Takmıştım kafaya, her gün bir iki kere dinliyordum. Bu türkü, çok şey söylemek ve çok şey yazmak istesem de “şimdilik yazmamalıyım” diye düşündüğüm için mi beni bu kadar sarmıştı, bilmiyorum.
“Yürekten geçeni dökemem dile
Gözden akar yaş ama nafile
Duygular vurmuş şimdi sahile
Vazgeçebilsem düşünmem bile
Dağların dumani yok yârın imani
Ayruluk dedun da daha değil zamani” *
Pazar günü, yine aynı türküyü dinlerken telefonum çaldı. Arayan banka yöneticiliğinden emekli olmuş bir arkadaşımdı. Konu konuyu açtı…
“1 Mayıs günü bir Ege şehrinde çalışıyorum. Dedim şöyle meydana doğru bir yürüyeyim. Saat bir hayli olmuş… Tören, gösteri falan da zaten yasaklanmış. Bir tur atıp hava alayım istedim. Hem bir iki müşteriye uğrar çay da içerim. Bankadan çıktım, iki üç yüz metre yürüdüm ki her yerde çevirme var. Her yer kimlik soran, üst baş araması yapan güvenlik güçleri kaynıyor. Dedim böyle olmaz, dön oğlum dön… Bankaya geri döndüm.”
“Eee Mehmet, insan huzursuz hissediyor kendini değil mi? Bir an önce güvenli bildiğin alana dönmek istiyorsun. Sonra?”
“Bankada doğulu bir çalışanım var, niye döndün der gibi bana bakıyor. Anlattım. Ne dese beğenirsin? ‘Müdür bey, biz Doğu’da sadece belli günlerde değil, her günü böyle yaşıyoruz.’ Kalakaldım, cevap vermeden kendimi odama zor attım.”
“Deminden beri anlatmak istediğim tam da bu: Bilmeden, tanımadan, o şartlarda yaşamadan yorum yapıyoruz. Erkin isteğiyle, basın neyi pompalıyorsa ona inanıyoruz. Yaratılan algıyı gerçekmiş gibi kabulleniyoruz.”
“Ben de seni desteklemek için bu olayı anlattım. Sürekli izlenerek yaşamak ne demekmiş o gün kafama dank etti.”
“İyi de sevgili Mehmet, bilemezdin ki! Sana medyada gösterilenlerle yaşananlar o kadar farklı ki. Bunu bizzat Diyarbakır’da beş yıl yaşamış bir arkadaşın olarak söylüyorum.”
“Haklısın ama burnunumuzun ucunu göremeyecek duruma gelmişiz haberimiz olmamış. Sanal düşman yaratılmış, çoğu insan da inanıp kadim bir halkı düşman bilmiş. Gerçi kendimden bahsetmiyorum, biliyorsun.”
“Bilirim dostum bilirim. İktidar kim olursa olsun… Erk sahibi bir gün Kürt halkını yok sayar, bir gün Alevi topluluğunu. Bir gün düşman STK lardır, bir diğer gün üniversiteler. Bir gün din elden gidiyor diye bağırır, diğer bir gün namus çığırtkanlığı yapar. İşine geldiği gibi düşman yaratmak tüm iktidarların uzmanlık alanıdır.”
“Bizler ne ara her şeyi kabullenen, görmezden gelen, umursamayan toplum olduk, şaşırıyorum. Leonardo da Vinci şimdi söyleyeceğim cümleyi bizi tanımadığı için kurmuş. ‘Üç sınıf insan vardır: Görenler, gösterildiğinde görenler ve görmeyenler.’ Biz de görse de görmezlikten gelenler, görmemek için kör numarası yapanlar, gördüğünü zinhar inkar edenler de var. Oldu mu sana altı sınıf insan!”
“Haklısın. Zorlayacak olursak daha da arttırırız. Aslında işin özü rahata alıştık. Okumak, araştırmak, farklı sesleri dinlemek lüks oldu. Körü körüne bağlanılan siyasiler ve onların maşaları neyi servis ederse ona inanılıyor. Gazla çalışan ülke insanı, yalanla besleniyor. Türküde söylediği gibi Mehmet’im, ‘Yürekten geçeni dökemem dile,
Gözden akar yaş ama nafile.’ anlatsam bana yazık; elli tane madde uydurup içeri atarlar… Ben anlatmasam, o anlatmasa, bilen herkes de sussa bu ülkeye yazık.”
“Aman aman sen yine de sus. Dün Kürt halkını düşman diye belleyenler, bugün farklı konuşmaya başladılar. Bir aydınlanma yaşanıyor ki, düşman başına. Siyasetçisinden mafyasına kadar herkes günah çıkartmaya başladı. Mavi boncuklar öyle bir ortaya saçıldı ki sorma gitsin.”
“Eee ne oldii? Rüyalarında ak sakallı dede mi gördüler. Dün toptan bir halkı yok sayanlar bugün neyin günahını çıkartıyorlar? Samimiyetsizlik değil mi, alçaklık değil mi, bunca yaşatılanlar vicdansızlık değil mi?”
“Dur dur kızma. Zor öğrenen bir halkız. Dediğin gibi biat etmeyi seven, kendince özgür fikirler üretemeyen toplumuz. Yine de umutluyum. Her şeyin daha güzel olduğu bir dünyayı biraz zaman alsa da kurabiliriz.”
“Eğer, ‘Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir.’ diyorsan, tamam sana katılıyorum. Umut her zaman var olmalı. Şunu da unutma sevgili dostum; bugün güzelleme içinde olanlar, yarın tüm söylediklerini inkar edebilirler. Bu fırıldaklığı önlemenin yolu, halkın her türlü haksızlığa ve her türlü adaletsizliğe tepki koyabilmesinden geçiyor.”
“Bu zaman alacak. Biz göremeyiz. Halk olarak tepkiyi sadece iktidar ses çıkartmadığı ya da desteklediği zaman koyabiliyoruz. Şartlı tepki gibi bir huy edindik. Gözlerimiz hala yukarıdan gelecek bir işareti arıyor.”
“O zaman da erk sahibi bunu kullanıyor. Karanlık dünyalarında planladıklarına zemin hazırlamak için kullanmaya çalıştıkları kitlelere mesaj veriyorlar. Franz Kafka’nın dediği gibi ‘Kirli bir camdan bakıp, herkesi ve her şeyi kirli sanıyorsunuz.’ Kendileri kir pas içinde, halk kitlelerini de öyle sanıyorlar. Bir gün bu halk uykusundan uyanırsa, o da bir aydınlanma yaşar ve gerçeğin yanında olursa, yandı gülüm keten helva…”
“Kirli camlarının arkasında saklanacak delik ararlar. Keşke o günler gelse. Neyse çok uzattım arkadaşım. Sesini duymak iyi geldi. Çoktandır sahbet etmemiştik.”
“Ne zaman ihtiyacın olursa ara, konuşur dertleşiriz.”
“Seni ihtiyacım olduğu için değil… Dost sesi duymak için ararım. Sen de ihtiyacın olmasa da ara dostum.”
Telefonu kapatmıştık. Türküyü kaldığı yerden değil, başa alarak bir iki kez daha dinledim.
Dilimizin lal olmayacağı ve her gerçeği çekinmeden söyleyeceğimiz günlerin özlemiyle… İyi haftalar diliyorum.
Kenan Çığır
31.05.2021
***Türküyü Zara’dan dinlemenizi öneririm.