1.9 C
Almanya
Çarşamba, Kasım 20, 2024

Kitapçıya gelenler – Süleyman Kaymaz

Kitapçılığın geçer akçe sayılmadığı toplumumuzda kitapevleri cadde üstünde bir dükkânın kirasını çıkartamayacağı için genellikle kenar yerlerde olurlar. Hayatında bir kitabı baştan sona okumamış bazı işgüzarlar da bizim bu durumumuzu yadırgar.

“Biraz kıyıda kalmışsın, caddede bir dükkân bulamadın mı?” gibi sözler ederek akıl vermeye kalkarlar.

Altıparmak”ta bulunan dükkânımın sahibi dükkânı eşi hanımefendiye tahsis edeceğini söyleyince şehrin kenar yerlerinde dükkân aramaya başlamış, aylarca dolaşmama rağmen uygun bir yer bulamamış en sonunda Kayhan Caddesinin sonunda Irgandı’ya çıkan Alancık caddesinde küçük bir dükkân bulabilmiş, alelacele bu dükkâna taşınmıştım.

Her taşınmamda bir önceki dükkânın müdavimlerini de kaybediyordum. Bu seferde öyle oldu ve eski müdavimler bu dükkâna gelmediler. Tabi kurtulduğuma sevindiğim kişiler de vardı bunların arasında. Mesela elinde kolasıyla her gün dükkâna uğrayan şizofreni hastasından kurtulmuştum. Bu arkadaş pek kitapla işi olmadığı halde akşama kadar dükkânda oyalanır, asla tabureye oturmaz kapının tam önüne bağdaş kurarak otururdu. Bir müşteri içeri girdiğinde, adeta odasına girilmeye kalkılan bir ergen gibi biraz sinirli biraz öfkeli bir tavır takınır fal taşı gibi açtığı gözleriyle içeri girmeye çalışan müşteriye korkuyla bakar sonra bana dönüp kim bu der gibi başını iki yana sallardı.

Bir diğer şizofreni hastası, oldukça uzun boylu ve iri yarı olan arkadaş ise şiir yazmaktan hoşlanır, yazdığı şiirleri bir zarfa koyar, gündüz postası gibi her gün gelir bu şiirleri bana takdim ederdi. Bazen oturur edebiyat konuşurduk. Otururken sırtını kapı tarafına verdiğinden kapının içeriden görüş alanını kapatırdı. Onunla edebiyat üzerine konuşmaktan keyif alır yazdığı şiirleri çok beğenirdim. Şiirlerindeki imgeler çok güçlüydü. Çok az şairde görmüştüm bu tür imgeleri. Bu sohbetlerimizden çoğunda lafın yarısında bir şey söylemeden aniden kalkar, kaçar gibi dükkândan çıkıp giderken dönüp dönüp şaşkınlıkla yüzüme bakardı. Ben de pek bir şey sormazdım. Fakat meraktan çatlar, niçin böyle davrandığını anlamaya çalışırdım. Bu arkadaşa kadar şizofreni hastalarından çekinirdim fakat sayesinde bu korkumun yersiz olduğunu anladım. Kafamın uyuştuğu nadide insanlardan biri olmuştu. Yine bir gün getirdiği şiiri okuyor, şiiri üzerine konuşuyorduk ki sohbetin en güzel yerinde aniden kalkıp gitti. Sözlerim yarım kaldı. Dışarı çıkıp arkasından esefle baktım. Dükkânın önünden yokuş aşağı hızla ilerlerken dönüp dönüp bana bakıyor, her bana baktığında benden kaçıyormuş gibi daha hızlı yürüyordu. Kafama takılmıştı. Soracaktım. Ne oluyordu da böyle aniden kalkıp gidiyordu?

Ertesi gün kitap bakan iki gence aradıkları konuyla ilgili birkaç kitap gösteriyor, hazır beni dinleyecek iki kişiyi de bulmuşken kendimi kaptırmış neredeyse tüm bildiklerimi ısrarla anlatarak bu iki genci iyice bunaltıyordum. Şiir yazan arkadaş içeri girdi ve yanımdakilere aldırmadan mahcup mahcup gülümseyerek elindeki zarfı bana uzatıp, “Bu şiiri senin için yazdım” dedi.

Az önce beni hayranlıkla dinlediğini sandığım iki genç önce zarfa sonra bana bakıp sanırım bastırmaya çalıştıkları bir gülme krizine girmemek için, “Hayırlı işler” dedikten sonra kıkırdayarak gittiler.

Hemen iki çay söyledim. Önce çayları içtik. Sonra şiiri okuduk ve şiir üzerine konuştuk. Önceki günden verdiğim kararı uygulamak için sözü fazla uzatmadan hemen sordum. “Sana bir şey soracağım. Neden sohbetin yarısında aniden kalkıp gidiyorsun?” dedim. Bu beklemediği ani soruma bir açığını yakalamışım gibi şaşırdı. Yüzü asıldı. “Boş ver” dedi. Israr ettim. “Bilmek istiyorum” dedim. Biraz düşündükten sonra, “Anlatırsam korkarsın” dedi.

Bu tavrı beni iyice meraklandırdı. “ Niçin korkacakmışım?” dedim kendimden emin bir ses tonuyla. “Anlat” dedim. Korkacağım son kişi bile değilsin.” Sustu. Birazdan, “ Aramızın bozulmasını istemem” dedi. “Saçmalama” dedim.

Ne olabilir ki? Senin karşında çocuk yok, anlat lütfen” dedim. “Emin misin?” dedi. İyice bastıran merakımı gidermek için sabırsızlanıyordum. “Evet, eminim” dedim.

Peki” dedi. “Fakat olacaklardan mesul değilim” İyice heyecanlandım. Birilerinin bizi duymayacağından emin olmak ister gibi dönüp önce kapıya doğru baktıktan sonra yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Adeta kulağıma fısıldar gibi, “ Sen konuşurken bir şey yok ama konuşma sırası bana geldiğinde senin başında bir papağan beliriyor ve sürekli sözümü keserek “Ben tanrıyım, ben tanrıyım” diyor ve bunu her söylediğinde senin başını gagalıyor” dedi.

Duyduğum şeyler bana hiç de korkutucu gelmemiş aksine eğlenceli bile bulmuştum. Merakımı gidermenin rahatlığıyla, “Canım ne var bunda, bu mu beni korkutacakmış” dedim gülerek.

Yok, bu değil tabi” dedi. Tekrar yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözlerini gözlerime dikti, sağ elini pençe yaparak bana doğru uzatıp soğukkanlılıkla, “Papağan her sözümü kestiğinde sinirleniyorum, içimden papağana saldırıp tüylerini yolmak geliyor, bunu yapmamak için de kalkıp gidiyorum.” dedi.

Aramızda bana epey uzun gelen sessizlik oldu, gözlerinde anlayamadığım bir pırıltı dolaştı, pençe yaptığı elini bir an başımda hisseder gibi oldum, nabzım yükseldi, yüzümde bir sıcaklık hissettim ve gürültüyle yutkundum. Bir şey diyecek gibi oldu fakat vazgeçti, birden bakışlarını kaldırıp başımın üstüne doğru baktı, pençe yaptığı eli titremeye başladı, yüzünde bir çarpılma gördüm, dişlerini sıktı. Birdenbire oturduğu yerden sıçrar gibi kalkıp kendini dışarı attı. Derin bir nefes aldım.

Biraz sonra dışarı çıktım ve arkadaşımın yokuş aşağı aceleyle koşuşturduğunu gördüm. Caddede durdu, dönüp bana doğru baktı, göz göze geldik. Sonra caddenin karşısında bir ara sokağa girip gözden kayboldu. Titreyen ellerimle cebimdeki paketten bir sigara alıp yakarken kafamın içinde bir ses sanki “Ben tanrıyım, ben tanrıyım” diye bağırıyordu. Yoldan geçen bir tanıdıkla selamlaşmak için kaldırdığım elimle saçlarımı düzeltiyormuş gibi yapıp başımın üstünü yokladım.

Bu onu son görüşüm oldu.

Süleyman Kaymaz

Son Haberler

İlgili Haberler