Bir yere kadar…
Aynı evi paylaştığımız, hayata dair çözüm ortaklığı yaptığımız, Naif Beyin hayretle sorunca şaşırmıştım.
“Sen ne ara işçilik yaptın?”
Son romanımdaki bana dair bir cümleyi soruyordu. Onu iyi tanıdığımı bilmesem, sorusunu
“Ulan bula bula işçiyle mi çözüm ortağı olduk?” diye de algılayabilirdim.
Sadece gülümsemiştim.
İlkokula İzmit’te meşhur Yeni Turan İlkokulunda başlamıştım. Birinci sınıftan sonra ver elini Karamürsel Atatürk İlkokulu… Ancak ikinci sınıf sonuna kadar kalmıştık. …
Gezmeyi tozmayı çok seven, maceracı bir ailem yoktu da ev içinde kalması gereken özel nedenler öyleydi herhalde.
Tekrar İzmit’e döndüğümüz yaz, o yıllarda şehrin meşhur ayyakkabı mağazası Saygan Kundura ilk çocuk işçi olarak çalışmaya başladığım yer olmuştu.
İşi yumuşatmanın bir anlamı yok, ayakkabı satan mağazada meslek öğrenecek halimiz yok ki çırak olayım! İşçi ayağına yatıp arabeske bağladığım yıllar gelip çatmıştı…
Üçüncü sınıfa Taş Mektep İstiklal İlkokulu’nda devam ediyordum. Sevgili Ahmet Şen öğretmenimiz bizi üçüncü sınıfın sonunda bırakmıştı. Üç yılda üç ayrı öğretmen… Boktan bir okul hayatımın olacağı o günden belliydi.
O yaz, deri ceketler satan bir mağazada çocuk işçiliğe devam ediyordum. Patronun yaklaşık dört kilometre uzakta ve tepedeki evinden, öğlen yemeğini sefer tası ile getirme onuru (!) benimdi. Kova ve süngerle yerleri silmek (O yıllarda Vileda denen zıkkım yoktu.) vitrin camlarını parlatmak, müşteriye çay söylemek gibi asli görevlerle donanmıştım.
Dördüncü sınıfta şimdi adını hatırlamadığım bir kadın öğretmenim oldu. Hasetimden hatırlamıyorum herhalde. Oğlu da bizim sınıftaydı. Çocuğun adını hatırlıyorum… Nurdoğan.
Dördüncü ve beşinci sınıfın yazları tuhafiye dükkanında işçiliğe devamla geçti.
Beşinci sınıfı okul birincisi olarak bitirmiştim. Tek değildim, ortağım vardı. Öğretmenimin oğlu da birinciymişşş! Hee hee.
Eve gidip anneme söylendiğimi hatırlıyorum:
“Öğretmen çocuğu olunca…”
Afeti devran Sabahat’in parlayan yeşil gözlerini devirip de “Ortaokul da görürüz!” demesini hiç anlamamıştım.
Görmüştük… Kör topal, ite kaka ortaokul bitmişti.
Ortaokulda yazları; giyim mağazası işçiliği yanısıra, üstübü işçiliği, saf ve asitli su dolum işçiliği, köy köy şehir şehir gezip araba filitresi sattığımızı hatırlıyorum.
Elbette filitreleri satan ben değildim. Daha çok, yükle boşalttan sorumluyum. Derin bir bilgi gereken işler yani…
İzmit ortaokulu bitmiş, sıra İzmit Lisesi’ne gelmişti.
Sebze ve meyve halinde karpuz işçiliği, katiplik, hammalık da o yıllara denk geliyor…
Lise başka bir alemdi, üniversite bambaşka…
Üniversiteyi bitirdiğim yılın yazına kadar halde katipliğe devam etmiştim. Kolay mı? Çağ atlamıştım. Sekiz dokuz yaşında başlayan çocuk işçiliğini katiplikle taçlandırmıştım.
Çözüm ortağıma bunları anlatmamamın nedeni ne olabilir diye şu aralar düşünüyorum. Aslında konuyu sanırım çözdüm.
İşime gelen gelmeyen geçmişle ilgili hiç bir şeyi hatırlamayan biri olarak, yaş aldıkça eskiler bir bir önüme düşmeye başladı.
Oturup yazmalı. Sıkmadan, bunaltmadan, biraz güldürüp biraz da insanları o yıllara götürmeli.
Çocuğunu pamuklara sarıp, gözünün önünden ayırmayan ebeveynlere çocuk işçiliği anlatmalı. O güzel yılları; güvenli, yardımsever, anlayışlı, sevgi dolu yılları…
Elbette devir değişti. Elbette ortalık yamyam doldu. Çocuğunu küçücük yaşta yazları çalışması için uğurlayan anne babalar çoktan toprak oldu.
Gelelim bana: Ben “Ne zaman mı işçilik yaptım?” Yok canımmmmm afeti devran Sabahat’in karnından genel müdür olarak doğdum!
Bir yere kadar geçmişe gittim, biraz daha yaş alayım, söz daha çok anlatırım…
Günaydın dostlar, iyi haftalar…
Kenan Çığır
28.06.2021
İzmit.
Foto: Pixabay / Alireza Leyli