3.9 C
Almanya
Pazartesi, Kasım 18, 2024

Yardım toplama dolapları ve Server Tanilli

Yaşadığım bu olayı kafamdan silmiştim. Ta ki bugüne kadar…

Seni seviyor. Öbür insanlarsa senin yüreğini çiğniyorlar.  D. H. Lawrence / Bakire ve Çingene

Geçtiğimiz bayram günü semt karakolundaydım. Giderken ekip aracıyla gittiğim için eve dönüşüm sıkıntılıydı. İfade tutanağını imzalayıp işim bittiğinde koridora çıktım. Koridor upuzun ve karanlık, izbe bir yerdi. Bitiminde son derece zayıf bir ışık sızıyordu.

Duvarlarında okullarda gördüğümüz yangın söndürme aletleri asılıydı. Karanlık bölümün bitiminde iki bankın üstünde oturan başörtülü ve şalvarlı dört kadın bulunmaktaydı. Yürümeye devam edip yanlarından geçerken hafifçe gülümseyerek selam verdim. Kadınlar hep bir ağızdan “Merhaba güzel ablam…” dediler. “Allah razı olsun.” dedilerse de duymamazlıktan geldim benden sonra sorguya alınacakları için kendilerinin daha çok yardıma gereksinmeleri olacaktı.

Kapıya çıkınca merdiven başında bir polis memuruyla gözgöze gelince selamlaştık. Memur yalnızlıktan çok sıkılmış olmalı ki bana hal hatır sordu. Ben de kısaca geçiştirdikten sonra orada bulunan kadınların karakola neden getirildiklerini sordum. O da “Konteynırları patlatarak içindeki malları çalmışlar” deyince ben şaşırarak “Nasıl olur, konteynırlar kilitli değil ki?” diye açıklama beklerken “Hani şu her köşe başında yardım dolapları var ya onlar…” dedi. Durumu anlamıştım. Kadınları ciddi anlamda hırpalayacaklardı.

Ana kapıdan çıkınca etrafa göz gezdirdim. Burası tenha bir yerdi. Bu saatte yalnız başıma Metro durağına yürümek sakıncalı olacaktı. İçerideyken ışıklar yandığı için dışarıda havanın karardığını fark etmemiştim. Karakolun bahçesinde tek bir araç vardı. O da beni getirdikleri araç değildi. Özel araç görüntüsündeydi.

Geriye dönerek kadınlara seslendim. “Yol paranız var mı?” diyerek. Kadınların en genci yine atak yaptı. “Var ablam şuradan bir kurtulsaydık. Allah senden razı olsun.” Deyince ben yine rızalık almış oldum.

Evden aceleyle çıktığım için üstümde cep telefonu yoktu. Bu durumda taksiyi nasıl çağıracaktım. Sorgu odasına giderek en yakın taksi durağına telefon etmelerini istemek durumundaydım veya telsizle anons ettirerek araçlarıyla gelerek beni evime bırakmaları benim açımdan çözüm olacaktı.

Sorgu odasının kapısını tıklattığımda içeride hummalı bir çalışma vardı. Polisler kocaman bir kâse dondurmayı midelerine indirmekle meşgullerdi. Komiser bana soru sorar gibi tuhaf bir şekilde yüzüme baktı. “Hayırdır hocam, biz sizi gittiniz sandık.” Ben de tüm doğallığımla “Hayır ben gitmedim sizinle dondurma yemek için geri döndüm. Herhalde bana da ısmarlarsınız, cimrilik etmezsiniz.” deyince kendileri boş dondurma kabını göstererek “Kayınvalideniz sizi sevmiyormuş. Dondurmayı bitirdik” dediler. Amacım dondurma yemek değildi zaten. O dondurmayı kendi paralarıyla almadıklarını vurgulamak ve rahatsız etmekti.

“Kayınvalidem beni çok severdi ancak konumuz bu değil. Ben bu saatte evime gidemem. Dondurmayı yediğinize göre beni evime bırakacaksınız.” diyerek yanıt beklemeksizin boş sandalyeye oturdum.

İçlerinde en kıdemli görünen görevli bana dönerek “Şu bankta oturan çingeneler’in ifadesini alayım önce sizi sonra da memure arkadaşımı evine bırakabilirim.”

Çingeneler sözcüğü beni son derece rahatsız ettiği halde yer, zaman ve konum gereği tartışma ortamına girmemin bir anlamı olmayacaktı. Yine de “Çingeneler diyeceğimize dışarıda bekleyen kadınlar…” deseydik daha doğru olurdu diyerek konuyu kapattım. En kıdemli polis memuruna dönerek “Lütfen bu bayram akşamı kadınlara daha iyi davranarak çocuklarına ulaşmalarını sağlarsanız çok sevinirim” dedim. Memur bana hiç yanıt vermedi.

Beni yan odaya geçirerek bir fincan çay getirdiler. Çay bitinceye kadar beni alacaklarını söylediler.

Yaklaşık 15 veya 20 dakika sonra biri kadın diğeri erkek polis ve ben olmak üzere üçümüz karakoldan çıktık. Ben yine safça bir ekip aracı beklerken erkek polis uzaktan kumandayla benim az önce gördüğüm aracın kapısını açarak biz iki kadını aracına aldı. Aracı görevli sürücü değil de kendisi kullanıyordu. Evimin adresini saklamak gibi bir derdim olduğu için benim site değil yandaki sitede durmasını söylediysem de hafif bir gülümsemeyle başını sallayarak “Hocam ben sizi evinize bırakayım da siz ondan sonra nereye giderseniz gidersiniz.” dediğinde kahkahayı patlatmıştık.

Yaşadığım bu olayı kafamdan silmiştim. Ta ki bugüne kadar…

Bugün öğleden sonra yürüyüş güzergâhına giderken parkı içinden geçmem gerekti. Kestirme yolu tercih ederek parka doğru çapraz giriş yaptım. Hemen köşede 6 küçük çocuğu olan 40 veya 45 yaşlarında üstü başı perişan bir kadın karşıma çıktı. Bir eli belinde diğer eliyle kâğıt toplamacıların kullandığı türden tekerlekli bir aracı yürütmekteydi.

Ben daha ne oluyor, ne bitiyor demeden kadın yardım giysisi dolabının kapağını açarak en küçük oğlan çocuğunu kucaklamasıyla içine atması bir oldu. Şaşırmıştım çünkü bir anne küçük çocuğunu o karanlık, havasız dolabın içine nasıl atardı?…

Akabinde dolabın içinden “Pat… Pat… Pat…” giysiler yağmaya başladı. Anneleri ve küçük kızlar kardeşlerinin fırlattıkları giysileri çöp arabasına istiflemeye başladılar. Ben de durum ilgiyle izlemeye başladım. Esasen ben o anda dolabın içindeki küçük çocuğun sağ ve selametle çıkmasını bekliyordum.

Birkaç adım atınca kadının şaşkın bakışlarıyla karşılaşmam bir oldu. Kadın coşkuyla bir çığlık atarak “Ablammmmmm, sen ne arıyorsun burada…” Ben de muzip bir ifadeyle “Esas sen ne arıyorsun ki bana soruyorsun” dedim.

“İş ablam, bizim işimiz bu…”

Huylu huyundan vaz geçmez dedim içimden. Kimbilir belki de ekmek kapısı olarak görüyordur.

O esnada dolabın içindeki çocuk ayakucuma bir kitap fırlattı. Eğildim ve yerden kitabı aldım. Gözlerime inanamıyordum. Server Tanilli hocamın “Uygarlık Tarihi” isimli eseriydi.

Ben kitaba bakıyorum, kitap bana bakıyordu. Kadın ise soru soran gözleriyle dikkatli bir şekilde beni izlemekteydi.

Ben kadının gözlerine nasıl baktıysam kadın anında benim ne söyleyeceğimi anladı. “Al bu kitap senin olsun ablammmm. Bizde kitap okuyan olmaz. Sen okursun.”

Gözlerim doldu. Bir kadına baktım bir de çocuklara onurlarını kırmadan harçlık vermek için elimi cüzdanıma attım.

Kadın anladı ve bana dönerek “Sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Sen karakolda bize yol parası vermek isteyen hocasın. Sen o akşam orada polisleri tembihlemeseydin o gece bizi nezarete atacaklardı ve biz evimize gidemeyecektik.”

Bu kez şaşırma sırası bendeydi. Yanımdaki kızın cebine biraz para sıkıştırdım. Kadını biraz daha lafa tutarsam polislere enselenir diyerek “Hadi acele edin. Yine yakalanacaksınız. Birazdan polisler gelir buraya…” diyerek uzaklaşırken arkamdan seslendi.

“Ben o polislerin ağzına ……”

Züleyha Akın – 19.07.2022

Son Haberler

İlgili Haberler