11 C
Almanya
Pazar, Kasım 24, 2024

Pazartesi Yazıları: Çapraz Çığlık – Kenan Çığır

Bir kaç kez karşılaşmış, tanıştırılmış, selamlaşmıştık. Gözlerinde hiç geçmeyen bir endişe, hareketlerinde hep bir telaş sezmiştim. Cansu, çok konuşmasa da vücut dili sürekli bir şeyler fısıldıyordu, çözemiyordum. Sabahın köründe, gizemli bu kadın aklıma nereden geldiyse…

Cuma sabahı erken saatlerde evden kovulmuştum. Her hafta rutin olarak temizliğe gelen emekçi kadın, evde yalnız olmak istiyordu ve elbette haklıydı. Deniz kenarında simit ve çay ile kahvaltı yapmış, sosyal medyada ve yandaş olmayan sitelerde haberlere bakmış, telefonda oyun oynamış, saati 11 yapmıştım. Canım kahve istiyordu…

Son zamanlarda türeyen kitap kafelerden birine kapağı attım. Nedense buralarda oturan herkesin önünde bir fincan kahve vardı ama ellerinde kitap olan insan çok nadirdi. Sade kahvemi söyleyip, hepsinden birkaç tane okumak üzere kitaplıktan üç şiir kitabı seçtim.

Gürbüz Demir’in “Düşlerini Bekleyen Ülke,” Şiyar Buzcu’nun “Küçe Çıkmaz Şiirleri,” ve Ruşen Hakkı’nın “Balkonda Akşamüstü” kitaplarıydı…

Kahvemden bir yudum almıştım ki, sabah düşünceme giren kadın ve Ayça bir piyango kazanmışçasına neşeyle bana doğru geliyorlardı. Arkadaşım Ayça, avukattı ve bildiğim kadarıyla Cansu da müvekkiliydi. Ayça ve eşi Rıfat’la burada sık sık buluşur, kitap okumadan (!) kahve içer, sohbet ederdik.

Masama oturduklarında ikisinde de bir zafer edası hakimdi. Özellikle de Cansu’da… Gözlerinin içi gülüyor, ellerini koyacak yer bulamıyor, oturduğu sandalyede bacak bacak üstüne attığı ayağını sürekli değiştiriyordu.

“Çok mutluyum çok! Artık özgürüm! Bitti, nihayet bitti! Fakire sadaka vereceğim! Dünya varmış be!”

Cansu, coştukça coşuyor, Ayça, muzip muzip gülümsüyordu. Dünkü Cansu ile bugünkü Cansu arasında dağlar kadar fark vardı. Şaşkınlıkla “Neler oluyor?” diye mırıldandım.

“Boşandım Hakan, nihayet boo…şan…dım. Kabus sona erdi. Onun için kabıma sığamıyorum. Ayçaaaa hemen bu akşam parti yapmalıyız. Sünnetlik çocuklar gibi önüme çapraz ‘BOŞANDIM’ yazdıracağım. Hiç durmadan zıplaya zıplaya eğleneceğim. Sosyal medya da paylaşıp, bazılarını çatlatacağım.

Hakan sen de gelir misin? Lütfen gel. Bak çok eğleneceğiz.”

“Çok isterdim ama bu akşam müsait değilim.” Dedim.

Akşama dair işim gücüm yoktu. Mutluluğunu, coşkusunu, avukatı ve arkadaşlarıyla doyasıya kendi yaşasın diye düşündüm.

Kahvelerini içip, bir saat kadar oturduktan sonra, zaferleri ve coşkularıyla birlikte yanımdan ayrılmışlardı.

Akşam geç saatlerde koltuğa yayılmış vaziyette, yanılmıyorsam dördüncü kez “Not Defteri” adlı filmi seyrediyordum. Yerli sinema benzeri, zengin kız ve fakir erkek klasiği ile başlayıp, muhteşem kurgu ile devleşen bir sevda filmiydi. Hiç bir kelimeyi kaçırmamak için pür dikkat dinleyip seyrederken, telefonuma gelen mesajla irkildim. Ayça, bir görsel yollamıştı.

Cansu, hakikaten sünnet çocuğu gibi, önüne çapraz bir çığlık gibi boşandım yazdırmış, parmaklarıyla zafer işareti yapıyordu. Çılgındı bu kadın… Gerçekten çılgındı. Ben de gülen emojilerle cevap verdim.

Yarım saat sonra Ayça telefonla arıyordu.

“Hakan müsait misin?”

“Dinliyorum canım.”

“Bu deli kadın, ‘Oyunbozan arkadaşın, partiye gelmedi, biz ona gidelim.’ diyor. Ne dersin?”

“Gelin arkadaşım, yarım şişe rakım var onu ikram ederim.”

“Sen rakına dokunma, biliyorsun artık altınla yarışıyor. O şişe dolapta kalsın. Biz içkimizi de mezemizi de getiririz. Hem zaten üç kişi geleceğiz. Sana yük olmayacağız söz.”

Evime teklifsiz ve davetsiz gelebilecek iki insandı, Ayça ve Rıfat… Eee, onların misafirleri de başımın üstüneydi.

Geldiklerinde bir hayli yolu tutmuşlardı, ben de onlara yetişmek için hiç olmadığı kadar hızlı gidiyordum. Çapraz çığlığını çıkartmadan gelen gecenin assolisti hiç susmuyordu. Masanın etrafında kahkahalarla gülüyor, Cansu’nun sevincine ortak oluyorduk. Sohbet harika, neşemiz görülmeye değerdi.

Bütün gün bayram havası yaşayıp yaşatan ve gerçekten kabına sığmayan Cansu, İlerleyen saatlerde yavaş yavaş eski haline geri dönmeye başlamıştı. Sessizleşmiş, yüzü solmuş, eli çenesinde, dirseği masada, dalıp dalıp uzaklara gitmişti. Bir müddet sonra usul usul konuşmaya başladı:

“O kadar güzel bakıyorsun ki, merakını derinlerde saklayıp belli etmiyorsun. Neler olduğunu öğrenmek istiyorsun, biliyorum. Çok acı çektim ben teyze, çok acılar… Topu topu iki yıl evli kaldım, boşanabilmek için tam dört yıl bekledim.

Önceleri normal kıskançlık sandım. Takip etmeler, uzaktan izlemeler, işyerine sürpriz ziyaretler… Ne kadar safmışım ben teyze, ne kadar iyi niyetli.

Yok, eteğin kısa… yok, pantolon kıçına yapıştı… yok, bu makyaj kime? Manyakla evlenmişim ben teyze, tam bir manyakla.

Sonra tacizler başladı; hafifçe sarsmalar, koltuğa itmeler, saçıma yapışmalar…

Neden geç kaldın? Nereden geliyorsun? Arkadaşın kim? Sorgular, azarlar, hakaretler… Bıktım ben teyze, anladın mı bıktım.

24 saat nöbet tutmuş, sabah sabah yatağıma kendimi zor atmıştım. O şerefsiz işte çalışıyor ya… rahat rahat dinleneceğim. Uykumun arasında üzerimde bir ağırlık, karabasan gibi… Bağırıyorum, çırpınıyorum dinlemiyor. Benim yatağımda bana tecavüz etmeye çalışıyor. Tekme, yumruk, tokatla ve çığlık çığlığa üzerimden zorla da olsa attım. Koşup mutfaktan bıçağı kaptım, bas bas bağırıyorum;

‘Siktir git bu evden, seni öldüreceğim!’ diye…

Korktu, kaçtı salak. Ben kim, öldürmek kim? Herifi evden kovdum ama ev onun. Hemen bir valize üç beş eşya doldurup, koşarcasına bir arkadaşımın evine kendimi zor attım. Çok dolaştı peşimde… mutlaka bana zarar vermek de istedi ama başaramadı. Ben onun hakkında uzaklaştırma kararı bile çıkarttım. Yanaşmıyordu boşanmaya… İstediği kadar dümen çevirsin, istediği kadar zora koşsun, yanımdaki bu kadın yani avukatım sayesinde onu pişman ettik teyze. Sonunda ben kazandım. Defolup gidecek hayatımdan.

Şimdi söyle bakalım teyzem, birazcık eğlenmek, bugünden sonra mutlu olmak benim hakkım değil mi?

Offf… Hakan… neden hiç konuşmuyor, neden bana şefkat göstermiyor bu teyze? Maviş maviş bakıp sadece gülümsüyor. Ben kötü bir insan mıyım Hakan? Söyle hadi söyle… ben ne yaptım bu teyzeye? Bu eve gelmekle hata mı yaptım?”

Ben cevap vermeden, Ayça en tatlı sesiyle,

“Cansu’cum hadi seni yatırayım.” Demiş, o da hiç ikiletmeden kabul etmişti.

“Sağdaki misafir yatak odasında yatabilir. İhtiyacın olan şeyler için dolaba bak lütfen.”

Sabah olmak üzereydi. Rıfat, yüzünde şirin bir gülümseme ile bana bakıp kafasını sürekli iki yana sallıyordu.

“Ne yaşadık biz birader, ne oluyor ya!” Dediğimde, hala gülümsüyor ve hala kafasını iki yana sallıyordu. O da sarhoş olmuştu… ben de!

Ayça, beş altı dakika sonra sızan arkadaşını bırakıp geldiğinde;

“Siz de lütfen gidin benim yatak odama. Bugün temizlik vardı, çarşafllar ve nevresimler değişti. Gönül rahatlığı ile yatabilirsiniz. Ben koltukta uyurum, hadi size iyi geceler…”

Ayça, ortalığı toplamak istese de izin vermemiştim. Onlar odalarına gidince, masanın üstündekileri yavaş yavaş mutfağa taşıdım. Işığı kapatıp koltuğa uzanacaktım ki duvardaki annemin resmine gözüm takıldı. Cansu, gecenin finalinde uzunca bir süre annemle konuşsa da cevap alamamıştı. Şimdi konuşma ya da söylenme sırası bendeydi.

“Ehh be kadın… kızcağız o kadar sana içini döktü, insan iki satır konuşmaz mı? Teselli etmez mi? Sevincine ortak olmaz mı? Sadece maviş maviş bakıp gülümsedin! Oldu mu şimdi? Utandırdın beni cancağızım, üstelik senin yüzünden gecenin sonunda fırça bile yedik.”

Işığı kapatıp koltuğa uzanmıştım ki, saçlarımda bir elin dolaştığını hisseder gibi oldum. Karanlıkta dönüp annemin resmine baktım. Uyumadan önce sayıklar gibi mırıldandım:

“Cansu’laşma be oğlum, bi uyu be… bi uyu.”

Günaydın…

Sağlıklı, neşeli ve güzel bir hafta diliyorum.

Kenan Çığır

10.01.2022

Antalya

Son Haberler

İlgili Haberler