Hasan Çakır
Yirmibirinci yüzyılın başında, Avrupa’nın ortasında, kültür mültür, entegrasyon mentegrasyon, identite midentite derken şaşkına çevrildik. Çok kültürlü mü, bir kültürlü mü yoksa bi-kültürlü mü olsak, kendi kültürümüzü koruyarak mı entegre olsak yoksa nasıl olsak?…
„Leit-Kulti“ci (başat kültürcü), „Multi-Kulti“ci yarım aydınların baş rollerde oynadığı „Avrupa Kültürü“ sahnesinde bir o yana bir buyana savrulup duruyoruz…
Frankfurt’ta 200’e yakın „kültür“ varmış… Bu kadar çok, çeşitli, farklı, başka, yabancı kültürlerin itiş kakışı arasında kendimize bir yer kapabilecek miyiz? Biz kimiz? Kendi kültürümüz nedir? Biz n‘olacağız? kendi kültürümüz n‘olacak?
xxx
Sorun aslında, yarım aydınlarca paldır küldür ortaya sürülen kültür kavramlarını eleştirisiz benimsememizden ve üzerinde düşünmeden kullanmamızdan, yani kültür anlayışsızlığımızdan kaynaklanıyor.
Söz gelimi şu ünlü „yabancı kültürler“ söylemini iskandilliyelim: Hiç bir gün merak edip sorduk mu: yabancı kültür ne demektir? Hangi kültür yabancıdır ve neden yabancıdır? …
Ya şu „nasyonal kültür“ kavramı? Nedir „nasyonal kültür“? Hangi kültürler nasyonaldir, hangileri deĝildir? …
xxx
Kültür tarihiyle azıcık ilgilenenler bilirler: Her işin bir kültürü vardır. Kültürlerin oluşmasına insanlıĝın tüm kuşakları katılır. Kültürler insanlığın ortak malıdır ve her kültür onu tanıyan herkese aittir.
Yani „yabancı kültür“ olmaz, olsa olsa bir kültüre yabancı olunur. Söz gelimi,
matematik kültürünü tanımıyanlara matematik kültürü yabancı gelir. Eskimo edebiyatını tanımayanlar Eskimoca edebiyat kültürü yabancıdır.
xxx
Ya „nasyonal kültür“?
Kapitalizm, „pazar ve mal nizamimının bekası“ için nasyonal ruh çağırmalarıyla, kültürleri de „nasyonal“leştirdi; bir başat nasyonal kültür anlayışını yığınsallaştırdı ve her kültüre bir nasyonal sıfatı taktı.
Edebiyat kültürü oldu nasyonal edebiyat kültürü; matematik kültürü oldu, nasyonal matematik kültürü…
Oldu ama, kültürlere „nasyonal“ sıfatı uymuyor.
Bu durum özellikle bilim kültürlerine „nasyonal“ sıfatını takınca iyice göze batıyor:
Söz gelimi, matematik kültürüne nasyonallik hiç yakışmıyor. Hem sermayenin kârını Arap Rakamları ile hesaplamak, hem de bir nasyonal matematik kültüründen söz etmek sırıtıyor…
Sanat kültürleri de öyle. Picassonun resimleri hangi nasyonal kültüre sokacağız. Fransız nasyonal resim kültürüne mi, İspanya nasyonal resim kültürüne mi? Eserlerini Farsça yazan Mevlana hangi nasyonal kültüre ait? “Ben dünya vatandaşıyım” diyen Alman Şair Goethe’yi nereye koyacağız…
Evet, nasyonların sınırları var ama, kültüre nasyonal sınır çizilmiyor.
xxx
„Nasyonal kültür“ lafı (çok kez) din kültürü, dil kültürü, yaşam tarzı kültürü (kimileri “ortak bellek” diyor buna) yerine kullanılıyor. Ama, “nasyonal” sıfatı bu kültürlere de uymuyor:
Dili bir, dini başka; dini bir, dili başka; dini dili bir, başka başka toplumlar var. Ne din ne de dil kültürüne nasyonal bir sınır çizilemiyor.
Yaşam tarzı kültürü de öyle. Belki kapalı toplumların, kabilelerin yaşam tarzı’na (ille de bir şey demek isterseniz) „nasyonal“ diyebilirsiniz, ama bugün blucin giymeyen kabile kaldı mı yeryüzünde?
Şimdi, insanlığın tanışma çağında, insan ruhu (birey, kişi), nasyonal ruhun, yöresel belleğin ve gelenek- göreneklerin sınırlarını aşıyor ve aşacak.
xxx
İşi kolay kılalım:
“Yabancı kültür”, “nasyonal kültür”, “Leit-Kulti”, “Multi-Kulti” gibi kavramlar kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu kavram kargaşasından kurtulmanın tek yolu: “kültür”den söz edenlere hangi kültürden söz ettiğini sormaktır: bilim kültürü mü, sanat kültürümü, din kültürü mü, tarım kültürü mü, mutfak kültürü mü, müzik kültürü mü, fizik kültürü mü, otomobil kültürü mü? yaşam kültürü mü…? Hangi kültür söz konusudur?
O zaman kendimizi, kavram kargaşasının yol açtıĝı şaşkınlıktan, bir ölçüde kurtulabiliriz.
xxx
Bugün bizim, “yerli”, “ yabancı” hepimizin, ne olduğu belirsiz bir “Leit-Kulti’’ye değil, nasyonal ön ve bön yargılardan, inançsal bağnazlıklardan arınmış insancıl ve barışçıl bir KÜLTÜR ANLAYIŞINA ihtiyacımız var.
Böyle bir kültür anlayışına sahip olmak zor değil, Herhangi bir daireden izin veya bir kafa kağıdı almaya da gerek yok. Bunun için sadece kafamızdaki nasyonal sınırları kaldırmak,Yunus Emre gibi, “Dünya benim rızkımdır, halkı benim halkımdır” demek ve dünyayi Yunusça, tüm varlığıyla kucaklamak; gözümüzü, gönlümüzü dünyaya açmak yeter.
O zaman insanoĝlu ve kızları olarak yeryüzünde yarattıĝımız hiç bir kültür bize yabancı kalmaz. Ne entegrasyon sorunumuz olur ne kimlik sorunumuz ne de kültür sorunumuz…
Bir Fransız kafasındaki nasyonal sınırları kaldırınca Fransızlığından bir şey kaybetmez. Alman Şair Goethe’yi “ben bir dünya vatandaşiyım” dedi diye alman saymayacak mıyız? İnsan hem dünya vatandaşı hem de Eskimo olabilir…
xxx
Evet, bugün bizim, hepimizin, her şeyden önce Yunusca – Goethece bir kültür anlayışına ihtiyacımız var. Başat, nasyonal kültür kuşatmasından yakamızı ve kafamızı ancak böyle kutarabiliriz ve gönül rahatlıĝıyla:
“Ben bir dünya vatandaşıyım – Dünya benim rızkımdir, Halkı benim halkımdır” diyebiliriz.
Unutmayalım: Hepimiz bir dünyalıyız. Dünyanının kültürleri bizim hazinemizdir.
Sözü, A.Kadir’in “Bugünün Diliyle Mevlana” kitabından bir şiirle bitirelim:
Beri gel, daha beri, daha beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin, ben senim işte.
Dünyada nice diller var, nice diller,
Ama hepsinde de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
sular nasıl bir yol tutar gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü savaşı bırak,
can nasıl koşar bunu canlara iletir.