Elinde evirip çevirdiği, yerel süslemeli üç santimetre kalınlığındaki bu bileziği Hindistan gezisinde almışlardı. Düşündükçe dün gibi hatırlıyordu; o gezide ne çok gülmüşler, ne çok eğlenmişlerdi. Sara gidene kadar o bileziği bileğinden kolay kolay bir daha çıkartmamıştı. Hiç bir kıyafetine uyum sağlamasa da kolundaki duruşunu beğeniyordu. Taylan Sara’nın gidişinden sonra tüm eşyalarını dağıtmış, bileziği birilerine vermek istememişti.
O kadar dalgındı ki; Bozcaada’daki Kelebekler Oteli’nin kapısı açılmış, kırklarında bir kadın burnunun ucuna kadar gelmiş, ona ve elindeki bileziğe dudağının kenarına oturttuğu gülümsemeyle bakıyordu.
“Neden insan insanın yüküdür? Bazı insanlar bazı insanları neden hep sırtında taşır?”
Kadının orada olmasına hayret edip, kendisine sorduğu soruyla hayata dönen Taylan:
“Hoş geld! Anlamadım!” diye ağzında bir şeyler gevelemiş, kadına bakıyordu.
“Yüklerimizden kurtulamıyoruz diyorum… Bu bazen bir insan oluyor, bazen de ondan geri kalanlar. Kimi zaman sivri dilimizin, egolarımızın, kaprislerimizin sayesinde sırtımızdan attığımızı düşünüyoruz ama atamıyoruz.”
Kelebekler Oteli’nin küçücük girişindeki iki koltuktan birine oturan kadın, bir bilezikten felsefi bir sohbet başlatmıştı! Taylan şaşkınlıkla gidip kadının karşısındaki boş koltuğa oturdu. Kadın adını söylediğinde, rezervasyonu olan ve bugün beklediği bir misafir olduğunu anlamıştı. Şimdi kayıt işleriyle falan uğraşamazdı.
“Pınar hanım bu söyledikleriniz elimdeki bilezikle mi ilgili?”
“Kesinlikle… Kapıyı açtım, yanınıza kadar geldim, bir şeyler söyledim, siz burada yoktunuz! Bilezikle astral bir seyahate çıkmıştınız. İşte… insanoğlunu boğan bir yük daha diye düşündüm. İstanbul’da bir öğretmen arkadaşımla aynı evi paylaşıyoruz. O kadar boğuldum ki iki gün de olsa kapağı buraya attım.”
“Geçinemiyor musunuz?”
“Keşke bu kadar basit olsa!” diyen Pınar, gözlerini yere dikmiş susuyordu.
Taylan yavaş yavaş kadına gıcık olmaya başlamıştı. Uçuk saçık çok kişiyi misafir etmişti ama kendinden emin ve bilmiş tavırları, konuşmayı istediği gibi… bir durdurup, bir sürdürmesi yüzünden kadının yanından kalkmaya karar vermişti. Pınar bunu anlamış gibi kaldığı yerden konuşmaya devam ediyordu:
“Geçinmek çok sorun değil ki Taylan Bey, yeter ki geçinmeye gönlünüz olsun. Benim kastettiğim sırtınızda taşıdığınız, zaman zaman yüküyle ezildiğiniz insanları ne yazık ki çok sevmeniz. Hakkında şiirler, romanlar yazılan sevgi bazen ızdırabınızın kaynağı oluyor. Ne kadar sorun çıkarsa da bu insan, “onu seviyorum bunu da atlatırız” diye düşünüyorsunuz.”
Taylan ağzı açık kadını dinliyordu.
“Karşınızdaki insanın sivri dilini bazen çekip koparmak istiyorsunuz. İtiraf edemezseniz bile, bazen de kopması gereken dil sizinki oluyor. Neden insanları sırtımızda taşıyoruz Taylan Bey, neden o yükleri hayatımızdan sonsuza kadar çıkartmıyoruz? Bileziğin sahibi nerede bilmiyorum ama siz de o yükün altında ezilmiyor musunuz?”
“Olayı ortaya koyuş biçiminizi doğru kabul edersek; bileziğin sahibi için demek ki ben kocaman bir yük olmuşum. O da bir gün aniden yükünü atıp, çekti gitti. İrlanda’ya ailesinin yanına döndü. Giderken yanında hiç bir eşyasını götürmedi. Hepsini dağıttım, bir bu kaldı…”
“Üzdüm sizi, kusura bakmayın.”
“Hayır üzülmedim. Sadece çok dolmuşsunuz ve konuşmaya ihtiyacınız var, anlıyorum. Anlatın dinlerim ama sizinle aynı fikirde buluşmamı beklemeyin benden. Benim için bu bilezik bir yük değil, yaşanmışlıkların küçük bir simgesi.”
“O simgeler bizi geçmişe zincirlemiyor mu?”
“Pınar Hanım, sevgiye bir yük olarak bakmak bana göre değil. Bir insanı sevmeniz, onun her davranışını ya da her söylediğini mutlulukla onayladığınız anlamına gelmez. Benimle nasıl konuşuyorsanız, yanlış bulduğunuz davranışları da muhatabınızla konuşmanız gerekir. Belki o da sizin herhangi bir tutumunuza böyle bir savunma yani sizi gerecek bir davranış biçimi geliştirmiş olabilir. Etki tepki desek kısaca! Bence ilişkiler yük olmaya başladıysa sevgiler yitmeye, gönül çiçekleri solmaya başlamıştır. Kendinizi “onu hala seviyorum” diye kandırıyor olabilir misiniz?”
“Sevgiliniz gibi, sizce ben de çekip gitmeli miyim?”
“Biz Sara’yla oturup konuştuk. Gitmesine birlikte karar verdik. Anladık ki sevgimiz bu ilişkiyi devam ettirebilmek için yeterli değil. Birbirimizi birer “yük” ya da düşman gibi görmeden, o güne kadar yaşadıklarımıza anılarımızda sahip çıkmaya karar verdik. Gördüğünüz gibi bir bilezikte ben tüm güzel yaşanmışlıkları hatırlıyorum. Sorunuza geri dönersek, çekip gitmeniz gerekiyorsa mutlaka yapın. Şimdi sevdiğiniz insan, siz ölene kadar kalbinizde iyi bir yer edinir… Yükünüz dayanılmaz olmaya başlayıp da kötü bir ayrılık yaşarsanız; anısına sığınacak bir bileziği dahi görmek istemezken, sevginizin nefrete… hatta düşmanlığa döndüğünü görürsünüz.”
“Bilemiyorum Taylan Bey, haklı olabilirsiniz ama mazoşist bir tarafım var galiba. Acı çekmeye devam etsem de sürdürmek ister gibiyim.”
“Karar sizin. Ben hiç bir ilişkinin arkadan iterek ve zorlayarak devam etmesinden yana değilim. Toplumun dayattığı “elalem ne der?” gibi sorular da hiç umrumda olmaz. Yaşamı kısacık bir konaklama olarak gördüğüm bu dünyada, mutsuz olmaya değer mi? Ya da sizin gibi böyle acı çekmek, yüklerle boğuşmak ne kadar doğru? Dünyadaki konaklamanızda mutsuzluktan keyif alsanız da burada yani Kelebekler Oteli’nde sizi mutsuz eden her olumsuzluğu ortadan kaldırmak için varız. Hadi gelin kaydınızı yapalım da Bozcaada’da size iki gün de olsa yüklerinizi unutturalım.”
“Otel ücretine terapi de dahil mi?”
“Hayır hanımefendi, faturada ayrıca fiyatlandırıyoruz. Bugün şanslı gününüz ki bu seans size otelimizin küçük bir hediyesi. Hem biz terapi yapmadık ki; sadece sohbet ettik. Siz İstanbul’a döndüğünüzde yüklerinizden arınmış olursanız, Kelebekler Oteli de sizin için bir simge olmayacak mı? Tıpkı elimdeki şu bilezik gibi, ne dersiniz?”
Foto: Pixabay