1.4 C
Almanya
Salı, Kasım 19, 2024

Pazartesi Yazıları: Yoksun – Kenan Çığır

Bir ebe edasıyla dikmişti gözlerini alacakaranlığa, sancıların çoğalmasını duyumsuyordu. Hiçbir katkısının olmayacağını bile bile doğuma, şaşkın ve telaşlı baba pozları takınarak ve sabırsızlıkla bekliyordu… elinde, içmekten çok yer gibi ağzına götürdüğü bir cigarası eksik, oturduğu koltukta ileri geri sallanıyordu.

Sancılar sıklaştıkça yüzünü bir aydınlık, doğum başladığında tenini kızıl bir ateş basmaya başlamıştı. Nihayet… nihayet gün doğuyordu.

Uykusuz bir gecenin daha sonuna gelmenin sevinci sarıyordu, saçtan tırnağa bedenini! Bedbaht halinden sevinçler çıkartmak da sadece ona yakışıyordu.

İki hafta olmuştu: Yüzü yüzünden, sesi kulaklarından, elleri bedeninden, düşlediği buralardan gideli… ondört gün, ondört gece, çok uzun bir zaman değilse de geçmekte ayak direyen saatler bunu nereden bilecekti? Yüreğinin ibadethanesinde, tekrar kavuşmak üzere adaklar adasa da nafile! Işığın boşluktaki muhteşem hızı gibi, saniyede üçyüz bin km ile… o sadece bir anlığına görünmüştü.

Meczup haline üzülüp, seslensem kendine gelmesi için, sitemimi duyar ve anlar mıydı?

“Yorma, üzme kendini boş yere, aslında sana hiç gelmeyen senden gider mi? Nedir azizim bu hüsnükuruntun?” Desem, mesela… Sonra acımasızca devam etsem söylevime:

Senden bir iz taşımayan, sana hülyalarında yer vermeyen… aslında varlığının ya da yokluğunun onun için hiç bir anlamı yokken… kuru bir “merhaba” seslenişinin çıplaklığı, öylesine bir dokunuş, masumane bir öpücük, yorgunluktan ağır gelen başını dayadığı omuzuna yüklediğin bunca anlam niye?

Şaşkın şaşkın ama yakarcasına yüreğine düşen yıldırımlar hangi mevsimin habercisi? Güzel, güzel olduğu kadar imkansız bir hayalle oturup kalkan ama tek başına dahi artık yatamayan bir insana dönüşürken, bu şizofrenik durumun sevdayla tanımlanabilir mi? Yoksa, o insanın gıyabında onunla yaşadığını düşündüklerin, kulağına çalınan bir şiirin tam da ruhuna denk gelen dizeleri mi?

“Ve belki kim bilir?
Kitap okurum
İçinde sen varsın
Şarkı dinlerim içinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım, karşımda sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım, karşı

Saat dört, yoksun
Saat beş, yok.
Altı, yedi, ertesi gün, daha ertesi
Ve belki kimbilir? Kim bilir?”**

Sevdan; ki varsa eğer… bir annenin yavrusu için öğrendiği dilde saklıdır. “Kamber Ateş nasılsın?” cümlesindeki insanı ezen, çürüten, hüngür hüngür ağlatan, o kırık dökük ve sesini duyurmak adına yeni öğrendiğin dilde…

Yüz dil de bilsen, sesini duyurabilir, hasretini dindirebilir misin?

Sevdan; ki varsa eğer… onaltı yaşındaki bir çocuğun bilmediği, tanımadığı, anlayamadığı veya istemediği bir insana besleyemediği o duygudan daha mı masum açmazların var?
Boğazına dayanıp ileri geri sürtülen o bıçağı hissederken, “Beni çok sevdi, kan donduran vahşeti bu yüzden!” diyebilir misin?

Sıla bir kez ölürken, sen yüz kez ölmüyorsan, bir insanı gerçekten sevebilir misin?

Dört bir yanda: Acı, öfke ve çaresizlik bire bin çoğalırken:

Sevdaymış!

Uykusuz gecelermiş!

Tende yaşanan çırpınışlarmış!

Sen, doğurttuğunu düşündüğün gün kadar yaşadığını zannetsen de…
kalbini mülteci olarak, gidenin yanına katsan da…
beyaz bir çarşaf üzerinde ter içindeki sevişmelerini mutlulukla tanımlasan da…
onun nezdinde ya da gerçeğin hassas terazisinde yoksun! Toz zerresi kadar değerin yok bu hayatta.

Dünyaya kısacık ziyaretinde insan olamadan ve insanca bir iz ya da nida bırakamadan çekip gideceksin. Bil ki, yokluğun uykularının kaçtığı gecenin gizemi kadar, arkasından söyleyebildiğin ya da dinlediğin sevda türküleri kadar konuşulmayacak.

Sen…

Geceyi gündüze katan… yemek için, gezmek için, sevişmek için yanıp tutuşan… sadece kendi kazançlarıyla mutlu olup; zevkin, hüznün ve acının sadece sana dair olduğuna inanarak, kulaklarını ve gözlerini vizyonun ölçüsünde birkaç metrelik alanda sabitleyen…

Sen… İnsanoğlu.

An gelince İpek anayla, an gelince Sıla’yla, an gelince Erzurum’un çaresiz çocuğuyla; dertlenip, öfkelenip, utancından hıçkıra hıçkıra ağlayıp, içinden bir şeylerin koptuğunu hissetmiyorsan ve şanın, cebin, partin, karşı cinse duyduğun sevda, yakın çevrene olan hassasiyet ağır basıp, bir türlü insanoğlu insan olamıyorsan…

“Geççek geççek!” bu aymazlık bir gün bitecek, bu karabasan elbet kalkacak üzerimizden desem de olmuyor işte olmuyor! Umarsızca yaşamak sana yakışmıyor, beni insanlığımdan utandırıyorsun.

Sevmek insana dair biliyorum.
Yemek, içmek, aldığın nefes, gezmek, mal mülk, para pul… hepsine eyvallah.
Sabaha kadar uyumadan aşk acısı içinde günün doğumuna tanık olmak şairane, anlıyorum.

Diyorum ki;

Kendine ve yaşamına dair kaygı ve endişelerin seni gerçek sen yapan duygular değil, anla artık. Sen, başkalarının dertleriyle ve acılarıyla yüreğinde paydaş olabiliyorsan sensin. Hiç tanımadığın insanlar için dertlendiğinde, acı çektiğinde ve hatta sevinçten havalara uçtuğunda… insanoğlu insansın.

Anlaştık mı? Şimdi nasılsın? Son kez soruyorum:

Kamber Ateş… Ayşe, Hüseyin, Selma, Mahmut, Zeynep, Veli… nasılsın?

Günaydın…

Dünyada ve bu coğrafyada, vahşet ve acının son bulacağı bir hafta diliyorum.
“Ahh benim iyimser yanım!”

Kenan Çığır
21.02.2022

Antalya

**Nazım Hikmet

Son Haberler

İlgili Haberler