19.1 C
Almanya
Perşembe, Mayıs 2, 2024

Boran’ın sesi – Züleyha Akın

Bu dava yıllarca sürdükten sonra düşmüş Adalet yerini bulmamıştı. Esasen geç gelen adalet de adalet değildi.

Özlediğin gidip göremediğindir.

Oruç Aruoba

Bu sabah acı acı çalan telefonumun sesiyle uyandım. Telefondaki ağlamaklı ses şöyle diyordu.

“Ben babamı çok özledim.”

Babasını toprağa vereli 8 ay olmuştu. Ne diyeceğimi bilemedim. Yatağımın içinde döndüm ve yanı başımdaki küçük sehpanın üstündeki bardaktan bir yudum su aldım. Sesim kaybolmuştu.

Bir insanı kaybedince sadece sesinizi kaybetmiyorsunuz. Gözünüzü de kaybediyorsunuz. O yoksa kimse gözünüzde yoktur.

Boran’ın babası daha önce defalarca gözaltına alınıp bir süre sonra bırakılıyordu. 1984 yılında gözaltına alınıp emniyette kaldığı 30 gün sonra Mamak Cezaevine gönderilmişti. O yıllarda bir çocuk babasıydı. İlk çocuğu kız doğunca belki ikincisi de kız doğarsa adını Deniz koyamam diye kızına Deniz adını vermişti. Görüş gününe gelen hâmile eşine “oğlumuz olursa adını Deniz’in kardeşi Bora koyalım” önerisinde bulunmuştu. Daha sonra koğuş arkadaşı Süleyman “Bora’nın sonuna N harfi koyalım. Boran gibi olsun. İsim babası ben olayım” dediğinde bu ismi çok sevinerek kabul etmişti.

O gece saat 24 ‘te tüm koğuş derin bir uykuya dalmıştı. Demir parmaklıkların gerisinde hafif bir ışık sızıntısı gelmekteydi. Tamer’in uykusu çok hafifti. Koridorda birilerinin geldiğini duyarak kulak kabarttı. İçinden bir ses “şimdi seni alarak tezgâha götürecekler” diye geçiriyordu. İşkencede fazla hasar görmemek için yastığının altındaki eşofman üstünü giydi ve beklemeye başladı. Gardiyan yaklaştı ve mazgal’ın arkasından seslendi. Elinde bir kâğıt vardı.

“Tamer Demirel kim? Yıldırım telgrafı var. Onu vermeye geldim. Tamer Demirel kimse çıksın ortaya…”

Tamer ranzanın üstünden zıplayarak yere indi ve gardiyana yaklaştı. Koğuş arkadaşları uyanmışlardı.

Gardiyan “hadi gözünüz aydın. Bu telgrafta bir oğlunuzun olduğu haberi var.” dediğinde tüm koğuş sevince boğulmuştu.

Tamer iki kollarını demirlerin arasında çıkartarak ufak tefek gardiyanı yakalayarak kendisine çekerek alnından öpmüştü. Tutsaklar bile bu duruma hayret etmişlerdi.

Züleyha Akın

Bana o geceyi anlatırken şöyle demişti. “Yaşamımda ilk kez cellad’ım olarak gördüğüm gardiyanımı öpmüştüm ama Boran için değer…”

Geçmiş bir film şeridi gibi gözümün önüne geliyordu. Ardı ardına…

Boran ilk gençlik yıllarında mahalle takımında oynuyordu. Bir sabah babasından bir isteği olmuştu. Futbol maçını izlemesini istemişti. Geleceğim dediği halde vaktinde gelmemişti. Esasen hiç zaman vaktinde olması gereken yerde olmazdı. Morali bozulmuştu ve kendisini oyuna veremiyordu. Takım 1-0 yenilmek üzereydi. Bitimine az bir zaman kalmıştı. Maçı kaybedeceklerdi.

O anda beyaz bir Hyundai araç durdu ve içinden babasının indiğini görünce ayağına gelen topu kaleye fırlatmıştı Boran. Seyirciler hep bir ağızdan “gollll” diye bağırdılar. Boran konsantrasyon’unu sağlamıştı ardı ardına 2 gol daha atınca maçı kazanmışlardı. Babasına sarılarak teşekkür ettiğinde çok mutluydu.

Yine başka bir gün mahalle maçının devre arasında çok susamış ve en yakınındaki markete gidip susuzluğunu giderecek bir içecek almak istemişti. Market sahibi genç biriydi. Boran “cola alabilir miyim” dediğinde karşısındaki “biz burada cola satmıyoruz. Kola Turka var. Neden almıyorsun? Sen Türk değil misin?”

“Benim babam Gürcü ve doğal olarak ben de Gürcü’yüm.”

O anda içeriye iki genç erkek daha giriyor ve tartışmayı hızlandırıyorlar. Birisi arkadaşı olduğu için Boran’ın tarafına geçiyor. Diğeri yalaka bir tip. Market sahibinin az önce peynir keserken kullandığı bıçağı kaparak Boran’ın önce yanındaki erkeğe saldırıyor. Boran hiç düşünmeden arkadaşının önüne atılıyor ve bıçak belinin hizasına saplanıyor. Boran kanlar içinde yere düşerken saldırgan elindeki bıçağı yere atarak kaçıyor.

Mahalle takımındaki gençler koşarak geliyorlar ve Boran’ı hastaneye yetiştiriyorlar. İlk müdahaleyi yapan doktor bıçak birkaç santim daha aşağıya saplansaydı böbreğe denk geleceğini söylüyor. Yine de yaşamsal tehlikesi olduğu için yoğun bakıma alıyorlar.

Anne ve babası hastaneye gittiklerinde babası beni aramıştı. Sürekli aynı sözü yineliyordu.

“Bora ölürse ben yaşayamam…”

Baba hastaneden çıkınca markete gidiyor ve kapalı olduğunu görüyor. Boran’ı ve ailesini tanıyan çevredeki komşular market sahibini tehdit etmişler. O da çözümü kaçmakta bulmuştu. Bir süre sonra mahalleye giremediği için birisine devretti.

Boran’ı bıçaklayan ucuz kahraman Ankara’nın en hızlı kabadayısının oğluydu. Olaydan bir hafta sonra kabadayı eşini de yanına alarak arkasında bir manga paralı askerleriyle birlikte evlerinin kapısına dayanmıştı. Kapıyı açan Boran’ın annesi Pelin Hanım gelenlere sert bir ifadeyle “Siz asla bu eve giremezsiniz. Dua edin de oğlum tehlikeyi atlatsın. Eğer Boran o hastaneden sağ çıkmazsa sadece oğlunuzu değil kökünüzü sülalenizi kuruturum” demişti.

Hemşin kadını kararlıydı. Yaparım diyorsa yapardı.

Evlerine tehdit telefonları geliyordu. Dava açarlarsa sonlarının kötü olacağını söylüyorlardı. Geri adım atmadılar. Dava açarak beklemeye başladılar. Bıçaklayan genç çoktan yurtdışına gönderilmişti. Araya aracılar girerek uzlaştırmaya çalışırlarken uzlaşı için neredeyse bir servet teklif ediliyordu.

Ailenin tek bir derdi vardı. “Oğul iyileşsin sonra hesaplaşırız.”

Bu dava yıllarca sürdükten sonra düşmüş Adalet yerini bulmamıştı. Esasen geç gelen adalet de adalet değildi.

Boran Lise’yi bitirince yurtdışına çıkmak istedi. Ablası Deniz Avusturalya’da yaşamaktaydı. Yanına istediyse de iyi bir üniversite eğitimi için Kiev’e gidişi ve mezuniyeti önemli günlerimizdi.

Kızı Avusturalya’dan dönünce evde işsiz iki mühendis oldular. Babasının emekli maaşıyla geçinemiyorlardı. Arada dedesi çocuklarını evine davet ederek gidecekleri zaman ceplerine para sıkıştırıyordu. Babalarının aksine her iki çocuğun içki ve sigara içmek gibi bir alışkanlıkları yoktu.

Sonunda Boran özel sektörde iş bulmuştu. Patron sabah saat 7.00 de evden alıyor gece yarısı saat 24.00 veya 1.00 den önce evine gelemiyordu. Bu hızlı çalışma temposunun oğlunu yıprattığını gözlemleyince Tamer patrona giderek tehdit etmiş ve oğlunu işten attırmıştı.

Bir süre daha evde kalarak yeni bir proje ürettiğinde iki kardeş kendilerine bir ekmek kapısı yaratmış oldular. Ablasının evlenmek gibi bir niyeti olmamakla birlikte Boran’ın son derece mükemmel yürüyen bir ilişkisi vardı.

Ekonomik sorunlarını çözdükten sonra evlenmeye gerçekleştirmeye adım attılar. Tamer bu olaya çok sevinmişti. Nasıl sevinmesin? İki çocuğu varken öz kızı kadar sevdiği gelini olmuştu.

Tamer oğlunun düğününden sonra “artık karada ve denizde bana ölüm yok. Bundan böyle ölüm nereden gelirse gelsin” diyor, yaşama asılmıyordu.

Eski dostluk, arkadaşlık, yoldaşlık ilişkilerini çok arıyor fakat bulamıyordu. 1980 öncesi ilişkiler kalmamıştı. Çoğu zaman bunalıyor nefes alamayacak hale geliyordu. Kızı bağımsız yaşamak için ayrı eve çıkınca büsbütün yalnız kalmıştı.

Önce annesinin sonra da babasının ölümünü kabullenemiyordu. Kendisini köksüz bir ağaç gibi hissetmeye başlamıştı.

Dönem arkadaşlarının ard arda ölümü ve Pandemi dönemi iyice hırpalamıştı. Artık Ankara’da kalmayacak yazlık evinde yaşayacaktı.

Çok fazla sigara içiyordu. Koah hastalığına yakalanmıştı. Yine de Karadenizli inadı tutmuş “öleceğimi bilsen bu sigaradan vazgeçmem” diyordu. Yalnızlık kendisini yiyip bitiriyordu.

Yazlık evlerinde akşam yemeği yenmiş çaylar içilmişti. Pelin Hanım’ın sigara içmesine muhalefet etmesine rağmen hiç vazgeç(e))mediği Malboro sigarasının tamamını içiyor ve uykuya dalıyor.

Tamer yarım saat sonra gözünü açıyor ve anlamsızca bakarak anlayamadığı sözler söylüyor. Eşi dehşete kapılarak ambulans çağırıyor. Nefessiz kalan eşine kalp masajı yapıyor fakat yaşama döndüremiyor. Ambulans geldiğinde Tamer uzun yolculuğuna çıkmıştı.

Ailesi yazlık evlerinin bulunduğu mezarlığa gömmek istemedi. Ankara’ya getirdiler. İçimi yakan diğer bir konu ise ailesinin Tamer’in dava arkadaşlarının mezarlığa gelmelerini istememeleriydi. Bir avuç insan arkadaşımızı babasının yanındaki mezara toprağa verdiler.

Bu sabah Boran telefonda ağlıyordu. “Ben babamı çok özledim.”

“Hangimiz özlemedik?”

Telefonun bir ucunda Boran, diğer ucunda ben ağladım.

Züleyha Akın -04.02.2023
Foto: Pixabay / Luisella Planeta Leoni LOVE PEACE

Son Haberler

İlgili Haberler