Bugün size elimdeki kitaptan bahsetmek istiyorum. Kenti Gözleyen Kule, Sedat Tuna Yalıncan’ın Eylül 1998’de çıkardığı İzmit’e dair öykülerden oluşuyor. Bu öyküler M.Ö 262 yılındaki kuruluşundan günümüze uzanan çok geniş bir dönem içinde İzmit’i anlatıyor. Kitabı elinize alınca, sırf bu yüzden bile okunmaya değer diye düşünüyorsunuz. Ama öykülerin içine girdikçe olay farklı bir boyut kazanmaya başlıyor. Yazarın doğduğu günden beri yaşadığı bu topraklarla çok derin bağlar kurduğunu görüyorsunuz. Üstelik bu bağlar aynı zamanda evrensel değerlerle iç içe geçmiş durumda. Zaten yazar, önsözde bunun ipucunu veriyor size. “Belki de evrensel düşünüp yerel davranmak, güzel ülkemiz ve insanlarımızı daha aydınlık yarınlara taşıyacaktır.”
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümdeki öyküler, mitolojiyle bezenmiş bir şekilde İzmit’in tarihi geçmişini anlatıyor. Daha çok anı niteliğindeki ikinci bölüm altmışlar, yetmişler, hatta seksenler İzmit’inin ve bu dönemlerde yaşayıp belleklerde yer etmiş renkli kişiliklerin izini sürüyor. Üçüncü bölümse düşsel gerçeklik atmosferinde yazılan öykülerden oluşuyor.
Kitap İzmit’in kuruluş öyküsüyle başlıyor. Bir kartal tanrılara adanmış küçükbaş hayvanı kapıp Bağçeşme yakınlarındaki tepeye götürüyor. Adağın bulunduğu mermer sunağın yakınından çıkan bir yılan onu karadan takip ediyor. Kral Nikomedes bu olayı kâhinlere yorumlatıyor. Böylece yaşlanmış Astakoz kenti bu tepeye taşınarak Nikomedia adını alıyor. Sonraki öykülerde Nikomedia’nın büyük bir askeri deha olan Hanibal’ı konuk edişi ve büyük bir deprem felaketinden sonra ünlü Roma İmparotor’u Hadriyanus’tan gördüğü yardım anlatılıyor. İlerleyen sayfalarda Nikomedia Orhan Gazi tarafından Selçuklu topraklarına katılıp bir Türk ili haline getiriliyor. Adı gitgide değişerek Nükumidiya, İsnikumidiya, İsnikomid, İsnikmid ve İzmit haline geliyor. Sonraları İzmit, rüzgârlarındaki garip fısıltılarla İzmit söylevini veren Atatürk’ü ağırlayarak kurtuluş hareketinin karşısında duran Ali Kemal’i linç ediyor.
Kitaba adını veren Kenti Gözleyen Kule adlı öykü, insanlığın zamanı ölçmeyi yeni yeni keşfettiği dönemlerde Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan İzmit Saat Kulesi’ni konu alıyor. Ne yazık ki büyük emeklerle yapılmış olan güzelim kule zaman içerisinde bakımsızlıktan eski ihtişamını yitiriyor. “Kuleler üzülemez, kızamaz, düşünemez mi sanırısınız?” (s.38) Yazar İzmit Saat Kulesi’nin üzüntüsünü yürekten hissediyor. Çünkü bu kulenin çok uzun yıllar şehri yukarıdan izlemiş devasa büyüklükte bir canlı olduğunu biliyor. Onu günümüze eski görkemli haliyle taşıyamamanın büyük bir insanlık suçu olduğunu düşünüyor.
İkinci bölümde pek çok renkli karakter konuk oluyor kitaba. “Eski bir Osmanlı başpehlivanını andıran iri ve görkemli gövdesi, çizgili pijama pantolonu, iç fanila ve terliklerden oluşan sokak kıyafetiyle uzun mesafelerden kolayca tanınabilen” (s. 48) Zekeriya bunlardan en başta geleni. Yoluna çıkan insanların mallarına el koymakla tanınıyor. Ama derdi büyük vurgunlar yapmak değil, sadece karnını doyurmak… İş Zekeriya ile bitmiyor tabii. İzmit’in delisi çok… Minibüs şoförlerinden harçlık isteyen mavi işçi tulumlu Sedat’ı mı ararsınız, patlıcan burunlu sosyete hamalı Hasan’ı mı yoksa cigaracı Yamyam Faik’i mi… Yazar İzmit’i köşe bucak gezip bir bir bu renkli karakterlerin izini sürüyor. Baç kabadayısı Tek Hüsamettin, İzmitli Romus ve Romulus Kardeşler, Kahveci Hüso, Guguliler Çetesi lideri Ruhi, Papağan Meyhanesi’nin sahibi Katil Hayri ve Değirmendereli Kulaksız Bekir tek tek konuk oluyor öykülere. Ama sizi öykülerin içine çeken sadece bu renkli karakterler olmuyor. Okurken İzmit’i yaşıyorsunuz. Bağçeşme civarında bulunan cüzamlıları atmak için yaptırılmış Mit Kuyusu’na giriyorsunuz mesela. Tepesi atmış bir halde küfürler savura savura yürüyen Zekeriya ile birlikte Fethiye Caddesi’nden aşağıya doğru iniyorsunuz. Minibüs şoförlerinden para isteyen Sedat’la İzmit Lisesi’nin yanındaki çocuk parkında zaman geçiriyorsunuz. Demiryolu Caddesi’nde sosyete hamalı patlıcan burunlu Hasan’ın maceralarını izliyorsunuz. Vatman Sabri’nin, dünyadan habersiz bir şekilde sevdiği Şoför Recep’i düşünen Emine’ye çarpma anına tanık oluyorsunuz. Yetmişli yılların bir faytonundan gelen kırbaç sesi şaklıyor kulaklarınızda. Cumbalı evlerin, kesme parke taşlı dar sokakların aralarından geçiyorsunuz. Bakırcılar Çarşısı’nı bekleyen köpekle tanışıyorsunuz. Oysa şimdinin İzmit’inde ne Bakırcılar Çarşısı var, ne de o köpek… Yitip gitmiş bir dönemin acısını yüreğinizde duyuyorsunuz.
Üçüncü bölümde yazarın Gogol tadındaki hayal gücüne çok daha fazla tanık olabileceğiniz öyküler var. İzmit Müzesi’nde tanrılara mahkeme kurdurup duyarsız müze çalışanlarını yargılıyor mesela. Çınar yaprakları arasına gizlenmiş yazıtı inceliyor. Merihlilerle karşılaşmasını anlatıyor. İnsanların vefasızlıkları yüzünden Körfez Cadısı’na dönüşen Körfez Perisi Olbia’yı tanıyor, Kartepe’deki ağaçların yazarla sohbetine tanık oluyorsunuz. Bir fotoğrafçının gördüğü düş içindeki düşü her cümlesinde biraz daha şaşırarak okuyorsunuz.
Beni yazdığı kitap sayesinde bu güzel yolculuğa çıkaran Sedat Tuna Yanlıncan’a teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.
Sedat Tuna Yalıncan Hakkında: 1959, İzmit doğumlu bir diş hekimi. Mitoloji ve soyut sanatlara düşkün… Caz müziğine, enstrümanları iyi kullanan ve doğaçlama yapan virtüözlere bayılır. Miles Davis ve Chick Korea hayranıdır. Rakı ile balığı, kırmızı şarapla peyniri sever. Deisttir. Ölümün, bilinçaltının bedenden serbest kalması ve yeni bir doğuş olduğuna inanır.