GÜRSEL KÖKSAL
Uzun yıllar önce ses sanatçısı ve ardından sinema oyuncusu olarak ünlendikten sonra, yaklaşık 10 yıl önce film yönetmeni olarak atılım yapan Mahsun Kırmızıgül’ün yeni filmi „Vezir Parmağı“, Türkiye’den iki gün sonra Avrupa’da da vizyona girdi.
Türkiye’de bazı çevrelerin karalama kampanyalarına hedef olan, hatta gösterime girmesi bazı kent ve kasabalarda belediye başkanlarınca yasaklanan film, sekiz Avrupa ülkesinde (Almanya, Avusturya, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve İsviçre) yaklaşık 70 sinemada gösteriliyor. Bu ülkelerin başında 36 sinemayla Almanya geliyor. Almanya’yı 8 sinemayla Hollanda, 6 sinemayla Fransa, 5’er sinemayla Avusturya ve Belçika, 3’er sinemayla İngiltere ve Danimarka ve 2 sinemayla İsviçre takip ediyor.
Yönetmenliğini, senaryosunu ve başrolünü Mahsun Kırmızıgül’ün, yapımcılığını da Boyut Film’in üstlendiği filmde, sinemanın tanınmış isimlerinden oluşan kalabalık bir oyuncu kadrosu rol alıyor. Gülben Ergen, Ali Sürmeli,Yasemin Yalçın, Selim Bayraktar, Rana Cabbar, Peker Açıkalın, Ece Uslu, Orçun Kaptan, Derya Şensoy, Levent Sülün, Meral Çetinkaya, Metin Yıldız, Aydan Burhan, Talat Bulut, Fatoş Seymen, Altan Erkekli, Suna Selen, Cihat Tamer, Defne Yalnız, Nuri Alço, Muhammed Cangören, Hayrettin Karaoğuz, Güner Özkul bunlardan bir bölümü.
Vezir Parmağı, Osmanlı İmparatorluğu‘nun uzun yıllardır bitmeyen savaşları nedeniyle hemen hemen tüm erkeklerini kaybeden bir köyün kadınlarının „erkeksiz kalma“ sorunu ve devletin buna çözüm arayışı temaları üzerinde yükselen bir komedi filmi. Kadınların doğrudan kendisine başvurması üzerine başkentetteki vezir, hizmetkarlarından birini sorunu çözmesi için görevlendiriyor. Devletin özel yetkileriyle donatılan güngörmüş hizmetkar, kendince o dönem koşullarına en uygun çözümü buluyor. İstanbul’a çok benziyen başkentteki bir „amele pazarı“ndan seçtiği 5 kişiyi alıp, yola koyuluyor. Kahramanlarımız, savaşta ölüm riskli çok yüksek görevlere gönderilecek fedailer olarak seçildiklerini sanıyorlar. Erkeksiz kalmış bir köy için seçilen „damızlık“ damat adayları oldukları gerçeğini ise yolculuğun sonuna doğru öğreniyorlar ve bundan pek de memnun oluyorlar.
Bir de köyün bağlı olduğu kasabanın yolsuzluklar içinde zenginliğine zenginlik katan, adalet duygusu körelmiş bir kadısı var. Köyde çok sayıda genç ve güzel kadının yaşadığı bilgisini aldıktan sonra, oradaki „erkek eksikliği“ni bizzat gidermek üzere devreye girmeye hazırlanan, yaşlı, çirkin ve hain bir kadı bu. Çevresindeki adamları da öyle…
Burada topladığı „damat adayları“nın kendisine „paşa“ diye hitap etmesinden bile rahatsız olan alçakgönüllü „yetkili“den biraz daha söz edilebilir. O’nun kendisine verilen görevin ötesinde bir planı var. Hamallar arasından elemanlarını seçerken toplumun çok kültürlü yapısını esas alıyor, böylece İmparatorluğun geniş coğrafyasının farklı bölgelerinden farklı etnik kökenlerden elemanlarla işe koyuluyor. Örneğin başroldeki Mahsun Kırmızıgül, bunlar arasındaki Diyarbakırlı Hamdullah tipini canlandırıyor. Bütün bunlar „paşa“mızın Anadolu’nun ortasındaki bu köyün demografik yapısını bir kuşak sonra kökten değiştirebilecek bir hedef güttüğünü gösteriyor. Tabii devletten aldığı ilk talimat böyle bir şey içermiyordu. Emrine verilen kamu kaynaklarını ve otoritesini suistimal etmeyen bir kişi olduğuna göre, „Paşa“nın kendi insiyatifiyle görevine hümanist bir boyuta taşımaya çalıştığı tahmin edilebilir. Tahmin, çünkü yönetmen bu konuyu daha fazla derinleştirmiyor.
Sorunsuz bir yolculuğun sonunda hem İstanbul’da seçilen, hem de onların peşine takılan damat adayları köye vardıklarında kendilerinden beklenen devlet görevinin gerçek boyutuyla yüzyüze geliyorlar. Köyde evlenmek üzere bekleyen kadınların sayısı, gelen erkeklerin 5 katını buluyor, üstelik hepsi taş bebekler gibi genç ve „güzel“ değil, aralarında „güzel olmayanlar“, yaşlılar, şişmanlar yer alıyor… Ama kahramanlarımız, artık devletten düzenli aylık alacakları ve böylece kısa bir süre öncesine kadarki yoksul yaşamlarının sona ereceği yolundaki vaatlerden öylesine mest olmuşlar ki, bunları sorun olarak görmüyorlar bile.
Zaten köyün sorunlarını çözmek üzere başından beri tecrübelerini konuşturan 3 yaşlı kadın, bu konuyu da „sorunsuz“ hallediyor. Kadınlar, daha sonra katılanlarla sayısı 7’ye çıkan damatlara kurayla dağılıyor. Adam başı 4’er, 5‘er kadın olmak üzere ve her yeni hanedeki güzel, güzel olmayan, şişman, zayıf, sarışın, esmer, yaşlı, genç dengesi de gözetiliyor. Bu arada küçük ve hoş bir aşk hikayesi de var. „Kekeme“ Hamdullah ile köyün „dilsiz“ güzel kızı Gülbahar (Gülben Ergen), birbirlerine aşık oluyorlar. Hatta zifaf öncesinde Gülbahar’ın dili açılıyor, konuşmaya bile başlıyor.
Bu arada bir yandan merkezden gelen „paşa“nın yaptığı yolsuzlukları farkedeceği endişesi içinde kıvranan, diğer taraftan da son gelişmeler nedeniyle kendisi için bol kadınlı bir gelecek rüyasından vazgeçmek zorunda kalan kadıya da bir oturuşta onlarca nikah kıyma görevi düşüyorlar.
Herşey yoluna girmiş gibi görülürken, köy büyüğü kadınların, kadı’nın tarifiyle „suyu suya katarak, elde ettikleri ayranı bol miktarda içtikten sonra cesaretlenip, „biz de koca isteriz“ taleplerini dillendirmeye başlamasıyla ortalık karışır gibi oluyor. Üstelik istedikleri koca da kadı efendinin ta kendisi. Ama bu arada „Paşa“nın evlenmesi yolundaki tavsiyesini emir telakki eden kadı, köyün en uyanık kadınıyla başgöz ediliyor da buradan çıkabilecek kargaşa atlatılıyor.
Aynı anda birçok evde herbiri oldukça hareketli ve keyifli yaşanan zifaf gecesine ilişkin sahneler ve ertesi sabah köy meydanındaki sohbetler, artık sorunun çözülmüş olduğunu ve mutlu sona erişildiğini düşündürüyor. Ama öyle değil ve izleyiciyi bir sürpriz daha bekliyor…
Çok sayıda erkek ve Avrupai giyimli güzel kadınlardan oluşan büyük bir kafile köye giriyor. Kim bunlar? Kafiledeki erkeklerle, köyün kadınları birbirlerini nereden tanıyorlar? İzleyici tam bu soruların yanıtını da bulur gibi olurken film bitiyor.
Vezir Parmağı, vasat bir komedi filmi. Aslında güzel bir konusu var. Savaşlar nedeniyle erkek nüfusunun azalması, çok kadınlı evlilikler, kumalar arasındaki hiyerarşi gibi „eski toplum“un sosyal gerçekleri üzerinde yükseliyor. Ama bu kurgunun gerçekçi olması gerekmiyor. Öncelikle güldürmeyi ve eğlendirmeyi hedefliyor. Bunu büyük ölçüde başarıyor da. Çok güzel mekanlarda gerçekleştirilen başarılı çekimler, oyuncuların ileri derecede profesyonelliği, özenle hazırlanmış kostümler, „gorkmirem“ ve „tavuklarım var“ gibi şarkılarla çekilmiş her biri birbirinden güzel müzikli, danslı sahneler, filmin artıları.
Ama eksileri de var. Örneğin kadınları „erkek delisi“ gibi gösteren cıvık diyaloglar, belden aşağı düzeysiz, bayağı cinsel espriler, gülmeye kilitlenmiş izleyiciyi aniden hüzne davet eden sulu gözlü diyaloglar… Özellikle erkeksizlik sorunu dile getirilirken gerçekleştirilen diyalogların bir bölümü, „bu sadece bir komedi filmi“ mazeretiyle geçiştirilemeyecek düzeyde cinsiyetçilik kokuyor. Filme adını veren „vezir parmağı“nın sahneye çıktığı bölüm de öyle.
Sonuçta bu filmi izlerken eğlenip, gülüyor, ancak bu arada yönetmenin kadın konusundaki tercihini kabullenmeyip, „erkeksiz geçirdikleri dönemde insana yakışan bir yaşam sürdürdükleri anlaşılan filmin güçlü ve iyi kadın kahramanlara daha özenli bir yaklaşım“ beklentimizi bir kenara not alarak, sinema salonundan çıkıyoruz.
Ama Mahsun Kırmızıgül‘ün bu filmi, siyasi kampanyalara hedef olduğu için, artık sinema ve eğlenlendirme kalitesi açısından değil, ağır suçlamalar bağlamında gündeme geliyor. İnanılır gibi değil ama çok sayıda belediye başkanı, memurlar, „Osmanlı kötü gösteriliyor“, „ecdadımız aşağılanıyor“ gibi suçlamalarla, filmin gösterimine engel oluyor, yasak koyuyor. Böylece filmi programına almayı planlayan sinema sahiplerini de baskı altına alıyor. Hükümet yanlısı medya aracılığıyla yayılan ağır suçlamalar, sosyal medyanın da katkısıyla katlanarak yayılıyor.
Mahsun Kırmızıgül, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalarla eleştirileri yanıtlamaya ve kendini savunmaya çalışıyor. Ancak, nefret söylemleri ortamı öylesine zehirlemiş ki, artık onun karşıtlarıyla bir diyalog şansının kalmadığı görülüyor. Tabii bu ağır saldırılar, büyük bir bütçeyle gerçekleştirilen bu yapıtın ticari başarısını da etkiliyor. Yapımcı şirket Boyut Film de, yine sosyal medya üzerinden bir açıklama yaparak yaşananları „karalama, yasaklama ve sansür“ olarak niteledi ve sinema sektörünü tüm kurum, sanatçı ve çalışanlarıyla bunlara karşı çıkmaya çağırdı. Ama bilindiği gibi Türkiye artık referandum sürecini yaşıyor. Bu çağrıların toplumda karşılık bulması artık çok zor.
Görünen o ki bu film, aslında iyi ya da kötü bir sinema ürünü olup olmadığını bilmeyen, çünkü oturup izlememiş olan kesimlerin hedefi olmaya devam edecek.
Tabii bu durum, Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü, sanat ve sanatçı özgürlüğü açısından „gorgunç“ tabloyu yansıtıyor.
Filmin bir sahnesinde çölde yolculuk yapan kahramanlarımız hep birlikte Azerbaycanlı Şair Mirza Alekber Sabir’in yazdığı ve Yavuz Top’un yorumuyla muhteşemleşen „Gorkmirem“ şarkısını söylüyorlar. Bilindiği gibi „gorkmirem“ vurgularıyla başlayan eser, sonunda „gorkirem“le biter, „gorkirem bala gorkirem“le..
Elbette başka bir coğrafyada, başka bir zamanda kaleme alınmış. Ama sanki bizim coğrafyaya da, bizim zamanımızda yazılmış gibi…
Son bölümü hep beraber hatırlayalım:
“(…)
Bu gorkmamazlığım ile, bu gorkmamazlığım ile
Vallahi bala, billahi bala, tillahi bala
Harda bir yobaz görirem
Harda bir softa görirem
Harda bir molla görirem
Gorkirem bala gorkirem bala gorkirem
Gorkirem bala gorkirem
Kandan fikirlerinden
Riyakar zikirlerinden
Gorkirem bala gorkirem bala gorkirem bala
Gorkirem bala gorkirem bala gorkirem
GORKİREM BALA GORKİREM” (8 Şubat 2017)
Vezir Parmağı’nın Avrupa’da gösterildiği sinemalar:
http://www.boyutfilm.com/tr/haberler/vezir-parmagi-avrupa-sinema-bilgileri/