İnsanoğlu yüzyıllardır doğal afetler ya da ölüm gibi içinden çıkılmaz durumları rahat karşılayabilmek adına, sığınabileceği birtakım güçler arar. Kişileri, nesneleri, yerleri ya da kavramları yüceleştirerek bu güçlerin odağında kutsallarını oluşturur. Böylece kendini, yarattığı devasa devlerin ellerine koşulsuz şartsız teslim etmiş olur. Zaman içerisinde, kafasında ya da hayatında kutsalların edindiği yer büyüdükçe onlardan kalan alan gitgide daralır.
Kenan Çığır’ın 2018’de Ozan Yayıncılıktan çıkmış Tanrı’nın Biyografisi adlı kitabı, bu türden bir kurgunun romanıdır. Girişte egazete.de genel yayın yönetmeni Kazım Doğan tarafından yazılmış ön söz yer alır. Sonraki sayfada ise Kenan Demir’in üzerinde uzun uzun kafa yormaya değecek sözü bulunur: “Kendi kendimize konuşmakla, kendimizle konuşmak arasındaki fark; deli ile filozof arasındaki farka benzer.”
Sonra, kırk dört yaşında, çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca konuşan, gazeteci ve biyografi yazarı başkarakter Erkan Demir’le tanışırız. Ancak Erkan’ın çalıştığı hiçbir gazetede dikiş tutamamasına sebep olan kavgacılık, acelecilik ve peşin hükümlük gibi kötü sayılabilecek özelliklere de sahip olduğunu görürüz. Daha ilk sayfada, işten kovulduğunu öğreniriz. Son derece yumuşak bir kişiliğe sahip olan eşi, Derya’yı tanırız. Erkan’ın aksine, olaylara sağduyulu yaklaşımıyla ilk andan sevgimizi kazanır. Sonra aralarındaki tutkulu ilişkiye tanık oluruz. Erkan’a “cancağızım” diye hitap ettiğini ve Erkan’ın bundan çok hoşlandığını okuruz. “Bir kadın, sevdiği adama bakıp bu kadar mı güzel cancağızım derdi?” (s.21)
Erkan, alışkanlıklarından vazgeçmeyen bir karakter olarak dikkat çeker: “Kalbimin ve ruhumun bir yerlerinde tutuculuk vardı. Hep gittiğim tatil yerlerine gitmeyi, hep aynı meyhanede içmeyi, dinlenmek ve kafa dağıtmak için, aynı ortamlarda bulunmayı seviyordum.” (s.114) Sürekli iç sesiyle konuşuyor olması bizi kitabın başındaki Kenan Demir’in sözüne götürür.
İşten kovulmasından hemen sonra, Saint Boint Fransız Lisesi’nden çağrılır. Vukuatlarıyla ünlü, zeki fakat haylaz kızı Deniz, yine okulda sorun çıkarmıştır. Hoş ve bakımlı, fakat bir o kadar da dominant biri olan, adının Başak olduğunu çok daha sonra öğreneceğimiz okul müdürü, Deniz’le ilgili olan sorunu tatlıya bağlar. Erkan odaya girdiğinde biriyle telefonda konuşmaktadır.
Hemen ardından, “Serhat, sen beni dinlemiyorsun. Tanrı bile olsan, artık seninle bu konuda görüşmek istemiyorum.” (s.17) diyerek telefonu adamın suratına kapatır.
Bu arada Erkan’a Gana Cumhuriyeti’nin başkenti Akra’dan bir telefon gelir. Kendini yönetim kurulu başkanı olarak tanıtan telefondaki sesin sahibi güzel zenci kadın Pumza, Makafui adındaki büyük bir şirketler grubundan söz eder. Grubun yöneticisi Xolawuba’nın, Erkan’a biyografisini yazdırmak istediğini söyler. Akra’da yapılacak olan bir ön görüşme ayarlanır.
Tam da burada, Xolawuba’nın Türkçesi “Tanrı”, bir metafor olarak karşımıza çıkar. Gücün dünya üzerinde en büyük göstergesi paradır. Nitekim “Tanrı’ya şükürler olsun” anlamına gelen Makafui şirketler grubunun yöneticisi, biyografisini yazması karşılığında Erkan Demir’e olması gerekenin çok üstünde bir rakam teklif eder. Bu denli zengin ve güçlü bir adamın neden Erkan’ı seçtiğine bir türlü akıl erdiremeyiz.
Akra’nın Gana Cumhuriyeti’nde başkent olduğunu ve Gana kelimesinin “savaşçı kral” anlamına geldiğini okur, ona bu adı veren tarihsel boyutu öğreniriz: “Elmina Kalesi’ni görmediysen, gör lütfen. Bu topraklarda özgür doğup köle tacirleri tarafından yakalanarak kaleye hapsedilen ve binlerce kilometre uzağa satılan insanlarımızın çığlıklarını hala duyabilirsin.” (s.132)
İlerleyen sayfalarda Erkan’ın arkadaşı Koltuk Nizam, gittiği balıkçının sahipleri Bahri ile İsmail, kızı Deniz’i götürdüğü Eğreti Osman konuğumuz olur. Her birini ayrı ayrı çok severiz.
Romanında bizi en çok heyecanlandıran, Serhat’in gerçek ailesi ve onu Büyütüp Tanrı olmasını sağlayan Makafui ailesini tanıdığımız bölümler olur. Bu bölümlerde, çok büyük sır perdeleri aralanır. Her iki ailenin de kendine göre trajik olan hikâyelerini okuruz. Böylece Tanrı metaforunu çok daha iyi anlamlandırma şansımız olur. Tanrı’ya yüklenen büyük gücün bedelini düşünürüz.
Bu arada Erkan’ın hayatında işler sarpa sarar. “Acı dolu üç kelime dökülmüştü ağzımdan: Offf, bittik biz!” (s.108) Hayatıyla birlikte, çevresi de büyük bir değişim içindedir. Her zaman gittiği balıkçı lokantasının ortakları ayrılır, kendilerine başka ortaklar bulurlar. Bütün bunları karşılamak değişime kapalı biri için hiç de kolay olmaz. Yine de hayat şu ya da bu şekilde devam eder. “Her şey olağandı. Her şey olabilirlik sınırları içerisindeydi. Ölümler, doğumlar, savaşlar, ayrılıklar, tutkular, cinayetler, sevgiler ve nefretler… Yaşanmıştı, yaşanıyordu ve yaşanacaktı.” (s.114)
Romanın sonunda, Tanrı metaforu yeniden karşımıza çıkar. Ölümü neden hiç hesaba katmadığımızı düşünürüz. Romanda Tanrı’ya gönderme yapılan güç sadece para değildir. Kutsalları oluştururken yaşanılan sınırsız teslimiyet, göz ardı edilemeyecek kadar tehlikeli sonuçlar doğurur. Kişi, kendi elleriyle inşa ettiği kutsallarla aslında kendi sonunu hazırlamış olur.
Nitekim yazar romanın sonunda, bunu açıkça dile getirir: “İç sesim haklıydı; kendimiz ve çevremiz için yarattığımız kutsallar, tabular, vazgeçilmez saplantılarımız, sonumuz oluyordu ve kendi canavarımızı kendimiz yaratıyorduk.”
Romanın sade ve esprili dili bir oturuşta okuyabilmemizi sağlar. Çok iyi kurgulanmış ve en ince ayrıntılarına kadar adım adım planlanmıştır. Yazar nerede neyi vermesi gerektiğini çok iyi bilir. Bu nedenle, son sayfasına kadar merak ve heyecan uyandırır. Serim, düğüm ve çözüm, kademe kademe ilerler. Okuduklarımız bizi her defasında bir kez daha şaşırtır. Pişmanlık yaşatmayacak, hayatımıza artı değerler katabilecek bir roman. Herkese kesinlikle tavsiye ederim.
Kenan Çığır Hakkında:
1962 yılında, Afyon’da doğar. 9 Eylül Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirir. Özel sektöre ait farklı pek çok kurumlarda yönetici olarak çalışır. 2014 yılında emekli olduktan sonra yazmaya başlar. 2016 yılında yayınlanan ilk kitabı Güzel Gözlü Kadın‘da beş ayrı öykü yer alır. 2017 yılında çıkan diğer romanı Göçmen Kızı ile yazar, farklı hayatlara yelken açarak, insan ilişkilerini irdeler. 2019 yılındaki Aşk Gözlüğü adlı kitabında ise, deneme ve köşe yazıları yer alır.