Hayata dair sınırlara takıldım bugün. Evden çıkamamanın yarattığı kapatılmışlık hissiyle başladı bu yolculuk. “Neredeyim ve nerede olmak istiyorum?” derken “Kimim ve kim olmak istiyorum?” diye düşünmeye başladım. Yapmak istediklerim yaptıklarım arasında çok büyük uçurumlar var. Toplum baskısı, ayıplar, günahlar, nedeni bilimsel olarak açıklanamayan, hatta çoğu kez bir nedeni bile olmayan dizi dizi yasaklar silsilesi…
Bunların pek çoğu kadın olmanın lanetli yanları… Asi ruhumla asla bağdaşmıyor. Belki de haksızlık ediyorum. “Yaşama hakkım elimden alınmadığı için mutluyum!” demeliyim. Öyle ya, her gün sayısız kadın, bu lanetin sonucu olarak hayatını kaybediyor. Her şeyin alınıp satıldığı, bütün güzelliklerin yok edildiği, ilişkilerin vıcık vıcık olduğu bir dünyada kadın olmak şöyle dursun, insan olmak bile zor iş…
Hiçbir zaman tek vücut olabilecek kadar yaklaşamadığım, kendimi bildim bileli hayallerimi süsleyen büyük aşkımı hatırladım: Özgürlük onun adı. Platonik aşklar nasıldır bilirsiniz. Somut hiçbir yanı yoktur hislerinizin. Hayalinizde canlandırdığınız gibidir sadece. İstediğiniz şekilde ete kemiğe büründürür, çektiğiniz acı hiç bitmesin diye göz önünde bir yerde tutarsınız.
Artık özgür olmak istiyorum. Özgür yaşamak ve özgür düşünmek… Her türlü baskıdan uzak, kendi başıma kararlar verebilmek… Ama ona ulaşmak ne mümkün? Platonik aşka dönüşmüş bir kere. Yaklaşırken bile kilometrelerce uzaklaşıyorum aslında. Savaşlar veriyorum uğruna. Ve bu savaşların yeni sınırlar çizdiğini görüyorum. Özgürlük, gerçekte nedir, ne değildir, ayrı bir konu. Ama şundan kesinlikle eminim ki hayatı başkalarına göre yaşayan biri için sadece düşsel bir kavramdan ibarettir.
Toplumu özgürleştirme adına verdiğim siyasi mücadele, kişisel alanlarıma girerek bir anda hayatımı darmadağın edebiliyor. Aynı sendika içerisinde iki grup asıl düşmanlarını bırakıp nedensiz bir şekilde birbirine diş biliyor. Çünkü bu ülkede insanlar benzer fikirleri savunsalar da bir arada yapamıyorlar. Kitlesel bir yürüyüş sırasında, devrimci geçinen adamlar, devleti, polisi bir yana bırakarak “Ah o Hasan!” diye naralar atabiliyorlar. Çünkü özgürlük savunduğumuz fikirlerde değil, kafamızın içinde.
Yaşadıklarım, hayal ettiklerimin çok uzağında. Akşam olsun, bugün geçsin, hafta sonu gelsin, pandemi bitsin… Bunlar benim son günlerde sık sık dillendirdiğim, ardı arkası gelmeyen açmazlarım. Hayat bana ders verirken acımasız davranıyor. Geçsin diye can attığım bütün bu zaman dilimlerini aslında ömrümden çalıyor. İşin kötü yanı, zamanın acımasızca akıp gittiğini görüyor, bununla ilgili hiçbir şey yapamıyorum.
Çevremdeki insanların ve kurumların her biri sıraya giriyor sınırlar koymak için. Kısıtlamalar hiçbir zaman bitmiyor. Kimi kadın oluşumu dayıyor önüme, kimi anne, kimi öğretmen… İşaret parmakları hep havada… Kimse bana ne yapmak istediğimi sormuyor. Aynı fikirleri savunuyor bile olsak, onların istediği kişi olamıyorum. Belki de kurduğumuz toplumsal hayat çökmüştür. İyiyle kötüyü ayıramaz hale gelmiştir zamanla. Mağara devri ilkelliğine dönmemiz gereklidir yeniden başlayabilmek için. Çünkü o parmaklar beni yanlış yönlendiriyor. Bazen kabuğuma çekilip sessizce kabullenmeye çalışıyorum. Ama görüyorum ki, bunun sonu yok. Zamanla her biri boynuma takılmış halkalara dönüşüyor. Başımı kabuğumdan çıkarmaya korkuyorum.