1970’li yılların ikinci yarısında yaşadığımız coğrafyanın can alıcı konuları olan evlat acısına son vermek, yaşam pahalılığı, evde, işyerinde, okulda, sokakta, yaşamın tüm alanlarında uygulanan şiddete “dur” demek kampanyasıyla bütün bu sorunlara farkındalık yaratmak ve kadın sorunlarına yöneltmek için ilk kez bir kadın derneği gönüllülük esasına dayalı oluşturduğu ve sembolik olarak belirlediği listede Beyhan’ın ismi de vardı.
Türkiye’de ilk kez kadınlar yürüyeceklerdi. 20 Temmuz 1979 tarihinde Kocaeli – İstanbul il sınırından yola çıkacak olan kırmızı çatkılı kadınlar, İzmir’den gelen kadınlarla birleşerek Ankara’ya geleceklerdi. Bu yürüyüş 4 gün sürecek ve Ankara’da son bulacaktı. Yol boyunca köylülerle konuşulacak, bilgi alışverişinde bulunulacak, bir süre dinlenildikten sonra yola devam edilecekti. Kırmızı çatkılı kadınlar yol boyunca Gelincik bahçesi gibi görünüyorlardı.
Yola çıktıklarının dördüncü gününde 500 kadın, 500 cesur yürek Ankara il sınırına geldiklerinde jandarmalar karşılamıştı. Akşam hava kararmak üzereydi ve kadınlar oturma eylemine başlamışlardı. Bu ıssız yerde yiyecek yemekleri ve içecek suları yoktu. Anımsadığım kadarıyla Nasreddin Hoca köyüne yakın bir yerdeydiler. Köyün çıkışı olan bu yerde eşeğine ters binmiş Nasreddin Hoca heykeli vardı.
Hava alabildiğine sıcaktı. Kadınlar susuzluktan perişan haldeydiler. Jandarmalar ise ellerindeki tüfeklerin dipçiklerini doğrultmuşlar kadınlara göz açtırmıyorlardı. Gece ise bu bozkırda soğuktan telef olmak işten bile değildi. Beyhan “Ahhhhhh, bu sigarasızlık” dedi ve dediğinden kendisi utandı. Zira yiyecek ekmekleri, içecek suları yoktu. Sigara olmasaydı da olurdu. Sigarası kalanlar bir tek sigarayı ortadan bölerek yanındaki arkadaşıyla paylaşmaktaydı. Flitresiz Bafra cigarası ise iki fırt çekince biter ve parmaklarını yakmaya başlardı.
Beyhan, çalıştığı işyerine bir şekilde ulaşmıştı. 1980 sonrası Mamak Belediye başkanı olan arkadaşımız o yıllarda milletvekiliydi. Çevresiyle çok barışık olmayan, deli dolu bir insandı fakat bizim çevremizde çok sevilen bir insandı. Koliler dolusu kumanya, herkese yetecek kadar battaniyeler, karton sigaralar hazırlatıp getirmiş fakat jandarmaların engelini aşamamış, kadınlara ulaştıramamıştı. Jandarma başçavuşu kadınlara inanılmaz derecede zulmediyordu.
Kadınlar kendi aralarında kısa bir toplantı yaparak taleplerini tespit ettiler, hedef belirleyerek oylamayla oluşturdukları 7 kişilik komiteye yetki verdiler. Komite kendilerine zulmeden başçavuşu nazik bir biçimde ekarte ederek yüzbaşıyla konuşmak istediklerini söylediklerinde başçavuşun yüzü asılmıştı.
Kısa sürede yüzbaşı gelerek kadınların kararlarını söyleyen komite üyelerinin isteklerini kabul etmişti fakat geceyi burada geçirecekler ve asla başkente giremeyeceklerdi. Komite geri dönüp yeni gelişmelerden kadın arkadaşlarına yeni gelişmelerden bilgi verince kadınlar yerlerinden kalkarak ele ele tutuşarak halay durmuşlardı. Halay çekeceklerdi ki akşamın serinliği onları etkilemeyecekti.
Halay bittiğinde herkes yerlere oturup kumanyalarını beklemeye başlamıştı. Yemekleri dağıtılırken yeniden türkü söylemeye başladılar. Moralleri yerine gelmişti. Yarın Ankara’ya ulaşacaklardı. Komite üyeleri sigara tiryakilerin sayısını belirleyerek ikişer paket sigara bırakıyorlardı.
Yemekler şarkılar, türküler ve marşlar eşliğinde yenilinde tekrar halaya durdu kadınlar. Kadınlar kendilerinin seçtikleri komite üyelerinin nöbet tutacakları bu geceyi burada geçireceklerdi.
Jandarmalar aramızda duvar ördükleri için biz duvarın öbür tarafındaki kadın arkadaşlarımızın yanına ulaşamamıştık. Birkaç kez zorladıysak da her defasında bize şiddet uygulayarak geri çekilmemizi başarmışlardı. O gece biz de evlerimize dönmeyecek orada kalacaktık. Bizim tek şansımız geldiğimiz kiralık otobüslerin koltuğunda uyumaktı. Arkadaşlarımız tam olarak 4 gündür yol yürümüşler ve yorgun düşmüşlerdi. Bu durumdan utanır duruma geldiğimiz için hiçbirimiz otobüsün içine girip uyumak istememişti. Odun toplayarak ateşimizi yaktık ve etrafında oturarak sabahı beklemeye başlamıştık.
Sabahın ilk ışıkları olanca sıcaklığıyla vurmaya başladığında kadınlar birbirlerini uyandırmaya başlamışlardı. Şimdi akşamdan kalan kumanyalarla kahvaltı yapmak zamanıydı. Peynir, ekmek ve su’dan oluşan bir ziyafetti. Kahvaltı bitince marşlar eşliğinde tekrar halaya durulacaktı.
Komiteden komut gelince hep birlikte halaya durulmuştu. Beyhan halay çekerken jandarmaların gerisinde esmer, iri yarı, kara yağız bir erkeğin kendisine dikkatlice baktığını fark ettiyse de görmemezlikten gelmişti. Jandarmalar o anda aldıkları emirle tüfeklerin dibçiklerini doğrultarak kadınların üstüne geldiklerinde bu kendisine bakan bir çift karagözlü erkek jandarma çemberini yayarak Beyhan’ı kolundan yakalamış ve siper olmuştu. Beyhan’ın yüreği küt küt atıyordu. İstanbul Kocaeli sınırından başlayarak yürüdükleri günlerden beri bir hayli uykusuzluk çekmiş yorgunluğu had safhaya ulaşmıştı. Şimdi ise kısmette jandarma dayağı yemek de vardı.
Kadınlar birbirlerine sarılarak içten başlayan ve giderek dışarıya doğru genişleyen çemberler oluşturmaya başlamışlardı. Amaçları daha az darbe yemekti. Yere düşen kadınlar çiğnenmekten güç bela kurtulmaya çalışıyorlardı. “Dipçik yemek, süngü yemekten iyidir” diye düşündü Beyhan… Bu meydanda dayak kaçınılmazdı. Jandarma gitse polisler gelecekti. Kendilerini Ankara’ya sokmayacaklardı.
Çatışma başlamıştı. Bu meydanda dayak kaçınılmazdı. Jandarmalar her gördüğü kadına darbeyi indiriyordu. Kadınlar yerlerinden doğrulmuş, yeniden birbirlerine sarılarak mevzi tutmaya başlamışlardı. Toz toprak havaya kalkınca göz gözü göremez duruma gelmiştik. Ne kadar zaman geçtiğini anımsamıyorum. Saldırganlar, jandarma yüzbaşısının komutu duyulunca geri çekildiler. Komutan’ın gür sesi duyulup jandarmalar hız kesince biz de toparlanmıştık.
Yediği darbelerden kaynaklı olarak baygınlık geçiren Beyhan, gözlerini açtığında kollarını ve bacaklarını oynatıp bedeninde kırık çıkık olmadığını anladı. “Demirden korkan, trene binmez” demişti içinden.
Etrafına bakınca jandarmanın gövdeleriyle duvar örmüş olduğu engeli aşan bizi görecek ve yüzünde o kendisine özgü gülümseme oluşacaktı. Ben, yanına giderek toz toprak içinde oluşuna bakmadan Beyhan’ıma sarılmıştım. Her biri fakir aile çocuğu olan jandarmaların bu zulmü bizi derinden yaralamıştı. Beyhan’ın alnı patlamış, kanlar akıyordu. Sırt çantamdan bir yedek çatkımı alarak yaraya bastım, kanın kesilmesini bekledikten sonra Apaçi Kızılderililer gibi çatkıyı alnına bağladım. Beyhan’ın çok fazla acısı vardı fakat beni üzmemek için belli etmiyordu.
Komite acilen toplanıp karar alarak basın açıklaması yapmıştı. Yürüyüşün amacına ulaştığı düşüncesiyle komite basın açıklaması yaptıktan sonra dağılarak evlerimize dönecektik. Beyhan’la ikimiz Ankara’dan gelen diğer kadınlarla birlikte sapak dediğimiz yere kadar yürüyerek oradan şehirlerarası otobüsü durdurup şehir merkezine gelmeyi düşünüyor idiysek de adım atacak dermanımız kalmamıştı.
O sırada derneğimiz tarafından kiralanmış otobüsler yanımıza geldiğinde tercih hakkımızı o yönde kullanarak kiralık otobüslerle şehir merkezine geldik. İlk işimiz hastaneye acil servise giderek patlayan alnımıza estetik olsun ısrarımızla doktora dikiş attırdık.
Bazı kadınlar yüzlerinde herhangi bir iz olduğunda perçem kestirerek o bölgeyi kapatmaya çalışırlar. Beyhan’ın yara izi hala belirgindir. Benim kırmızı çatkılı arkadaşım, o günden beri yara izini gururla taşır.
Züleyha Akın – 22.03.2021