1.3 C
Almanya
Cumartesi, Kasım 23, 2024

Türkiye’nin iç savaşa sürüklenişi

Prof. Dr. Örsan K. Öymen, Türkiye’nin hızla iç savaşa sürüklenişini yazdı.

HDP_binasi_atese_verildi
Yurt genelinde HDP binaları ateşe verildi

Odatv’ye HDP, MHP ve AKP’nin terörle ilintisini irdeleyen Öymen ve politikacı üç partinin de şiddeti ve terörü teşvik edici söylemlerine dikkat çekti. AKP’nin göstermelik bir operasyon dışında İŞİD’e karşı harekete geçmediğini kaydeden Öymen, Özgür Suriye Ordusu’nun hayali olduğunu, El Nüsra ve İŞİD gibi örgütlerin Türkiye içinde örgütlendiğini belirtti.

İşte Örsan K. Öymen’in ilgiyle okuyacağınıza inandığımız yazısı:

Türkiye, cinnet geçiren bir ülke görüntüsünde. AKP hükümetinin, Türkiye içinde ve dışında, sivillere karşı gerçekleştirilen İslamcı IŞİD terörünü önleyememesi, hatta bazı çevrelere göre, bunu kasıtlı olarak önlememesi, bunun arkasından da, PKK terör örgütünün eylemlerini arttırması sonucunda, onlarca asker ve polisin şehit olması, ülkeyi yeniden kan gölüne çevirdi.

IŞİD terörü de, PKK terörü de, AKP’nin yanlış iç ve dış politikaları yüzünden, başta Güneydoğu ve Doğu Anadolu olmak üzere, tüm ülkeyi kaosa sürükledi. Türkiye kendisini bir anda, Orta Doğu bataklığının içinde buldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın Padişahlık sevdası ve hırsı dışında bir gündemi olmayan AKP, Türkiye’yi bir felakete doğru sürüklemeye devam ediyor.

Dünyada, her türlü örgütlü terör ve şiddetin, “siyasi” bir alt yapısı vardır. Aslında buna “siyasi” dememek gerekir, çünkü siyaset, tanımı, doğası ve özü gereği, terör ve şiddeti dışlar. Ancak, siyaset yaptığını iddia eden “siyasetçilerin” bazıları, terörü ve şiddeti teşvik edecek türden bir “siyaset” yaptıkları için, siyaset ve terör de artık iç içe geçmiş iki terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Örgütlü şiddet ve terör, her zaman, şiddeti ve terörü teşvik eden, tehdit eden ve hedef gösteren siyasetçilerin söylemlerinden beslenir.

AKP, MHP ve HDP bunun tipik örnekleridir. Bu üç parti de, sık sık, şiddeti ve terörü teşvik edici söylemler ve eylemler içerisine girmektedirler. Bu söylemlerden ve eylemlerden etkilenen, bunlardan cesaret ve ilham alan tetikçiler de, bunun sonucu olarak, terör ve şiddet uygulamaktadırlar.

MHP VE TERÖR

MHP bu tarzın Türkiye’deki en eski örneğidir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda MHP’nin ve ona bağlı Ülkü Ocakları’nın söylemleri ve eylemleri nedeniyle, sosyalist, komünist ve sol görüşlü kişilere karşı terör saldırıları başlatılmış, çıkan ve yıllarca süren çatışmalarda, iki taraftan da, binlerce vatandaş yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde MHP, ABD’nin “Soğuk Savaş” stratejisinin bir parçası olarak, SSCB’den gelen “komünizm tehlikesine” karşı, CIA, Pentagon ve “Kontr-Gerilla” tarafından kullanılmıştır. MHP o yıllarda, farkında olarak veya olmayarak, emperyalizmin uşağı konumuna düşmüştür. MHP’nin bu tuzağa düşmesiyle ilgili süreç, Türkiye’yi 12 Eylül askeri darbesine kadar götürmüştür.12 Eylül askeri darbesi de, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan en büyük felaketlerden birisi olmuştur.

MHP o yıllardan bir ders almış mıdır, almamış mıdır bilinmez. Ancak önceki gün Türkiye’nin sokaklarındaki tabloya bakıldığında, MHP’nin çağrısıyla yapılan PKK’yı protesto gösterilerinde, bazı MHP’lilerin HDP ve CHP binalarına yönelik gerçekleştirdikleri saldırılar, MHP içindeki bir çok kişinin hala akıllanmadığının ve şuursuzluktan kurtulmadığının en açık göstergesidir.

MHP,Türkiye’yi büyük bir felaketin içine sürükleme potansiyeli olan saatli bir bombayı, serseri bir mayını andırmaktadır. MHP, 1970’lerde olduğu gibi, bir kez daha Türkiye’yi bir felaketin içine sürüklerse, bunun bir daha telafisi olmaz. Padişah sevdalısı Erdoğan ve Sadrazam olmaya razı Davutoğlu, HDP’yi ve PKK’yı provoke etse bile ve HDP ile PKK bu provokasyon tuzağına düşse bile, MHP bu provokasyonlardan hiçbirisine gelmemeli, bu tuzaklara kesinlikle düşmemelidir.

HDP VE TERÖR

HDP, MHP’nin 1970’li yıllardaki halini andırmaktadır. HDP’li politikacıların büyük çoğunluğu, PKK’yı bir terör örgütü olarak görmemekte, PKK ile devletin resmi ve yasal güvenlik güçlerini aynı kefeye koymakta, PKK terörünü, siyasal mücadelenin bir parçası olarak kullanmaktadır. HDP, Kürt sorunu konusunda yaşanan haksızlıkları siyasal bir platformda TBMM’de çözeceğine, PKK’yı elinde bir koz ve şantaj unsuru olarak kullanmakta, PKK’ya endeksli bir politikadan kurtulamamakta, PKK ile bağlarını tamamıyla kopartamamaktadır.

HDP’nin anlaması gereken şudur: HDP hem siyasal, hem silahlı mücadele veremez. Dünyanın hiçbir demokratik ve uygar ülkesinde böyle bir ilkel anlayış yoktur. HDP’nin yüzde 10 barajını geçerek TBMM’ye girmiş olmasına rağmen, hala PKK ile arasına net ve kesin bir çizgi çekememesi büyük bir talihsizliktir. IŞİD’in Kobani saldırıları da, IŞİD’in Suruç’ta gerçekleştirdiği katliam da, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onlarca PKK hedefini yerle bir ederken, göstermelik olarak sadece birkaç IŞİD hedefini vurması da, PKK terörünü haklı çıkartmaz, PKK terörünün gerekçesi olamaz.

Türkiye’de haksızlığa uğrayan sadece Kürtler değildir. Komünistler, sosyalistler, sosyal demokratlar, Atatürkçüler, Kemalistler, laiklik savunucuları, ateistler, agnostikler, Aleviler, Lazlar, sömürülen işçiler, çiftçiler, köylüler, memurlar, kadınlar vs. Bu liste böyle uzayıp gider. Türkiye’de her haksızlığa uğrayan eline silah alıp teröre başvursaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti, büyük bir iç savaşın derinliklerinde yok olup giderdi. Bu nedenle, hala PKK’ya umut bağlayan ve terörle hak aramaya kalkan Kürtler, bir an önce akıllarını başlarına toplamalı ve bu ilkel, feodal yöntemlerden kurtulmalıdır.

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, PKK’nın eylemlerini eleştirmesi ve PKK’nın eylemlerini durdurma çağrısı samimi midir, yoksa 1 Kasım seçimlerinde tekrar barajın altında kalmamak için göstermelik midir, açıkcası, o da belirsizliğini korumaktadır. Çünkü yapılan “çatışmasızlık” çağrıları bile hala, PKK’nın yasa dışı bir terör örgütü olduğu gerçeğini görmezlikten gelmekte, PKK’yı bir şantaj ve tehdit aracı olarak yan cebinde yedeğinde bekletme stratejisinin bir parçası olarak ifade edilmektedir.

HDP bu kritik dönemde, PKK ile bağlarını tamamıyla kopartamazsa ve PKK ile arasına çok ciddi ve samimi bir mesafe koyamazsa, büyük bir olasılıkla, 1 Kasım seçimlerinde, tekrar barajın altında kalacaktır. Bazı vatandaşlar bu olayların faturasını AKP’ye kesecektir, ama Doğu ve Güneydoğu Anadolu dahil, tüm Türkiye’den bazı seçmenler de,bunun faturasını HDP’ye kesecektir. AKP kadar, HDP de, yıpranmadan payını alacaktır. Buna ek olarak, CHP tabanından HDP’ye kayan ve yaklaşık yüzde 2-3 oranında olduğu tahmin edilen oyların tamamına yakını da, CHP’ye tekrar geri dönecektir.

AKP ve Erdoğan’ın bu süreçte istediği de zaten budur. Çünkü HDP barajın altında kalınca, AKP tek başına iktidar olacaktır, Erdoğan’ın da Padişahlık hayalleri gerçekleşecektir. Şu anda PKK da, HDP de, farkında olsalar da, olmasalar da, AKP’ye ve Erdoğan’a hizmet etmektedirler.

AKP VE TERÖR

AKP’ye gelince, İslamcı siyasi partilerin terör ve şiddet ortamına zemin hazırladıklarına dair, yakın geçmişte ve günümüzde, bir çok örnek bulunmaktadır. Dünyadaki İslamcı terör örgütleri her zaman “siyasi” zeminlerden beslenirler. Taliban, El Kaide, El Nusra, Hamas, Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Boko Haram, IŞİD gibi geçmişte veya günümüzde terör eylemleri gerçekleştiren örgütlerin hepsinin “siyasi” uzantıları veya “siyasi” ilham kaynakları mevcuttur. Hepsinin motivasyon kaynağı, İslamcı siyasettir.

Türkiye’de, Milli Selamet Partisi ve Refah Partisi eski Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde başlayan İslamcı siyaset geleneği de, İslamcı terör için bir zemin oluşturmuştur. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu cinayetleri ve 37 kişinin öldüğü Sivas katliamı, 1990’lı yıllarda buna dair yaşanan trajik örneklerdir.Hatta Sivas katliamını gerçekleştirenlerin bazıları RP üyesi çıkmış, Erbakan’ın sağ kollarından birisi olan Şevket Kazan da, Sivas katliamını gerçekleştirenlerin avukatlığını yapmıştır.

2000’li yıllarda İslamcı siyaset misyonunu, Erdoğan ve AKP üstlendi. Bu yıllarda da, İslamcı terör odakları rahat durmadılar. El Kaide’nin Türkiye uzantıları, Bet İsrail Sinagogu, Neve Şalom Sinagogu, HSBC Bankası ve İngiltere Başkonsolosluğu’nda bombalı saldırı düzenlediler. Bunun sonucunda 57 kişi yaşamını yitirdi, 1000’e yakın vatandaş yaralandı.

2015 yılında, Temmuz ayında, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde, IŞİD’in Türkiye’deki uzantıları tarafından gerçekleştirilen ve 33 sivil gencin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan bombalı saldırı da, İslamcı terörün Türkiye’deki son örnekleri arasında yerini aldı. PKK’nın eylemlerini arttırması ve PKK terörünün yıllar sonra yeniden başlaması da bu olaydan sonra oldu.

Bir siyasetçinin terör ortamına zemin hazırlaması için, kendisinin bizzat terör eyleminde bulunması veya teröriste, “Al sana silah ve bomba, git şunu öldür” demesi gerekmez. Siyaset içindeki anti-demokratik ve anti-laik uygulamalarla birlikte, şiddet, nefret, öfke, tehdit ve hedef gösterme söylemleri de, İslamcı teröre zemin hazırlar. Bazı vatandaşlar bu uygulamaları ve söylemleri sadece sandığa yansıtır, bazıları ise teröre yansıtır. Nitekim İslamcı terör eylemlerini gerçekleştirenlerin söylemleriyle, İslamcı siyasetçilerin söylemleri genellikle büyük ölçüde örtüşür. Bunu anlamak için basit bir araştırma yapmak yeterlidir. O nedenle, siyasetçiler, terör eylemlerini ne kadar kınarlarsa kınasınlar, bu hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü o teröristleri o eylemlere yönlendiren etken, o siyasetçilerin uygulamaları ve söylemleridir.

ÖZGÜR SURİYE ORDUSU HAYALİ BİR OLUŞUMDUR

Siyasi söylemler bir yana, somut güvenlik önlemlerine de bakacak olursak, AKP hükümeti, bir kaç göstermelik operasyon dışında, IŞİD terörünü önlemek için bugüne kadar ne yapmıştır? Aksine, Suriye’deki Esad rejimini devireceğim diye, El Nusra ve IŞİD gibi İslamcı terör örgütlerinin Türkiye üzerinden Suriye’de ve bununla birlikte Türkiye içinde de örgütlenmesine yol açmıştır. “Özgür Suriye Ordusu” bir palavradan ibarettir. “Özgür Suriye Ordusu” İstanbul’da beş yıldızlı otel lobilerinde tatil yapan hayali bir oluşumdur ve Suriye’deki etkisi de sınırlıdır. Erdoğan ve Davutoğlu’nun Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmeye çalışma operasyonundan doğan otorite boşluğunu, önce El Nusra, sonra da IŞİD doldurmuştur.

AKP Türkiye’yi ne yazık ki bir terör hücresine dönüştürmüştür. Bir taraftan IŞİD, bir taraftan da PKK, AKP döneminde, Türkiye’de zemin bulmuştur. AKP, terör örgütü PKK ile müzakere yolunu seçerek, PKK’yı hem şımartmış, hem de meşrulaştırmıştır. Üstelik AKP, PKK ile müzakereleri, PKK’nın silahlı güçlerini sınır ötesine çekmesi koşuluyla gerçekleştirdiğini söylemiştir. PKK silahlı güçlerini sınır ötesine çektiyse, bu kadar çok eylemi, sınırlarımızın içinde, nasıl gerçekleştirmektedir?! “Çözüm Süreci” diye halka yutturmaya çalıştıkları safsata, PKK’nın Türkiye’de daha fazla silahlanması ve zaman kazanması sürecine mi dönüştürüldü?! Hükümet ve iktidar olan bir siyasi parti, yani AKP, yani Erdoğan, bu süreci nasıl engelleyemedi ve PKK’yı, en azından Türkiye sınırları içinde, nasıl oldu da kontrol altına alamadı?! Cumhurbaşkanı ve eski Başbakan Erdoğan, Başbakan ve eski Dışişleri Bakanı Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel bunun hesabını nasıl verecekler?! Erdoğan, Davutoğlu, Fidan ve Özel dörtlüsü, en azından şehitlerin onurunu ve şerefini düşünerek, bu konuda Türk halkına bir açıklama yapmakla yükümlüdürler ve bu konuda tarihi bir sorumluluk altındadırlar.

Bu konuda Türkiye’yi yönetenlerden ve sorumluluk sahibi olanlardan bugüne kadar ne duyduk?! Erdoğan’ın öfke dolu bağırmaları ve çağırmaları, Davutoğlu’nun fantastik masalları, Fidan’ın ve Özel’in kamera karşısındaki sessiz sırıtmaları dışında akılda kalan somut bir şey var mı?!

AKP bugüne kadar, ister IŞİD terörü olsun, ister PKK terörü olsun, teröre karşı nasıl bir önlem almıştır?

AKP’NİN ŞİDDET KOLLARI

AKP’nin, IŞİD ve PKK terörünün canlanmasındaki rolü dışında,söylemleri ve politikaları nedeniyle, başka şiddet ve terör olayları da yaşandı. Bunun en trajik örneklerinden bir tanesini Gezi olaylarında yaşadık. AKP ve Erdoğan’ın talimatları sonucunda,iktidarı protesto gösterileri yapan vatandaşlara uygulanan polis şiddeti ve terörü sonucunda, 8 kişi yaşamını yitirdi, onlarca insan sakat kaldı, binlerce vatandaş yaralandı.

Üstelik AKP’nin şiddet kolları polisle de sınırlı kalmadı, sivil topluma da sıçradı. AKP’nin sivil şiddet kolları, Gezi olayları sırasında palalı esnafa, son olarak da, Hürriyet Gazetesi’ne saldıran yabanilere kadar uzandı.Erdoğan’ın ve AKP taraftarı medyanın sık sık hedef gösterdiği Hürriyet’e saldıran grubun yanıbaşında, AKP İstanbul Milletvekili ve Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın da vardı. Tescilli bir Atatürk, rejim ve laiklik düşmanı olan ve Erdoğan-Davutoğlu ikilisi tarafından milletvekili yapılarak ödüllendirilen ve TBMM’ye sokulan bu zavallı zat, topluluğu galeyana getirip nutuk atma işini üstlendi, tetikçiler de ellerine taşları ve sopaları alıp binaya saldırdılar. Büyüklerinin izinden “başarıyla” yürüyen bu genç “siyasetçiyi” de, önümüzdeki yıllarda daha çok göreceğiz herhalde.

DİN, MEZHEP, ETNİK KİMLİK SİYASETİ

Sorunun temeli, din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapmakta yatmaktadır. Din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyasetin yapıldığı bir ülkeden barış çıkmaz, sadece şiddet, terör, savaş, bölünme ve parçalanma çıkar. Bunun en çarpıcı örneğini de bugün Orta Doğu’da ve İslam dünyasında görüyoruz.

AKP İslam dini ve Sünni mezhebi üzerinden siyaset yapıyor. MHP Türk etnik kimliği üzerinden siyaset yapıyor. HDP de Kürt etnik kimliği üzerinden siyaset yapıyor. İnsanlık tarihinde, dincilikten de, şovenist milliyetçilikten de, barışın, demokrasinin, adaletin ve özgürlüğün çıktığı görülmüş şey değildir. Buna dair tarihte ve günümüzde tek bir örnek bile yoktur. İslamcı AKP’den, Türkçü MHP’den ve Kürtçü HDP’den barış çıkmaz, ancak savaş, şiddet, terör, bölünme ve parçalanma çıkar. Bu işin doğası gereğidir ve neredeyse yer çekimi yasası kadar kesin bir toplum yasasıdır. Tarih bu yasayı her zaman doğrulamıştır.

İslamcılık, Türkçülük ve Kürtçülük ilkel akımlardır. Bu tür ilkel akımların da demokratik ve uygar toplumlarda yeri yoktur. Bunu sadece İslamcılar, Türkçüler ve Kürtçüler değil, kendilerine “liberal-demokrat” diyen bazı kesimler de yıllarca anlayamadı veya anlamamak işlerine geldi! Bugünlere gelmemizde onların da büyük sorumluluğu vardır. Onlar da tarihin utanç sayfalarında yerlerini şimdiden aldılar.

Türkiye’ye baktığımızda, bu üç partinin toplam oy oranı yüzde 70’i buluyor. AKP, MHP ve HDP’nin toplam oyları bu civarda. AKP yüzde 41, MHP yüzde 16, HDP yüzde 13. Yani Türkiye’de siyasetin yüzde 70’i, İslamcı, Türkçü ve Kürtçü siyasetin tekelindedir! Bu son derece vahim bir tablodur. Bu tablodan barış, huzur, birlik ve bütünlük çıkmaz. Sadece şiddet, savaş, terör, bölünme ve parçalanma çıkar.

ÇÖZÜM NEDİR?

Elbette bu sorunun çözümü uzun vadede çok karmaşık ve zordur. Yeni bir devrim süreci yaşanmadan, geniş çaplı bir ulusal eğitim seferberliği ve sosyal adalet temelli ekonomik kalkınma modeli kurulmadıkça ve uygulanmadıkça, Türkiye’nin toparlanması çok zordur. Türkiye ne yazık ki bu yapısıyla, uçurumdan aşağı yuvarlanmaya mahkumdur.

Geniş halk kitlelerinden oy alabilen ve din, mezhep, etnik kimlik siyasetinden, diğer partilere göre daha uzakta durabilen Cumhuriyet Halk Partisi’ne sahip çıkmaktan başka bir yol yoktur.

CHP’nin mevcut yönetiminin birçok yanlışı ve eksiği vardır. CHP yeni ve etkin bir yönetimle genel seçime girseydi, en iyisi bu olacaktı. Ancak erken genel seçimin Kasım ayında yapılmasından dolayı, bu olanaklı olmadı. CHP’deki bu yanlışların ve eksiklerin giderilmesine yönelik olarak, 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonraki Mahalle, İlçe ve İl Kongreleri ve Kurultay sürecinde, mutlaka bir çözüm bulunmalıdır. Ancak şu andaki süreç genel seçim sürecidir. 1 Kasım 2015’te erken genel seçimin yapılacağı resmen ilan edilmiştir ve buna bağlı olarak da CHP’deki Kongre ve Kurultay süreçleri ertelenmiştir.

Seçim sürecinde, sorumluluk sahibi tüm vatandaşlar ve vatanseverler, Türkiye’nin büyük bir iç savaşın içine sürüklenmesini önlemeli, CHP’yi iktidara taşımalıdırlar. Bunun dışında yapılabilecek hiçbir şey yoktur.

Örsan K. Öymen

odatv.com

Son Haberler

İlgili Haberler