Vapur, Kadıköy iskelesine yanaştığında, fırça yiyeceğimi bilsem de inmek için hiç acele etmemiştim. Ortalık tenhalaşıp da iskeleden Haldun Taner sahnesine doğru yürüdüğümde, her zamanki buluşma yerimizde beni bekliyordu.
“Oh ne ala! Kaptanla da vedalaştın mı? Oğlum vapurdan en son niye sen iniyorsun? Beklediğimi bilmiyor musun?”
“Günaydın Tamer abi. Yine formdasın. Sabah sabah beni niye çağırdın? Nereye gidiyoruz?”
“Günaydın, günaydın. Sokak sergisinden bir kaç resim almaya gidiyoruz.”
“Ne sergisi abi, ressamı mı tanıyorsun?”
“Tanıyordum. Hem yürüyelim, hem de anlatayım…
On iki yıl oldu. Tam on sekiz yaşında olmasa da iş bulmak için öyle söylüyordu. Gerçi kısa süreli girip çıkmaları saymazsak, iş bulana kadar da yaşı on sekiz oldu. Dünyalar güzeli, sevimli mi sevimli bir kız çocuğuydu…
Ebeveynleri o altı yaşındayken ayrılıp başkalarıyla evlenmişler. İlayda, bildiğim bileli hep teyzesinin yanında yaşadı. Yoksunluk ve çaresizlik insanı çok çabuk büyütüyor, onu tanıdığımda; görünüşü ve kafa kağıdı ‘Çocuk lan bu!’ diye bağırsa da yüreği kırklı yaşlarını çoktan geçmişti. Karşımda hayata sımsıkı tutunmaya çalışan, cevval bir kadın vardı.”
“Geçmiş zamanla ilgili cümleler kuruyorsun, bir şey mi oldu?”
“Altı aylık mısın oğlum sen, sus da dinle. Zaten bu sıcakta yürümekten yoruldum, beni bir de sen boğma.”
“Sustum.”
“Kabiliyetli olduğu kadar çok meraklı bir yapısı olduğunu görüyordum. Hiç boş durmaz, en ufak fırsatta bir şeyler çiziktirirdi. ‘Yine ne çiziktiriyorsun?’ diye sorduğumda da kızardı. Resimlerini göstererek ‘Bunları çok hafife alma. Çöp adam yapmıyorum burda!’ derdi. Almıyordum, niye hafife alayım? Sonra bir yerlerden bir keman buldu. Yetenekliydi yetenekli olmasına da bir yıl kadar bizde ne kulak bıraktı ne de müzik zevki.
‘Gıcırdatma kız şu kapıyı.’ dedikçe hırslandı. İki yıl sonra da sahnelerin aranan kemancısı oldu. Pandemi başlayana kadar bir çok sanatçının arkasında çaldı. Resim yapmayı da hiç bırakmadı.”
“Yetenek başka bir şey abi, helal olsun. Sevdim ben bu kızı.”
“Çok seveni de oldu, onun sevdalandığı adamlar da… Her haftanın bir günü Kör Fikri’nin meyhanesine gelir beni bulurdu.”
“Kör Fikri mi kaldı abi? Orayı Recep çalıştırmıyor mu?”
“Zevzeklik yapma! On yılların izi kolay kolay silinir mi? Orası hep Fikri’yle hatırlanacak.”
“Ben en iyisi yine susayım.”
“Dediğim gibi…. Kapanmalardan önce, haftada bir gün mutlaka yanıma gelir, kemanıyla bir iki eser çalar, sütlü kahvesini içer, yanağıma kocaman bir öpücük kondurur, giderdi… Altı aydır hiç görmedim, sadece telefonla konuştuk. Neyse… Geldik sergiye, seç de bir kaç resim alalım.”
Suluboya ve karakalem resimler, Kadıköy’ün çarşıya çok yakın bir sokağında, tahta paletlerin üzerine yayılmış bir kaç renkli örtünün üstünde sıralanmıştı. İki kadın ve bir erkek beni gülümseyerek karşılamışlar, Tamer abiye kucak dolusu sarılmışlardı. Resimden hiç anlamasam da bir kaç tanesini beğenmiştim. Tamer abiyle hem fikir olduğumuz dört resmi alıp, oradan yarım saat sonra ayrılmıştık. Şimdi atar yapma sırası bendeydi…
“Vallahi bravo. Beni buraya kadar getiriyorsun, İlayda ile tanıştırmaya bile tenezzül etmiyorsun. Tamam sergi kalabalıktı ama beni tanıştıramaz mıydın?”
“Orada değildi. O insanlar da müzisyen, İlayda’nın sahne arkadaşları.”
“Özür dilerim abi.”
“Altı aydır görüşmedik dedim ya, telefonda da sesi iyi gelmiyordu. İçine kapanmış, enerjisi tükenmiş, hayattan bezmiş bir insanın vurgularıyla konuşuyordu. Bursa’da sevgilisinin yanında olmasa gidip görür, gerekirse kollarından tutup sarsar kendine getirirdim. Bir şeyler yapmak, onu hayata tekrar bağlamak için ne yazık ki geç kalmışım… İstanbul’a bir ay önce dönmüş. On sekiz aydır tek bir kuruş para kazanamadığı için bunalmış, sıkılmış, üzülmüş, çevresinden kendini iyice soyutlamış.”
“Bu resimleri satıp, para kazanmayı niye düşünmemiş.”
“Bu Pandemi döneminde insanlar kıçlarına don almıyor, resmi kim ne yapsın?”
“Haklısın. Sonra ne olmuş?”
“Arkadaşlarını arayıp, ‘Benden sonra resimlerimi satıp, ihtiyacı olan dostlar arasında paylaştırın.’ demiş. Merak ve korkuyla eve giden arkadaşları çok geç kalmışlar. Altı yaşında baş başa kaldığı sorunlara otuzuna kadar dayanabilmiş. Başka bir boyutta mutlu olacağına inandı ki, intihar edip çekti gitti. Ahh İlayda’m ahh…”
“Çok üzüldüm be abi. Bu dönemde 103 den fazla müzisyen intihar etmeyi seçti. Halden anlamaz bu aymazlık devam ettikçe, korkarım sayı artmaya devam edecek.”
“Tabii ki canlarına kıymalarını doğru bulmuyorum ama insanların elde avuçta hiç bir şeyleri kalmadı ki. Satmak zorunda kaldıkları müzik aleti, morali, geleceğe dair umudu kalmayanları seçtiği bu yola iten; görmezlik, umursamazlık, boşvermişlik değil mi?”
“Bu şerefsiz covid sadece geceleri çıkıyor abi! Parti toplantılarında, cenaze törenlerinde, şampiyonluk kutlamalarında, sosyete düğünlerinde, AVM lerde, ortalarda hiç gözükmeyip köşe bucak saklanan covid; konserlerde, tiyatrolarda, sinemalarda, restoranlarda, tekel bayilerinde volta atıyor.”
“Ya oğlum İlayda’nın anısına saygı göster de bugün bari siyasetten uzak dur be! Lütfen… Kör Fikri’ye uğrayıp, şu aldığımız resimleri oranın duvarlarına asalım. Bu güzellikleri herkes görsün.”
“Seve seve Tamer abicim. Gündüz gözüyle gidelim ki, sosyal gece yaşantısını bir türlü terk etmeyen mösyö covidle de karşılaşmayalım.”
“Yürü benim zevzek kardeşim, yürü de bayramlık ağzımı açmayayım.”
Pandemi yönetiminin gerçek mağdurlarını; sahne sanatçılarını ve eğlence sektörünün tüm neferlerini saygıyla selamlıyor, çaresizlik ve yoksunlukla ölümü kurtuluş olarak görenlerin, gittikleri yerde mutlu olmalarını diliyorum.
Kenan Çığır
07.06.2021