişi de tadilat sırasında çalışan işçilerden biriymiş.

Züleyha Akın – 15.09.2022

Son Haberler

İlgili Haberler