Fikret’in serzenişlerini dinlememek değildi amacı… bazı akşamlar ister yalnız olsun, isterse arkadaşlarıyla, bir yıl önceki o çaresizliği tekrar tekrar yaşıyor, gözünün önündeki o sahneyi asla silemiyordu. Öyle akşamlardan biriydi…
“Bitir artık bu işkenceyi Ayhan, yalvarıyorum birşeyler yap!”
Yüreğini burkan bu isteğin ağırlığı, kulağının içinden geçerek yerleştiği zihninden uzun yıllar gidecek gibi değildi.
Aynı mahallede beraber büyüyüp, aynı okullara gittiği, aynı siyaset yolunu seçip birlikte acılar çektiği, insanla dertlenip her türlü haksızlığa kol kola isyan ettiği can dostunun, hastalığının son evresinde yanı başından ayrılmıyordu.
Yattığı yerde çektiği acılardan bunalıp ondan kendisini öldürmesini istediği o gece… yalan söylediğini bile bile “Geçecek bu günler, sen iyileşeceksin. Düşünme böyle şeyler.” diyebilmişti. Can dostunun yatağının karşısındaki koltukta bir ara uykuya dalmış… gözlerini açtığında, onun soğuk bedeniyle gözünden bir damla yaş gelmeden kucaklaşmış, bir gün bir yerlerde buluşmak üzere vedalaşmıştı.
Ayrılık sonrası, kendini yorgun ve bitkin hissettiği günlerde vazgeçmişti umut tacirliğinden…
Olmuyordu işte! Ne kadar güzelleme yaparsan yap hayat daha da çekilesi olmuyordu…
Yoksunluklar, yoksulluklar, gün be gün düzeleceğine daha da derinleşiyordu…
Ahlak ve erdem her koşulda kazanacağına ahlaksızlık dört nala koşuyordu…
Can dostuna ve/veya kendisine bir hayrı dokunmadığına göre, insanlarla niye cebelleşecek, onlara rağmen onların haklarını niçin savunacaktı? Bitki gibi yaşayamayacağını bilse de kaybının yaşattığı çaresizlikle üzerindeki ölü toprağını bir türlü atamıyordu. Her giden, kalanlardan bir şeyler götürse de can dostu giderken isyankar ruhunu yanına alınca, geriye ona dair bir şey kalmamıştı.
Fikret, hala onu eleştirmeye devam ediyordu:
“Ciddi mi söylüyorsun Ayhan, umurunda değil mi? Tepki koymaktan, tartışmaktan, eleştirel yaklaşıp konuyu köpürtmekten ne ara vazgeçtin?”
“Bütün bu yapmadığımı düşündüğün şeyleri yaparsam ne değişecek?”
“Pes be birader, ne oldu oğlum sana? Bizden önce girerdin tartışmaya, haksızlığa isyan eden tavrın yüzünden hep biz seni sakinleştirirdik. Bir şey söylesene! Sen değil misin ‘Üzerine gittiğiniz her şeyi değiştiremezsiniz ama üzerine gitmediğiniz şeyleri hiç değiştiremezsiniz!’ diyen?”
“Fikret bir saattir kafa ütülüyorsun… O lafı kullanıyorum ama bana değil, JF Kennedy’ye ait. Şöyle anlatayım sana;
Bir çocuğun eline verilen mikrofon ve söyletilenler beni gerçekten hiç şaşırtmıyor…
‘Balıkçının önünden geçmeye korkuyorum!’ geyikleriyle zerre kadar ilgilenmiyorum…
Bir sevginin iple, halatla, baltayla insanların kalbinden sökülebileceğini düşünen zavallılara sinirlenemiyorum…
Bu beni umursamaz yapıyor ve seni de şaşırtıyorsa, birbirimizle konuşmaktan yorulmuşuz be dostum.
Üstelik sen benimle konuşmuyorsun, bana (!) konuşuyorsun ve sadece teyit edilmeyi bekliyorsun. Gaza gelmemi, nutuklar atmamı, twitter silahşörü olmamı istiyorsun.”
“Hoppala! Oğlum biz seninle artık gündeme dair konuşamayacak mıyız?”
“Gündem bu mu? Bin liraya varan doğalgaz, beş yüz liraya varan elektrik faturaları… On liraya satılan bir demet marul, otuz liraya varan bir kilo sebzenin fiyatı hiç mi dikkat çekmiyor? İşsizlik, kapanan işyerleri, intiharlar, cinnetler, toplumun her katmanını saran öfke nöbetleri ve gün geçtikçe yozlaşıp ahlak fakiri olan bir toplumun travmalarını niye konuşmuyorsun?
Bırak içinde bulunduğun ülkenin gün be gün yoksullaşıp yok olmasını… Dünyada 2.6 milyar insan yemek pişirme şartlarından yoksun yaşıyor, bu ne zaman gündem olacak? Kısır politikalar içinde oyalanmanı isteyen ve böylelikle büyük resmi görme diye çırpınan erkin ekmeğine neden ballı kaymak sürüyorsunuz?
Mizahi yaklaşsan anlayacağım, hem geyik yapıp hem de meydanlarda Hülya, Nazım, Akın, Eylül, Mehmet, Yavuz’lar gibi protestolarda yer alsan yine anlayacağım, sadece eleştirmekle ve aymazlıkları köpürtmekle nereye varacaksın? Dost sohbetlerinde ya da sanal alemde kendini tatmin etmek yetmiyor artık farkında değil misin? Eylem kardeşim… eylem zamanı geldi de geçiyor…
Ben kalkıyorum, kafam iyi oldu ve bu kafayla ülkeyi ve dünyayı kurtarmaktan bıktım. İyi geceler dostum.”
Ertesi sabah, yataktan iki adım ileride ve yerde ters yüz olmuş pantolon, koridorda kapüşonlu sweat, dış kapının önündeki mont, bir miktar baş ağrısıyla birlikte… manzara Ayhan’a geceyi hatırlatıyordu…
Gece ve sabahki bu ruh hali uzun zamandır üstüne yapışmıştı.
Artık eskisi kadar çok çabuk incinip kırılmasa da yaşadıkları karşısında umursamazca takındığı tavrı kendisine bile anlatamıyordu. Olan biten karşısında “Bunu da mı görecektim?” safsatasını çoktan bir kenara bırakmış, duydukları karşısındaki şaşkınlıktan kalp atışlarının hızlandığı ve avuç içlerinin terlediği günler çok geride kalmıştı.
Entelektüel çatışmalar, ağız dalaşları, öfke patlamaları, isyankar ruhuyla birlikte çok uzaklara savrulmuş, kemiğinden sıyrılıp bir kenara bırakılan löp et gibi o da kendince çürümeye başlamıştı.
Dişlerini fırçalarken aynada gördüğü yüze bakıp kafasını iki yana salladı. Ağzından tıslar gibi cümleler dökülüyordu:
“Fikret seni eleştirmekte haksız mı oğlum? Kendine acımaktan, bitki gibi yaşamaktan, tonlarca yükün altında eziliyormuş ayaklarından ne zaman vazgeçeceksin?”
Sorduğu soruya ya da kendine verecek bir cevabı yoktu. Kahvesini içerken hızlıca haberlere göz attı. Ülkede direniş büyüyordu. Kargo şirketleri, AVM’ler, metal işçileri, tekstil işçileri, belediyeler… büyük bir topluluk hak arayışı ve insanca muamele için sesini yükseltmeye başlamıştı. İyiye alametti bu iyiye… güzel şeylere gebeydi hayat.
Uzun zaman sonra keyifle twet attı:
#SiparişEtmeBoykotEt
Günaydın…
Ölü toprağı silkeleniyor üstlerden…
Herkesin insanca şartlarda yaşayabileceği kazanımların elde edileceği, mutlu ve sağlıklı bir hafta diliyorum.
Kenan Çığır
07.02.2022
Antalya