Saat 10’a geliyordu. Duşun altında biraz ıslandıktan sonra alelacele giyinip, kendimi odadan dışarı attım.
Begonvillerin arasından sıyrılıp, otelin içinde akan buz gibi sudaki rengarenk balıkları seyrederek kahvaltı salonuna doğru yürüyordum.
“Kahvaltıya gidiyorsan, sana eşlik edeyim!” Diyen, bir sesle irkildim.
Gökova / Akyaka ve bu otel (Yücelen) benim uzun yıllardır sığınağımdı. Bu civarda çok insan tanıyordum ve zaten toplantı için gelmiştim, seslenen mutlaka bizden biriydi.
Sağa, sola, arkaya baktım kimse yok! Belli ki, odalardan bir ses kulağıma çalınmıştı. Deniz kenarındaki masalardan birine oturup; pandemi nedeniyle kendin alamadığın, garsonların getirdiği kahvaltıyı beklemeye başladım. Akyaka’da sabah ve deniz yine harikuladeydi…
Gözlerimi denize çevirmiş, huzurun iliklerime dolmasının hazzını yaşarken, sandalyenin çekilme sesiyle masaya döndüm.
“Seslendim ama cevap vermedin!” Diyen, 25 yaşlarında bir adam “oturabilir miyim?” bile demeden gelip karşıma oturmuştu. İleride kel olmak üzere körfezler açılmaya başlamış bir kafanın ön yüzünde seksenli yılların bıyıkları… ayağında uzun süredir yıkanmadığı belli bir kot… üstünde borda renkte kareli uzun kollu bir gömlek… ayağında kırmızı espadriller… Bu da kimdi? Hatırlıyorum… Bu adamı bir yerden hatırlıyorum ama nereden? O da tanımaya çalıştığımı anlamış olmalı ki gülümsedi.
“Kenan ben… yirmibeş yaşındaki sen!”*
“Merhaba.” Dedim, yutkunarak.
“Benim sen halini görünce etrafımdaki herkes ve herşey değişti. Şaşkınım ama seni görünce de ‘merhaba’ demek istedim.
Dün buralar sazlıktı, tek tük insan vardı. Şimdi bir sürü bina, bir çok insan ve sen varsın. Kapitalist sistem burayı da saracak desene… Bu bakir güzellikler bir bir yok olacak. Neyse… Elbette sorularım var: Nasıl geçti yıllar? Çok mu zorlanacağım? Mutluluklar, dostluklar, hüzünlü anlar, yakaladığımız şanslar, kayıplar, kazançlar… hadi anlat biraz, merak ediyorum.”
“Öncelikle ‘merhaba’ demedin. Bırak bu bıçkın solcu ayaklarını. Soruların elbette olacak, benden cevap anahtarı bekleme. Hayat böyle bir şey değil. Hazırlıklı yakalanmak, önceden bilmek diye bir şansın yok. ‘Ben de varım’ diyebilmek ve senden ufacık da olsa bir izin kalabilmesi için mücadele edeceksin. Hiç bitmeyen bir mücadele…”
“Üniversiteden mezun oldum; işim, maaşım, çalışma masam, güzel elbiselerim, evim, arabam olmayacak mı? Siyasetin getirdiği kültürümüz yüzünden herkes bacımız, ileride kız arkadaşım da olmayacak mı? Onda da mı zorlanacağım?”
“Bu tiple zor koçum! Şaka bir yana, ne kadar da çocuksu bir yanın var. Siyasete yorduğun kafan, okuduğun onca kitap, alt tabakada geçen bir yaşam seni çok da hayata hazırlayamamış. Hatta sen de kapitalist düşünceye hızla uyum sağlamışsın. O yıllarda daha dişli, daha sert ve iddialı hatırlıyorum seni… İnsana dair kaygılarının yerini insanca kaygılar almış. Bu beklentilerinin, mutlulukla ve var oluş nedeninle hiç bir ilgisinin olmadığını ileride öğreneceksin. Sadece bunu söyleyebilirim.”
“Gömdün beni ya neyse! Dostlarımla ve bendeki bu inatla var olmayı başarırız. Bizim nesil, bu hayata belki acı çekmeye gelmiş ama başarılı olacağımıza inanıyorum. Bizdeki hayata tutunma isteğini, şimdi senin gözlerinde göremiyorum. Ne değişti? Yediğin kazıklar mı, tatmin duygusu mu, boşvermişlik mi? Konuşsana ihtiyar!”
Anlıyordum… Heyecanlıydı. Gençti, bir çırpıda her şeyi çözmeyi umuyordu. Sordukça soruyor, deştikçe deşiyordu.
“Tabi ki başarılı olabilirsin. Yol ayrımlarındaki vereceğin kararlar çok önemli, aklın duygusallığının bir adım önünde olsun. Aklını ve duygularını ne kadar etkili kullanırsan o kadar başarılı olursun. Nasıl bir adam olacağının ipucu kendi kararlarında saklı. Dostluklar elbette önemlidir ama senin yaşının dostlukları kalmadı artık. Kendi başınasın koçum, hep de öyle olacaksın. Kimsenin seni ayağa kaldırmasını, elinden tutmasını, arkandan itmesini bekleme. Yüreği düşmanlıkla atan, ağzı dostluk adına laf salatası üreten insanlardan uzak dur. Ayıklana ayıklana kalanlar sana yetecektir.
Bana gelince, hayatla da ölümle de bir sorunum yok. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorum, yarın ölsem de hiç umurumda değil. Bakışlarımda senin bakışlarından pek bir fark yok. Belki tek fark, biraz ferleri gitti.”
“Yorgun görünüyorsun, hastalık falan mı? Niye yalnızsın? Sevgilin, karın, hayatında kimse yok mu? Evlendin mi, ya çocuk?”
“Bu sorduklarının senin geleceğine bir faydası yok, cevap vermeyeceğim. Bir tek yorgun ve hasta olmadığımı sadece akşamdan kalma olduğumu söyleyebilirim. Bir de çok ameliyat olduğumu… Sayısını bile unuttum artık. Bunu engelleyemezsin, sen de ameliyatlar olacaksın. Sayısı yine vereceğin kararlarla belli olacak.”
“Senin gibi çekilmez bir adama nasıl dönüştüm, aklım almıyor. Hiç bir şeye cevap vermiyorsun.”
“Oğlum önce bir aynaya bak, benim sen yaşlarım… o yıllarda, sen evlat olsan sevilmezdin. Zaman insanı törpülüyor, sakinleştiriyor, akıĺlandırıyor… Sen de ileride bir boka benzeyeceksin, merak etme. Hadi git artık, bir şeyler yemem lazım. Yine gel; ahiret soruları sormadan, ukalalık yapmadan, özel şeylere girmeden konuşuruz. Seni hayata hazırlayacak ipuçları bekleme benden.”
“İyi de neden kendi kendine ikide birde ‘Yirmili yaşlarda bu akılla olsam, neler neler değişirdi hayatımda!’ diye söylenip duruyorsun? İşte burdayım, buradasın. Gel yeniden yazalım bu hayatı…”
“Buna da cevabım yok. Halt etmişim. İyisiyle kötüsüyle bir hayat yaşadım, yaşıyorum, yaşayacağım. O söylemlerim doğru değilmiş. Seninle birlikte hayatımda bazı şeyleri değiştirmeyi başardık diyelim… tekrar tekrar o yılları yaşayacak gücüm yok. Yoruldum lan artık. Biraz sevgi, biraz huzur, iki dost sohbeti artık bana yetiyor. Sen de bunları uzun yollar ve yıllardan sonra anlayacaksın.”
“Şu sakallı adamla, kel olan adam deminden beri uzaktan sana bakıyorlar. Ben gidiyorum, seni gördüğüme çok da memnun olmadım. Umarım senden daha güzel bir hayatım olur. Hadi eyvallah.”
Geldiği gibi bir anda gitmişti.
İki dostla gelmiştim Akyaka’ya; kırk yıldır kopmadığımız. .. sevgili Murat ve siyaset duayeni bir belediye başkanı olan Hasan’la… Tabii onlar da değişmişti. Sırma saçlı Murat benim gibi kel olmuş, Hasan kilo almış sakal uzatmıştı. 25’lik Kenan’ın onları tanımadan gitmesi son derece normaldi. Hasan, şaşkın şaşkın suratıma bakıyor, bir şey söylemekten son anda vazgeçiyordu.
“Söyle oğlum, çıkart ağzındaki baklayı!”
“Uzaktan baktık sana, kulağında kulaklıkla telefonla konuşuyor sandık. Eee, yanına geldik kulaklık yok! Ne oluyor oğlum, korkutma lan bizi. Kafayı mı yedin sen, kendi kendine mi konuşuyorsun?”
Gel de cevap ver… Şakaya boğmak en iyisiydi.
“Hee, 46’lığım oğlum ben, kafayı üşüteli çok oldu. Deli raporum var benim, bilmiyor muydun? Korkma korkma… Bir tiyatro tiradı çalışıyordum. Yeni kitabımla ilgili arayışlar içindeyim. Merak etme daha kafayı yemedim.”
“İnsanlar ne bilsin, herkes sana bakıyor lan… Git odanda çalış, burası yeri mi? Dedikodu çıkacak, ‘Otelde üç manyak dolaşıyor!’ diyecekler.”
Hasan, beni düşünüyor gibi yapıp, kendini düşündüğünü açıkça itiraf etmişti. Haklıydı. Siyasette, ‘Çamur at izi kalsın!’ çok kullanılan bir argümandı. Çevreme ve dostlarıma zarar vermek istemiyordum. Kenan yine gelirse, sohbet için odama davet etmeliydim.
25’lik Kenan’ı bir ara ileride bir direğe yaslanmış bizi seyrederken görmüştüm. Sonra yine gözden kaybolmuştu. Aklım onda kalmıştı. Kahvaltı yapmak bile içimden gelmiyordu. Kısa süre sonra karar vermiştim, düşüncelerimi ona söyleyecektim… Buna hakkım var mıydı bilmiyordum ama yarın sabah kahvaltıya tekrar gelirse mutlaka söyleyecektim…
“Değişme, korkma, siktiret parayı pulu, seni çürüten bu kapitalist sistemin kölesi olma!” Diyecektim. “Bolca kitap oku… Hiç durmadan yaz. Evi, arabayı, elalemin diyeceklerini takma kafana…” Diyecektim.
“Her türlü unvanı reddet, şatafatlı hayatın kapısından geçme, otuz farklı ayakkabıyı, yüzlerce kravatı kaldır çöpe at… Kitaplar dışında hiçbirşeyin adını bile anma, sadece yaz be oğlum, sadece yaz. Yazmak için emekliliği bekleme… araştır, öğren ve kendini geliştir. Başta tökezlesen de her şey zamanla yoluna girecek. Yazmak sana çok iyi gelecek, hiç bir şekilde bu hazzı zamana bırakma.” Diyecektim, diyemedim…
Tatil bu sefer kısa sürmüştü. Son gün otelin her yerini dolaşsam da bir daha onu göremedim. O, saçma sapan bıyıklı, meraklı, ukala, hırpani çocuk gitmişti.
Kimbilir, belki yine biryerlerde karşılaşır… içimdekileri ona söyleyebilirim umuduyla sığınağımdan ayrıldım…
Kenan Çığır
03.10.2021
Antalya
* Can Yücel ‘in bir şiirinden esinlenilmiştir.
Foto: Pixabay / Ralf Kunze