3.1 C
Almanya
Perşembe, Nisan 25, 2024

Pazartesi Yazıları: Düşler sokağı… Kenan Çığır

Sürekli oturmak, sürekli kurmak, sürekli mutsuzluk üretmek insanı yaşlandırıyor.

Ne başlamıştı, ne başlayıp yarıda kalmıştı, doğal olarak ne de bitmiş bir ilişkiydi.

İlişki miydi? Elbette…

Düşleri de yasaklayan bir diktatör henüz dünyaya gelmemişti!

Oturduğu sandalyeden hafifçe öne eğilerek, karşısındaki kadının saçlarını iki işaret parmağının yardımıyla kulaklarının arkasına taşıdı. Yüzünü avuçlarının içine alarak, onunla ilgili ne düşünüyorsa bir çırpıda söylemek istedi… söyleyemedi. Hergün yaşadığı biçimde yavaş yavaş kadının gözlerinde yine kaybolmuştu.

Sıklıkla onu düşünüyor, onu düşlüyor, fotoğraflardan da olsa gördüğü o gözler, gözlerinin önünde sürekli uçuşuyordu. O, bir çift üzüm tanesi, düşler sokağındaki gezilerinin rehberi olmuştu.

Çıktığı geziden, onu gerçek dünyaya hemşirenin sesi getirdi.

“Erkan Bey, hoca sizi bekliyor.”

Hüseyin Hoca, onu gülümseyerek ve ayakta karşıladı. Nefroloji profesörüydü ama Erkan’ın hem dostu hem de psikoloğuydu. Erkan’ın kuru bir merhaba eşliğinde kendini koltuğa bıraktığını görünce, yüzündeki gülümseme hiç sönmeden konuşmaya başladı;

“Yüzün sirke satıyor yine! Mutsuzsun değil mi? Dünya başına yıkılmıştı ve sen onca yükün altında nefes alamadığın için boğulmak üzereyken, benim gariban koltuğa kendini zor attın, öyle mi? Suni teneffüs bekleme benden… o şahane buluşu sadece kadınlarda deniyorum! Neler oluyor anlat.”

“Haklısın… Mutsuzum doktor. Bir beklentim, bir idealim, bir gelecek planım yok! Sadece düşler sokağında dolaşıyorum. Bu tarz bir yaşantı da beni gittikçe içe döndürüyor. Kimseyi göresim, kimseyle konuşasım, kimseye katlanasım yok.”

“Sadece sen mi mutsuzsun?”

“Ne bileyim ben? Doktor olan sensin.”

“Oğlum, ben senin gibi hastalara bakmıyorumki. Hem olanı biteni görmek için illa doktor mu olmak gerekir? Biraz çevreye ve insana duyarlı olan, biraz empati yapabilen, özellikle de gerçeklere gözünü ve kulağını kapatmayan herkes, nasıl bir dünyada yaşadığımızı farkeder.”

“Nasıl bir dünya bu? Ben çözemedim de!”

“Toplumun büyük bir kısmı içine kapanık ve karamsar… Bu karamsarlık; mevcudu koruyamamaktan, gelecek endişesinden, insanın kendisine ve ailesine maddi manevi yetememesinden kaynaklanıyor. Bu da kopkoyu bir mutsuzluğu getiriyor. Bunalımda olan, kendini boğuluyor gibi hisseden, tüm yaşamın ve yaşananların insanoğlunu hiçliğe doğru sürüklediğini düşünen sadece sen değilsin. Hatta cancağızım sen çok şanslısın.”

“Güldürme beni. Neymiş benim şansım?”

“Ekonomi çok kötü ve giderek de kötüye gidecek. İnsanlar iş bulamıyor. İş bulan geçinemiyor. Parasızlıktan evlenemiyor… evlense böyle bir ortamda çocuk yapmayı düşünmüyor. Üç çocuğu da okuyan bir baba, aile bütçesine katkı sağlasın diye bir ya da iki çocuğunu okuldan alıp bir yerlere çırak ya da tezgahtar olarak veriyor. Okuyan insanların büyük bir kısmı gibi… doktor, öğretmen, avukat, ziraat mühendisi iş bulamıyor.

Ülkede tarım bitti. Sağlık çalışanları köle, öğretmenler ideoloji neferi olarak görülüyor. Kamu sınavı yazılısını tam puanla bitiren aydın bir genç, sözlü sınav sonucunda; meslekten, gelecekten, hayattan kopartılıyor.

Tüm bunları, gerçeklere vicdanını ve beynini kapatmayan herkes görüyor mu? Elbette görüyor. Sen de tüm bunların farkındasın ve biliyorum ki, mutsuzluğunun bir kısmı da bu yaşananlara dayanıyor.”

“Bilmediğim bir şey söyleyecek misin? Hem hala neden şanslı olduğum konusuna gelemedin üstat.”

“Düşlerin var senin… Şaşırma…
Elbette biliyorum. Sözle söylemesen de vücut dilin yıllardır bunu bana söylüyor. Küçük şeylerden mutluluk yaratmasını biliyorsun. Bu da seni ayakta tutuyor.

Üstün Dökmen’in Küçük Şeyler kitabı var ya… hayat artık tam da buna döndü.

İnsanoğlu artık mutluluğun küçük şeylerden ibaret olduğunu öğrenebilmeli. Deniz kenarında ya da dağda bayırda yapılacak bir yürüyüş… okunacak bir kitap… bir dostla yapılacak sohbet… çiçeklerle uğraşmak, onlarla konuşmak… bir kedinin kucağında uykuya dalması…bağıra çağıra bir şarkı söylemek…

Yani dostum, herkese göre farklı bir hobiye, bir uğraşın dalına tutunmak gerekiyor.”

“Sen de doktorluk olmuşsun. Millet aç, sen insanlara çiçeklerle konuşun diyorsun. Hayırdır doktor?”

“Kendini ya da çevreni mutsuz etmek o kadar kolayki. Sonucunu değiştiremiyeceğin şeyleri kafaya takmak, her fırsatta iktidarı kurup devirmek, her gün bir yenisini gördüğün veya duyduğun yalanın, talanın, yüzsüzlüğün karşısında yeise kapılmak… çok kolay Erkan, çok kolay. Mutsuz olmak, karamsarlıklar içinde boğulmak, bu ülkede ya da bize benzeyen ülkelerde gerçekten çok kolay.

Bunu engellemek için, daha doğrusu akıl sağlığını koruyabilmek için, küçük mutluluklara tutunmak gerek…

Bu sabah saat altıda bir kuş sesiyle uyandım. Anlatması kolay değil ama o kadar güzel bir melodiydi ki, o kadar mutlu oldum ki… hissediyorum, bugün hastalarımla çok daha iyi iletişim kurdum. Küçücük bir bedenden çıkan o ses beni ve dolayısıyla birçok kişiyi etkiledi.”

“Polyanacılık oynamak nereye kadar doktor?”

“Herşeyden mutsuzluk üretmek, nefes almaktan bile yüksünmek, bunalım, depresyon nereye kadar Erkan? Cevabı ben söyleyeyim; bu ruh hali, ya hastane ya da mezara sürükler insanı dostum.”

“Aşığım ben doktor. Buna da bir çözümün var mı?”

“Dedim ya sen şanslısın. Lakin, hem aşık hem de mutsuz nasıl oluyorsun pes yani!”

“Düşlerimde bir kadın var. Henüz görmediğim, tanımadığım, huyunu suyunu bilmediğim, beni bilmeyen bir kadın. Üşütüyorum galiba… Gerçek bir deli doktoruna ihtiyacım var.”

“Birincisi çok ayıp, deli doktoru dememelisin. İkincisi psikiyatrist ya da psikolog ile konuşmak herkese iyi gelebilir. Sonuncusu da aşk deli işi, bak onda haklısın.”

“Buraya gelip seninle konuşunca iyi hissederim diyorum, sen beni büsbütün delirtiyorsun.”

“Kalk hadi kalk. Mesai bitti. Biraz yürüyelim; bir iki insan, birkaç kedi köpek, biraz börtü böcek görelim. Sürekli oturmak, sürekli kurmak, sürekli mutsuzluk üretmek insanı yaşlandırıyor. Kır şu zincirlerini… O gizemli kadına şiirler yaz mesela. Bırak, O bilmesin, varsın O duymasın. Sen önce kendini iyileştir dostum.”

“Şiir kim ben kim? Ama haklısın, hadi yürüyelim biraz. Düşler sokağımda O kadınla yürüdüğüm yolları, seninle yürümek varmış! Ne şanslıyım be! Ne şans!”

Günaydın…

Küçük mutluluklara tutunarak, umudunuzu yitirmeyeceğiniz ve şansınızın hep yanınızda olduğu bir hafta diliyorum…

Kenan Çığır
18.04.2022

Çolaklı/Antalya

Son Haberler

İlgili Haberler