Telefondaki naif sesin dalgaları… yüreğimdeki hiç dinmeyen pişmanlıkla birlikte zihnimi de alıp, çok eski bir zamanın kıyısına taşımıştı…
Yağmur yağıyordu, yine… İzmit’in bitmek bilmeyen ıslak bir gününde işten çıkmış, saçak altlarını takip ede ede Katil Hayri’nin meyhanesine kapağı atmıştım.
Çalıştığım şirket üç aydır emekçilerin maaşlarını ödemiyordu. Yetkili olmama rağmen kendime on lira avans yazmış, daha fazlasını almaya gönlüm razı olmamıştı. Kadim dostum Bülent Karakuş da on lira avans istemiş… onlukları birleştirip rakı içmeye karar vermiştik. Hem patrona sövecek, hem siyasetin dibine vuracak, çakırkeyif olunca da Muazzez Abacı’nın son kasetindeki şarkıları ufak ufak meşk edecektik.
Bir ufak rakı, iki dilim peynir, az şakşuka kafiydi. Giderayak birer de yolluk yaptık mı… ceplerimiz yine kendi yalnızlığına kavuşacaktı.
Bülent, yine yine yeniden gecikmişti. Kimbilir hangi işçiye, yarınların sosyalizm ile bahara dönüşeceğini ve zamanında maaşları alamamanın tarihe karışacağını anlatıyor… birlikte de patrona verip veriştiriyorlardı. Ya da şirketteki güzel kızlardan birine, evine kadar eşlik ediyordu! Kim bilir? Yoktu işte!
Cebimde hiç eksik olmayan kağıt kalemi çıkartıp, yalnızlığımda yine yazıya sığınmıştım. Kendime o kadar dönmüştüm ki etrafımda olup biteni, gelip gideni gördüğüm yoktu.
İkinci dubleyi bardağa koyduğumda hafiften tırsmaya başlamıştım. Cebimdeki para, yiyip içtiklerime yetmeyecekti. En fazla “Hayri abi yarın!” derdim… ama niye olsun? Cep telefonu denen zıkkım da yoktu ki, Bülent’i arayıp bir inceden fırça kayayım.
Yine dalmış yazıyordum ki, arka masadan omzuma dokunan ele ‘yanlışlıkla oldu’ diye düşünüp hiç aldırış etmedim. Az sonra babacan bir ses;
“Delikanlı, ne yazıyorsun sen öyle nefes almadan?” Diye sordu.
Hafifçe arkama dönüp, soruyu soranı görünce “Kendime mektup yazıyorum Ruşen abi!” dedim.
Onu yürüyüş yolunda hep görürdüm. Onunla Adapazarı Lokantasın’da da karşılaşırdım ama burada ilk defa görüyordum. Genelde dostlarıyla farklı mekanlarda takıldığını biliyordum. Arsızca hayatını ve keyifle köşe yazılarını takip ettiğimi nereden bilecekti.
“Beni tanıyorsun madem, ver şu yazdıklarına bir göz atayım.”
“Çok kayda değer şeyler değil!”
“Ver sen, ver!”
Utana sıkıla bir tomar küçük kağıdı eline tutuşturdum.
Okudukça… yüzündeki o babacan gülümsemeyi ömrümce unutamam.
“Gazeteden tanıyorsan beni yarın çık oraya gel. Yazdıklarını da getir, çay içip konuşuruz.”
“Yok… Gülgün’den! Kızından! Lise de sınıf arkadaşımdı.”
“Ulan kerata, ne abisi amca desene o zaman!”
Gençliğin toyluğu ile;
“Ben büyüğe abi derim, başka da bir şey demem!” Demiştim.
Çok güzel gülmüştün Ruşen abi… Sırtıma vurup, “Sen gel, gel.” Demiştin.
Bir müddet sonra Bülent teşrif etmiş… sen dostlarınla sohbete, ben de dostumla şirketi ve ülkeyi kurtarma gayretine dalmıştım.
Sonra çeşitli kereler, çesitli yerlerde karşılaşmış, hep babacan gülümsemenle içimi aydınlatmıştın…
“Kendini mektupsuz bırakma, uğra bana uğra!” Derdin, her karşılaşmamızda…
Lakin ben mektuplarımı sana hiç getiremedim be Ruşen abi. Hayata dair başarabilmek istediklerim listesinde o günlerde yazmak yoktu. Ne kadar aptalmışım! Bugün olsa kapının eşiğinde yatıp, sorar sorar sorardım sana. Evet abi! Bugün de…
Yayınlanmış altı kitabım, yayınlanmayı bekleyen dört kitabım olsa da keşke uzattığın o eli tutmayı becerebilseydim. Belki bir ya da iki kitabım olurdu ama senin aklıma dokunuşlarınla onlar ne güzel kitaplar olurdu…
Yazılarını hiç kaçırmadan okudum, uzaktan da olsa İzmit’le büyüdüğünü… İzmit’i büyüttüğünü izledim. Sen o şehirde kalmaya karar vermeseydin, o şehir yine de olurdu. Lakin o şehir bu denli sanatla iç içe olup; hatta Behçet Aysan’ın şiirinde dillenir miydi?
“…..
Kocaman bir yalnızlıktır İzmit
Gün gelir akar bir ince su gibi
Havalanır ak güvercin çatılardan
Konar Ruşen Hakkı’nın çınarına…”
Kızın can arkadaşımdı… evet ama sen idolümdün be can abim…
Haksızlığa, adaletsizliğe, soytarılığa koyduğun tepki…
Emeğin ve emekçinin yanındaki tavrın…
Halk olabilmedeki üstün becerin…
Aile ve arkadaş çevrendeki doyulmayan sıcaklığın… seni Sayın F. Kuşkaya’nın da dediği gibi; “Sevgi dolu, saygın bir kişiliğe” dönüştürürken: İzmitli başta olmak üzere, tüm ülke insanın kalbinde silinmez izler bıraktın be can abim… elbet bende de!
Üniversite yıllarında başlamıştı “Kendime Mektuplar!” Yirmili yaşların sonunda postacının işine son vermiştim… o da zaten benim yolumu çok çabuk unutmuştu. İş, güç, hayat mücadelesi derken… yazmak mazideki eski bir sevgiliydi; ara sıra hatırlanan, hafifçe burun sızlatan, yüreği tekrat pır pır ettiren, üzeri gün geçtikçe küllenen…
İşlerden elimi ayağımı çekince Ruşen abi, yazıya geri döndüm. Kitaplar yazdım. Benim de gazetede naçizane bir köşem var. Sevindiğini biliyor, yine kocaman gülümsediğini görebiliyorum.
Gülgün’le olan iyi arkadaşlığımız neticesinde, önceleri bir merak oldu bende Ruşen Hakkı… Sonra sevgi oldu, saygı oldu, değer oldu… onu tanımanın, sohbet edebilmenin onuruyla dolu bir gurur oldu…
Ruşen Hakkı’nın büyük kızı Sayın Nilgün Sezeralp’in telefonunu kapattığımda, bir çırpıda bellek kütüphanesinin çekmecesinden odama dolan yukarıda dillendirdiğim anılarla duygulansam da… İzmit Belediyesi sponsorluğunda; ailesi, dostları, sanatçı arkadaşları, Ruşen Hakkı’nın el vermesiyle kendi kanatlarıyla da uçan birçok saygın insanın emeği ile hazırlan bu kitabın, adıma imzalanıp gönderileceği müjdesi beni çok mutlu etmişti.
İki gün önce kitap elime ulaştı…
Sevgili dostum, fotoğraf sanatçısı Özcan Taras’ın çektiği fotoğraflarda, Ruşen abinin o muhteşem gülümsemesi ile karşılaşınca içimi kemiren pişmanlık ikiye katladı.
Sahi Ruşen abi, karşında uslu çocuk edasıyla kırıtacağıma, neden fırlama bir çocuk olup da “Seninle illa bir fotoğraf çektirelim!” diye tutturamadım ki?
Sen çok yaşa abi! Emi? Sen çok yaşa… Dostlarının ve ailenin bu sıcaklığı ve çabasıyla sen dünya döndükçe zaten yaşayacaksın.
Biliyorum işte abi! Kızma bana gittiğin yerden, ama bol bol usturuplu küfürlerinden edebilirsin.
Sen, 2011 de bu dünyadan gittiğinde, ben yaşam koşuşturmasını Diyarbakır’da yapıyordum. Uzaktaydım seni yolculayamadım… Orada olsam sana şöyle seslenirdim:
“Gittiğin yerde mutlu ol abi… ailen, dostların ve yolu biryerlerde seninle kesişen herkes seni tanımanın onuru yaşıyor.”
“İki Yampiri Bıldırcın
Hayır aldanmıyorum
yerim senin yanında,
barışsa barışına
yok kavgaysa kavgana katılıyorum
vurup yumruğumu
faşizmin böğrüne.
Köprüler mi kurulacak
tüneller mi kazılacak
bil yanındayım,
yanında bir eski istihkam
bir yeni yürek gibi atmaktayım,
kargaşa ve panik günlerine
hazırlıklıyım,
bil bunu
bunu ve avuçlarımdaki buğuyu
sakın unutma.
Sakın unutma,
ağaçlar çiçeğe durduğunda
duvarlara asıldığında silahlar
iki yampiri bıldırcın
gibi mavisinde göğün
uçmanın yeri değil,
daha yapılacak işler var
ve biliyorsun
önümüz bahar.
Hayır aldanmıyorum
önümüz bahar ve yaz günleri
ve ben istihkam olduğu kadar
yapı işcisi
dülger
demirciyim,
harç karar
tahta yontar
çeliğe su veririm
Ve hiç gevelemeden bir sözü
bir sözün yanına korum
örnek mi istiyorsun
işte örneği:
Seni seviyorum….
Günü gelir gelmez
iki yampiri bıldırcın gibi
mavisinde göğün
uçarız kimse ellemez
sözünü etmez o eski hıncın.
Hayır aldanmıyorum
yerim senin yanında,
tarhanansa tarhanana
yok bulgurunsa
bulguruna katılıyorum.
Sana bölünüyorum
günde üç öğün…”
Ruşen Hakkı
Günaydınnn…
Kitaba emeği geçen herkese sevgilerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Bu kitap parayla satılmasa da herkesin bu kitabı bir şekilde okumasını, sevgili Ruşen Hakkı’yı tanımasını diliyorum.
Sağlıklı ve sevgi dolu bir hafta olsun…
Kenan Çığır
25.07.2022
Çolaklı / Antalya