Kale ilçesinden Muğla’ya doğru giderken, Gölcük yoluna saptıklarında:
“Bu ne Timur? Ne kadar güzel bir orman yolu, burayı görmemişler mi sence? Nasıl talan edilmemiş buralar? Ula’ya kadar bu yoldan mı gideceğiz?”
Sordukça soran Eylül, Kızılağaç ışıklarından sola dönüp, Sakar’dan inmeye başladıklarında büyülenmiş gibi etrafı seyrediyordu. Bir viraj, bir viraj daha derken Gökova körfezi muhteşem yüzünü nihayet göstermişti. Dizlerinin üzerinde koltuğa tüneyen Eylül’ün nutku tutulmuş; sevgilisinin tanıştıkları günden beri… üç yıldır “Dünyanın en güzel yeri” diye anlatıp durduğu bu tabiat harikası karşısındaydı ve insanı ilk görüşte çarpıyordu.
“Aşk böyle bir şey herhalde, vuruldum!” diye kekelemiş, sonra da Timur’u öpücük yağmuruna tutmuştu… Yol nedeniyle yavaş gittiklerinden, bu yağmurdan olumsuz etkilenmeden Akyaka tabelasına ulaşmışlardı. Yolculuk bitiyordu.
Bu yolculuğu bir ay önce planlamışlardı ve otelde arkadaşlarıyla buluşacaklardı. En son onlar gelmişler, lobide sohbet eden arkadaşlarına katılmışlardı. Akın, Hülya, Yavuz, Gönül, Yadigar, Yetkin, Sevil, Nurullah, Refia hepsi oradaydı… hepsi de öfkeli! Eylül, tatilin ilk dakikalarındaki bu öfkeyi anlıyamıyordu. “Tatile mi geldik, sinir harbine mi” diye düşünmeden edemiyordu. Konuşmalar derinleştikçe Eylül duyduklarından dehşete düşüyordu!
Ormanla denizin öpüştuğü… eşsiz koyları, dillere destan ödüllü mimarisi, akvaryum gibi suyuyla Azmak deresi, mavi bayraklı plajları, orman kampları, yürüyüş yolları, kiteboard ve kitesurf alanları, Kleopatra adası gibi saymakla bitmeyecek özgünlük dolu bu şahaseri yok etmekte kararlı bir avuç bürokrat, son kozlarını oynamışlardı.
Gökova Körfezi, güya koruma amaçlı revizyon imar planı ile yok edilmek isteniyordu!
Bu plan hayata geçerse; ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik zarar görecek, hiç gereği yokken liman inşa edilecek, sit alanı olarak korunan yerler imara ve talana açılacak, Dünyanın sayılı miraslarından biri daha ranta kurban edilecekti. Eylül içinden:
“Otel alanı kadar ormanı yakıp, daha sonra birilerine peşkeş çekmelerini hazmedemezken, bu imar planı düpedüz doğanın bağrına saplanan kör bir bıçak olacak!” diye düşünüyordu…
Yadigar “İmar planı iptali için hazırlanan dilekçeleri çok önemsiyorum, hepimiz bireysel olarak gönderelim” diyordu.
Yavuz “Organize olalım ve çok büyük bir protesto eylemi yapalım” diye ısrar ediyordu.
“Allah cezalarını versin, biz istediğimiz kadar bir tarafımızı yırtalım, bu şerefsizler akıllarına koyduklarını yaparlar” diyen Hülya öfke saçıyordu.
Gönül “Böyle ön yargılı davranıp bizi yalnız bırakmayın arkadaşlar, hep beraber mücadele edelim” diyordu. Herkes bir çözüm yolu arıyor, olanaklı olsun ya da olmasın fikirler bir kafadan diğerlerine yol alıyordu. Bugün ve bu hafta yapacakları tatilin değil, gelecek nesillere bu hazineyi nasıl ulaştırabileceklerinin derdine düşmüşlerdi.
Eylül buğulanan gözleriyle konuşmaları dinliyor, Akyaka’nın henüz görmediği bir çok güzelliği, hemen ortadan kaybolacakmış gibi kederleniyordu. O anda olmasa bile… tarihe, doğaya, hayvana, insana düşman bazıları yüzünden çok yakında yok olmanın başlayacağını hissediyordu. Duygularını daha fazla içinde tutması mümkün değildi, üzgün bir sesle:
“Paradan, ranttan, talandan başka bir şey düşünmez mi bu yaratıklar. Görmedikleri, bir kaç gün de olsa gelip yaşamadıkları… denizin, nehrin, ormanın kokusunu içlerine çekmedikleri bir yer hakkında oturdukları sırça saraylardan böyle kararları nasıl alırlar ya! Gerçekten anlamıyorum.” Cevap Yavuz’dan gelmişti:
“Canım benim; buraya gelseler, görseler, senin gibi görür görmez aşık olsalar da fikirleri değişir mi? Onlar için her yol tek bir yere çıkar; bir kaç müteahhiti zengin etmek ve o zenginlikten paylarına düşeni cebe indirmek için ne gerekiyorsa yapmanın yoluna! Cepleri doldukça; yıkımı, talanı, duyulan acıyı ne görürler ne de hissederler onlar!”
“Yavuz haklı” dedi Sevil, “Ruhsuz, duygusuz, bencil bir güruh sardı dört yanımızı!”
“Olabilir, haklı olabilirsiniz ama buraya gelmeden her görsele baktım, her yazıyı okudum, Timur’dan da yeteri kadar dinledim ve neyle karşılaşacağımı az çok biliyordum. Para da boğulsunlar yine de ama insan böylesine kritik bir karar alırken biraz araştırıp, biraz vicdani yaklaşamaz mı? Belediyelere, Üniversitelere, STK lara, halka sorulmaz mı, danışılmaz mı?”
“Bizim ülkemizde, yapılması gereken ile yapılanlar çok farklıdır. Halkın; korusun, sahip çıksın, değer katsın diye oy verip seçtiği veya seçtiklerinin atadığı birtakım karektersizler ilk önce halkını satarlar. Sonra da para eden herşeyi. Bu imar planı değişikliği ile kimler kimler zengin olacak, kaynaklar nereye akacak hep beraber göreceğiz.”
Akın’ın cümlesinin bitmesini zor bekleyen Hülya ilk söylediğini unutmuş gibi yine öfkelenmişti:
“Ne oluyor be? Delirtme beni Akın! Sanki her şey bitmiş gibi konuşuyorsun. Lamıcimi yok, imar planını iptal ettirmek için her yolu denemeliyiz.”
Eylül, bu tatlı atışma karşısında lobide oturduğundan beri ilk defa gülümsüyordu. Arkadaşlık ve dostluk paha biçilemez bir değerdi. Nasıl da güzel insanlardı, nasıl da hayata dair dertlerle dertlenebiliyorlardı. “Bize ne!” “Ben mi değiştireceğim!” “Ne yapabilirim ki!” lügatlarında yoktu.
Aslında herkesin olması gerektiği gibi insanlardı; doğaya, insana, hayvana, kısacası cana ve canlıya saygılı… kötülüğe ve düşmanlığa arkasını dönmeyen, onunla mücadele etmeyi isteyen ve mücadeleyi seven insanlardı…
Timur yerinden kalkıp, sevgilisinin koltuğunun kolçağına oturarak kollarını onun boynuna doladı.
“Bakıyorum üç yıllık aşkını unutup, kendine yeni aşklar buldun! Haklısın, Gökova aşktır… İnsanın içine sevgisi bir kere girmeye görsün, asla ondan vazgeçemezsin. Biz de ondan asla vazgeçmeyeceğiz, ona yapılan düşmanlık ve kötülük bize yapılmış gibi savaşacağız. Biraz dinlenip, aşkımızın her bir noktasını gezelim ki sen de yeni aşkını iyice tanı, ne dersin?”
“Deli misin Timur? Ne dinlenmesi? Hiç vakit kaybetmeden başlayalım gezmeye. Görecek çok şey var. Gezerek dinlenmek çok daha güzel olur.”
İki sevgilinin hallerine gülen arkadaşlarının da dinlenmeye niyetleri yoktu. Akyaka kumsalından ormanın içine doğru yürüyüşe başlamışlar, eskiden tramplen olan tepeden körfezin güzelliğini seyrediyorlardı. Eylül her anından büyülendiği ve dalıp gittiği ufuklardan gözlerini zar zor alarak arkadaşlarına döndü:
“Gökova aşktır… Bunu tüm yüreğimle söylüyorum. Kirli siyasetçilere, kirli bürokratlara, kirli müteahitlere, rant çetelerine bırakılmayacak kadar büyük bir aşktır. Aşkımızı kaybetmemek için hep beraber savaşmalıyız ve bu mücadelemizi taaa Ankara’ya duyurmak için de elimizden geleni yapmalıyız.”
Çaylak aşık sazı eline almıştı. Timur coşan sevgilisinin ağzını dudaklarıyla kapatmasa nutuk uzun süre devam edecekti.
Herkes ilk görüşte aşık olup nutuk atan kadına gülüyor, öpüşen iki sevgiliyi Gökova’nın o büyülü atmosferinde elleri patlarcasına alkışlıyordu.
Foto: Refia Şimşek