Çok güzel bir kadındı. Gözlerindeki ışıltı ve derinlik, insanı zaten hiç çıkmak istemiyeceği yörüngesine doğru usul usul çekiyordu. İtalya’nın bu güzel şehrine geldiğim on gün olmuştu. On gündür karşılaşıyoruz, on gündür uzaktan selamlaşıyorduk.
Garda gölünün kıyısındaki otelimden çıkıp, fuara o sabah da erken gelmiştim. O da… İki kahve fincanı elinde, geldi karşımda oturdu. O İtalyan’dı ben Dünyalı.
“Artık fuar bitiyor, birlikte bir kahve içelim istedim” dedi.
Gözlerinden kendimi alıp da cevap veremiyordum ki! Sonra dilim çözüldü. Yirmi dakika kadar sohbet ettik. Kahveler bitmiş, gitmek için ayağa kalkmıştı, önce teşekkür ettim. Sonra:
“Kahveler sendendi, akşam yemeği benden dedim.” İçtenlikle kabul etti.
Verona Arenası (Colosseum) önünde buluştuk, meydandaki onun önerdiği lokantada harika sohbetle bezeli bir yemek yedik. Sonra bu güzel yemek ve sohbet için birbirimize teşekkür edip, ayrıldık.
Biliyorum…
Çoğu kadın bu hikayenin arkasından naif bir aşk bekliyor.
Çoğu erkek bu hikayenin arkasından ateşli bir seks bekliyor.
Ya da öyle düşünüyor.
Ya da öyle hissediyor.
Sizi düşüncelerinizle baş başa bırakıyorum!
Bu gibi yemek, kahve, sohbet olayını bir çok ülkede benzer şekilde ben yaşadım, inanıyorum ki sizler de yaşadınız. Sahiplenme yok, “Ya benimsin ya toprağın” yok, birbirini elde edilecek “mal” gibi görmek yok, reddedildiğinde öfke ve utanma yok, illa benim olacaksın yok, şiddet yok, taciz yok, öldürmek yok.
İki insan birbirinden hoşlanır ya da hoşlanmaz. Önce çok hoşlanır, sonra hiç hoşlanmaz.
Vücutlar birbirini çok isteyebilir, ya da tiksinebilir… bilinmez.
İki karşı cins arasında bir standart, bir dizili kural, bir prosedür yoktur… olamaz.
Yaşadığım ülkenin erkeklerinden, kadınlara reva gördükleri; şiddet, taciz, hakaret yüzünden zaten iğreniyordum. Doğru okudunuz iğreniyordum… Artık bu boyut da yeterli değil. Öfkemi ve çaresizliğimi dindirmiyor. Yaşı, geleceği, umudu, düşüncesi, yaşam biçimi ne olursa olsun her gün bu ülkede kadınlar katlediliyor.
Sevgisiz, vicdansız, kültürsüz, ilkel, vahşi, şerefsiz erkek müsveddeleri… hemen her gün kan akıtıyor, can alıyor…
Adalet adalet, devlet devlet değil. Kanunlar erkek egemen toplumda kadının aleyhinde uygulanıyor. Tacizci, dayakçı, tecavüzcü yakalandıktan sonra aynı gün serbest bırakılıyor. Ölmedikten sonra kadının neler yaşadığı kimsenin umrunda değil. Korkuları, yalnızlığı, çaresizliği; polisin de, savcının da, hatta kadının ailesinin de şeyinde değil.
“Şikayetçi olma.”
“Kocandır, az idare et!”
“Dayak yesen de ara sıra, olur aile arasında.”
Diye kadın susturuluyor, bastırılıyor, yok sayılıyor…
Kanunların bile arka çıktığı mahlukat: Şişiniyor, seviniyor, gururlanıyor, “Namus meselesi bu, bana bir şey olmaz” diyor.
Boğuyor, bıçaklıyor, kurşunluyor… öldürüyor. “Ağır tahrik altında işlediğine kanaatle” üç beş yıl ceza yiyip çıkıyor.
Evet her ülkede, her coğrafyada, her ırk insanın içinde şiddet ve öldürme güdüsü var. Evet her ülkede, her coğrafyada, her ırktan iki cins arasında anlaşmazlık ve kavga var. Lakin her gün en az bir kadının öldürüldüğü başka bir ülke yok!
Yobazı da öldürüyor, aydını da.
Anasına tapan zavallılar; karısını, kız arkadaşını, kızını, ablasını öldürüyor ha öldürüyor. Onun da bir ana olduğunu, olacağını idrak edemiyor. Onun da bir insan olduğunu kabullenmiyor. Onun da kendisiyle ilgili kararlar alabileceğini düşünmek bile istemiyor.
Ağır günlerden geçiyoruz. Travmatik hayatlar yaşıyoruz. Pandemi, işsizlik, ekonomik sıkıntı, yoksunluk, yoksulluk almış başını gidiyor. Tüm bu imkansızlıklar elbette düzelir. Elbette insanlar çok çalışarak istedikleri yaşam seviyesine gelebilir. İşimiz, paramız, sağlığımız, gösterişli hayatımız, dinimiz, sosyal çevremiz, aitlik duygumuz… bizi insan yapar mı?
Bugün Muğla’da üniversite son sınıf öğrencisi bir kadın daha öldürüldü. Çok üzülsem de biliyorum bu son değil! Yazmak istedim. Yazarak acımı hafifletmek, yazarak öfkemi dindirmek: Olmuyor ama… çaresizlik duygusu sarıyor ruhumu.
Kadınlığı da, erkekliği de insanca yaşayacağımız bir dünyayı yeniden inşa etmek için önce bu duygudan kurtulmamız lazım.
Kadın da, insanlık da çaresiz değil, olmamalı.
Kadını ile erkeği ile biz biriz. Omuz omuza, sırt sırta verip; gerek protesto, gerek eylem ile kadın cinayetlerine dikkat çekmek için her tür yasal aktivitenin içinde olmalıyız. Kadınların yanlız, kadınların kimsesiz, kadınların çaresiz olmadığını, hastalıklı beyinlere tek tek çakmalıyız.
Değişim en tepeden başlamaz. Herhangi bir ülke başbakanının elinde bayrak sallayarak; “Daha çok özgürlük, herkese adalet, hakça bölüşüm, insanca yaşam” diye sokağa ya da pencereye çıkıp bağırdığı nerede görülmüş?
Kadın cinayetlerini durduracaksak BİZ durduracağız. El ele, yürek yüreğe biz çabalayacağız. Sonunda elbette başaracağız.
Kadınların üzerindeki bu simsiyah örtüyü yırtmanın vakti bence geldi de geçiyor…
Sizce?