İBİŞ’İN RÜYASI/TARIK BUĞRA
Arzu Dinçer
Sizlerle paylaşmak için yeni bir kitaba başlamıştım. Derken çok geçmişten zihnimden silinmeyen bir sahne geldi gözümün önüne. Rahmetli Münir Özkul’un oynadığı bir sahne (TRT/1979).
İbiş’in açlıktan ölmek üzereyken kapının önüne çömüp gazete parçasının içinden ekmek ve zeytin yediği sahne. Neden bilmem hiç silinmedi bu sahne benden ve ben kendimi Tarık Buğra’nın “İbiş’in Rüyası” kitabını okur buldum.
Aslını sorarsanız ne de iyi yapmışım. Yazar öylesine güzel dil zenginliği ile aktarıyor ki anlatmak istediği öyküsünü, siz gözünüzün önünde bir tiyatro oyunu sergileniyormuş keyfini alabiliyorsunuz.
Gelelim beni etkisinden kurtaramayan sahnenin geçtiği metne;
“Vasıf mumu yaktı. Nahit’i uyuyor sandı. Sonra şiltesinin kenarına çömeldi. Elindeki kağıt paketi açtı, önüne koydu. Pakette yarım has ekmek ile zeytin ve dörde bölünmüş iki baş soğan vardı. Yemeğe başladı.
Nahit’in kafası artık tamamen boşalmıştı. Kupkuru, derisi bile kalmayan kafatasının içi kainat kadar boştu ve karanlıktı. Ötekinin dişlerinden, dudaklarından çıkan sesler geliyor, bu boşluğun içinde akıl almaz derecede büyüyor, yankılarla çoğalıyor ve çın çın ötüyordu. Delirecek gibiydi. Delirmişti aslında. Fırlamak, çocuğun üzerine atlamak, tırnaklarını boynuna gömmek, boğmak istiyor, bunu önlemek için de –o bitkin halinde- ömrünün en büyük çabasını harcıyordu. Sonunda takatı kesildi, bayıldı ve uyudu.
Uyandığı veya kendine geldiği zaman oda karanlıktı. Tepedeki ufacık pencereden sızan sokak lambasının ışığı yanlamasına iniyor ve karşı duvardaki lamba oyuğunda duran kağıt paketin üzerine düşüyordu. Nahit o paketi gördü ve yapabileceği en ağır işi yaptı: Kalktı, sendeleye sendeleye, sırtında kurşun balyesi taşır gibi, ama gürültü yapmamaya dikkat ederek gitti, paketi avuçladı, aynı dikkatle kapıyı açtı, dışarı çıktı, avlunun en aydınlık köşesine gitti. Zangır zangır titreye titreye somunu ısırdı; kocaman bir lokma idi bu. Soğandan da ısırdı. İki de zeytin tanesi attı ağzına. Zor çiğniyor, dişleri ikide bir çekirdeklere basıyor, acıyordu.
Lokmayı daha yutmamıştı. Omzunu bir el tuttu. Nahit sıçrayarak döndü ve Vasıf’ı gördü. El sırtından öbür omuzuna doğru kaydı ve kavrayıp kendine doğru çekti:
-Gel, içerde ye…
Nahit’in gözlerinden birdenbire yaşlar boşaldı. Kendisini arkadaşının göğsüne bırakıverdi. Gene bayılmıştı, ama paketi sımsıkı tutuyordu.”
…
Romanda yazarımızın “Nahit” olarak bize aktardığı kişi aslında osmanlı döneminin tuluat sanatçılarından Naşit Beydir. Onun aristokrat ve zengin ailesinin isteklerine karşı gelerek çocuk yaşta aşık olduğu tiyatroya olan tutkusunun aktarıldığı gerçek yaşam öyküsünden esinlenilmiş.
Yazar gerçek hayat ve üstlenilen rol arasındaki zıtlıkların ironisini oldukça iyi vurgulamıştır. İbiş karekterinin rahatlığı, aklına geleni söylemesi ve vurdumduymazlığıyla Nahit karekterinin kederli ve kadere karşı durulmazlığı okuyucuyu boğmadan aktarılmıştır. Karekter analizi öylesine iyi yapılmış ki Nahit’in psikolojik gel-gitlerini, duruşunu bozmamak adına çektiklerini ve tabi yaşadığı büyük aşk’ı okurken içselleştirebiliyorsunuz.
Hani bazen deriz ya; Ne kadar çabalarsak çabalıyalım, kalemi alıp kaderi kendimiz yazalım olmuyor, işte yazar bunu okuyucusunu bu noktada kucaklıyor ve öylesine usta bir kıvraklıkla yaşamın gerçeklerinden ve kaderden kaçılamayacağını hatırlatıyor ki.
Kitap tanıtım yazısı:
Osmanlı Tiyatrosunun ünlü komiği Naşit’in hayatından bir bölümü konu edinir. Yazarın zıtlıkları ele alma biçimi her satırda hissedilir.
Olay son derece hisli, iki kişi arasında geçen fırtınalı bir aşk atmosferi içinde anlatılır. Konusu tiyatro ve sinemanın ilgisini çekmiştir. Devlet Tiyatroları’nda başarıyla sahneye konulmasına rağmen TRT aynı başarıyı gösterememiştir. Televizyon dizisini izleyenlerin de romanın değerini yeniden keşfetmek adına mutlaka okumaları gereken bir eserdir.
(Alıntı: https://www.kitapkoala.com/kitap/ibisin-ruyasi-butun-eserleri-5-tarik-bugra-9789754371222 )