Üç yiğit insan, haklarında verilen peşin hükümlere ve isimlerinin çapulcuyla yaftalanmasına rağmen, yine de herşeyi göze almışlardı…
Son derece dikkatliydiler, son derece tedirgin ama bir o kadar da kararlı…
Elif, Ihlamur Sokağı’nın başına kadar yürüyüp köşedeki marketin dondurma dolabının arkasına sinerek Papatya sokağındaki dükkanı ve etrafını kolaçan etmiş, bir tehlike sezmemişti. Ondan haber bekleyen arkadaşlarını el işaretiyle yanına çağırmış… Mahmut ve Cevher hızlı adımlarla yanına geldiğinde, yaklaşık yirmi metre ilerideki dükkandan içeri birlikte girene kadar hiç konuşmamışlardı.
Bu terörist yuvasında görünmek; üniversite yaşamlarına, geleceklerine, hayallerine mâl olabilirdi. “Boğaziçi İkinci Kayyumu’na” karşı çıktıkları için göz altına alınıp serbest bırakılmalarının üstünden üç saat geçmişti. Yorgun, uykusuz ve açtılar. Neredeyse 24 saattir yemek yememişlerdi.
Alelacele garsonu yanlarına çağırıp; birer tane az ezo gelin çorba ve birer lahmacun söylediler. Hesabı her zamanki gibi bölüşeceklerdi. Yurt çıkmadığından, ev kiralamanın da şimdilik hayal olduğunu bildiklerinden, ceplerindeki çokkk büyük paraların ateşi onları bu eyleme yönlendirmiş, içlerinde esen savurganlık rüzgarına karşı duramamışlardı. Tek korkuları burada yakalanmaktı.
Öğrenci olarak zaten “terörist” ilan edilmişlerdi, bir de kebapçıda yakalanırlarsa ömrü billah temize çıkamazlardı.
Çorbalarını bol ekmek eşliğinde bitirdiklerinde… lahmacunun pişme süresi, açlık ve ortamın yarattığı tedirginlikle birleşince onlara asırlar gibi geliyordu. Konuşmak ve ortamı sakinleştirmek görevi Cevher’indi:
“Buradan sağ salim çıkabilirsek ki, korkmanız için söylemiyorum elbette çıkacağız… eylem farklılığını düşünüp planlama yapmamız gerekiyor.”
“Okul silme polis kaynıyor. Yeni kayyum, tek tek isim vererek şikayet ediyor. İşimiz zor!” Demişti, Mahmut… elden bir şey gelmemesinin ızdırabıyla.
“Sözüm okulumuza değil. Çek çek teröristlerine! Aş için, iş için, geçinmek için çöp karıştıran adamlar bir gecede terörist oldu ya… onu diyorum. Eylem koymalıyız. Çöp işinde de birileri rantı görünce, “İş pis de olsa para temiz!’ diye, yüzsüzce kağıda çökmeye karar verdi.”
Elif, öfkeyle bağırdı… kendi sesinden korkarak:
“Marinaya çökerler, otele çökerler, madenlere çökerler, gazetelere çökerler… şimdi de çöpe mi çökecekler? Burunları boktan çıkmayasıcalar, neyin tezgahı bu acaba?”
Üçü birden etrafı kolaçan ettiler. Elif’in isyanı duyulmamış olacak ki, kimse onlarla ilgilenmiyordu. Henüz kebapçıya yanaşan bir anti terör ekibi de ortalıkta gözükmüyordu.
Cevher gülümsedi:
“Kağıttan şirketler kurup, kağıttan gemilere yükledikleri milyar dolarları offshore hesaplara aktarıp, keyifle kağıt kebabı yiyenler… kağıt emekçisinin ekmeğine göz koydular.
Kişiler aynı olmasa da zihniyet maalesef aynı.
Bunlar, dinden nemalanan ama ahlakı olmayanlar..
Milletin her türlü gelirine göz dikenler, Virjin adalarındaki çok güvendikleri ama iskambil kulesi gibi yıkılacak hayatlarına fazla heveslenmesinler… Bu halk, yasalara bağlı kalarak o kağıttan hayatlarını kıvırıp, onların… korkmayın, ahlaksızların seviyesine inip küfür etmeyeceğim. Herşeyin bir zamanı var! Günü geldiğinde elbette hesap vereceklerdir.”
Cevher kaptırmıştı kendini, kampüsteki toplantıda konuşur gibi gözleri ışıldıyor, lider olmanın hakkını veriyordu. Mahmut, arkadaşını dinliyor, dinledikçe sinirleniyor, sinirlenince yine tikine engel olamıyordu. Gözlerini hiç durmadan kırpıyordu ve zar zor da olsa Cevher’e;
“Hayal görme dostum, atı çalan at izlerini örtmesini de bilir!” diyebildi.
Sohbet tam kızışırken, garson bir tabakta üç lahmacunla çıka gelmişti. Hepsi birbirine baktı. Olay çıkarmanın bir anlamı yoktu, midelerindeki örgütlü isyana yenik düşüp; lahmacunları rulo yaparak tabağı bir çırpıda boşalttılar.
Ziyafet sofrasındaki yemeklerini bitirmiş, açlıklarını kısmen bastırmış, terör örgütünün konuşlandığı yerde yakalanmadan kendilerini sokağa atmışlardı. Gözü kara, yiğit insanlardı. Yanlış tonda öksürdüğünde bile “terörist” ilan edilebileceğin bu devirde; kendileri gibi yurtsuz arkadaşlarına da dikkat çekmek için parklarda uyumuşlar, ikinci kayyum saltanatına karşı durmuşlar, üstelik kebapçıya da gitmişlerdi.
Kol kola girmişler, Papatya Sokağı’ndan aşağı doğru yürüyorlardı. Umutla, kararlılıkla, halkların kardeşliğine olan inançla, vahşi sömürü düzenin yıkılacağı günün hayaliyle ve elbette neşeyle yürüyorlardı.
Onların gülüşlerini soldurmaya, kararlılıklarını örselemeye, hayallerinden vazgeçirip umutlarını yok etmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini… devasa yüreklerinde hissederek yürüyorlardı.
Üniversitenin en eski binalarının olduğu Güney Kampüsüne geldiklerinde, arkadaşları onları sevinçle karşılamış bir şeyler söylemesi için Cevher’in gözünün içine bakıyorlardı. O da yol boyunca yürürken, bunun olacağını biliyordu, hazırlıklıydı. Boğazını temizledi, yutkundu, konuşmaya başladı:
“Arkadaşlar; günümüzde yaşadıklarımıza ve yaşananlara yabancı değiliz.
Bu coğrafya, çok uzun yıllardır iktidara yakın olmayan her düşünceyi ve kişiyi düşman görmüştür.
Ayakta kalabilmek, hayata tutunabilmek adına çek çekleriyle kağıt toplayan kardeşlerimiz düşman değildir. Biz öğrenciler, aydınlık geleceğe öğrenci yetiştiren öğretmenler düşman değiliz. Milyarlarca dolara alınan ve hala alınmak istenen silah ve uçak sevdasını eleştiren gazeteciler, aydınlar, muhalif duruş düşman değildir. Her eleştiren, her fikrinizi çürüten, her açığınızı yüzünüze vuran bu ülkenin ve devletin düşmanı değildir.
Düşman; açlıktır, işsizliktir, çocuğa veya toruna verilemeyen harçlık nedeniyle parayla aranıza girenlerdir.
Bu ülkedeki kendisi gibi düşünmeyen yazarı, şairi, bilim adamını, gazetecisini, işçisini, doktorunu, akademisyenini düşman belleyenler elbette bizi de düşman olarak görecektir.
Lakin bizler, korkmuyoruz. Biat edip boyun eğmeyeceğiz. Tutuklanan arkadaşlarımız serbest kalana, kayyum bu okuldan defolup gidene kadar protestolar devam edecektir. Bu karanlık günler geçecek… özgürce fikirlerimizi söyleyeceğimiz, sorunlarımızı yüksek sesle ama barışçıl bir dille haykırdığımızda, sağır sultanı bile uykusundan kaldıracağımız günler gelecektir. Hayata ve geleceğe dair umutlarımızı hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz…”
Birbirleriyle içten içe kucaklaşan fikirler; geleceğe, yarınlara, umuda binlerce tomurcuk bırakıyordu. Günlerden pazartesiydi ve hayat kaldığı yerden devam ediyordu…
Günaydın. Umutlarımızın tazeleneceği sağlıklı bir hafta diliyorum.
Kenan Çığır
11.10.2021
Antalya