Arzu Dinçer
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bağdan üzüm bekler, derede odun yüklerken; âlem uykuda ben pusudayken, âdemoğulları pek çokmuş. Ülkelerin birinde, barışa sevdalı insanlar yaşarmış. İsterlermiş ki o insanlar, dünya yüzeyindeki tüm canlıların karnı doysun, sırtı pek olsun, yüzler huzurla ışıldasın. Bir gün bir araya gelip kardeşlik türküleri söyleyerek halaya durmak ve isteklerini tüm dünyaya duyurmak istemişler.
Ancak, şirinleri görmek için ömrü yetmeyecek Çarkçılar da varmış O ülkede. O türkülerden, halaylardan çok rahatsız olurlarmış oldum olası. Düşünmüşler, düşünmüşler… Biz illa da fani dünyanın yöneteni olmalıyız, barış bizi bozar demişler.
Tüm insanların karnı tok olursa kimseye muhtaçlığı olmaz e o zamanda biz bu insanları nasıl istediğimiz yana çeker istediğimizi yaptırırız kaygısı sarıvermiş Çarkçıları. Başlarını sokacak evleri olursa, biz onları borçlandıramayız e o vakitte bizim çarkın suyu para, o olmazsa biz bu çarkı nasıl çeviririz demişler.
Barışçıların ne çarka ne de onun suyuna eyvallahı yokmuş. Biz bir ekmeği tek başımıza yemektense bir lokma dahi bölüşmekten yanayız, o ekmeği yiyen güvercinmiş, karıncaymış, domuzmuş bizi hiç ilgilendirmez yeter ki aynı lokma kadar dolsun mideler derdindelermiş.
Neyse efendim, gel zaman git zaman Barışçıların toplanma günü gelmiş çatmış. Güneş o gün onlardan alıyormuş ışığını, öyle güzel aydınlanmış ki onların sevgi ile atan yüreklerinin enerjisinden.
İsmin, şehrin, cinsiyetin, yaşın önemsiz olduğu bir olmanın erdeminde toplantı yerine gelmeye başlamışlar. Halaylar kurulmuş, türküler yakılmış gökyüzüne doğru sesler yayılmaya başlamış.
Gelin görün ki bunu hiç istemeyen çarkçılar da hazırlanmışlar. Gökyüzüne seslerin yayılmasını engelleyemeyeceklerine göre sesleri yok etmeleri gerekiyormuş. Ama nasıl yapmalılarmış bunu işte bütün mesele buymuş. En kolayı seçmişler. Yer ayrılırda yerin içine geçerlerse Barışçıların seslerini kimsecikler duymazmış. Toprağın altında yaşayanlara diledikleri kadar masal anlatabilirler gün ışığı görmeyen ne anlar halden sadece kemirir yok eder bizim çarkın doğumunda ne çok katkısı oldu onların demişler.
Hoş Geldin-Güle Güle kapısının önündeyken Barışçılar birden büyük bir ses duyulmuş bir ses daha! Neşeli türkülerin yerini bir anda can acısının ta yüreğin parçalanmasının sesleri sarmış dört bir yanı öyle bir sarmış ki sadece bulundukları yeri değil tüm ülkeyi kaplamış bu ses. Gözler okyanus olmuş bir anda ilk şaşkınlık sonrası hani ismin, şehrin, cinsiyetin, yaşın önemi yoktu ya o büyük sesle birlikte dağılan karanfillerin hangi yaprağı hangi çiçeğe ait hiç belli değilmiş. Onlarca onlarca karanfil ayrılan yerin içine girmiş. Zaman durmuş. Barışçılar karanfil olmuş buldukları yapraklara sarılmış, ülkenin geri kalanı da onlara sarılmış çekip çıkartmak istemişler ayrılan yer kürenin içine çekilen karanfilleri.
Yer çekimi hiç bu kadar güçlü olmamış o ana kadar. Çarkçılar gülmüş. İşte size gösterdik biz olmazsak olmazsınız başı buyrukluğun sonu bu olur.
Ama Çarkçıların hiç hesapladıkları gibi olmamış zaman tekrar akmaya başlayınca. Can taşıyan nefes alan her kim varsa (onlar hariç) utanmış yeryüzünde olmaktan. Seyirci kalmaktan karanfil yapraklarının sağa sola saçılmasından vicdanlar çağlayan olmuş ruhen gömülmüşler toprağa. Gömülmüşler ama seyirci de kalamazlarmış. Daha çok Barış daha çok sevda diye haykırmaya ve Çarkçıların karşısında yer almaya başlamışlar. Ülkenin sınırlarını aşmış karanfil yapraklarının öyküsü tüm dünya tepki göstermeye, acıyan yaranın çevresinde toplanmaya başlamışlar. Çarkçılar öfkelenmiş nasıl nasıl olur bu diye? Zira istedikleri bu değilmiş. Onlar yeri de ayırır, göğü de hiç kimse hiçbir şey söyleyemezmiş.
Onları susturmak yetmeyince seslerden sonra kelimeleri de susturmak istemişler. Hatta bu olayı hafızalardan silmek üzere neler yapabiliriz diye ince planlara girmişler. Matematiksel hesaplar yapmışlar, psikolojik baskılara sığınmışlar. Ama hep aynı noktaya geri dönmüşler. Hoş geldin-Güle Güle kapısı hiç durmadan onların ismini bağırıyormuş. “Barışçıllar geldi güle oynaya, Çarkçılar hiç hoş gelmediler benim camlarım inerken yere karanfil yaprakları düşüyordu göğe. Yer gök, gök yer olurken çarkın dişleri Barışın sesi ile kırıldı” diye.
Sesleri susturmak isterken kendi kirli sesleri yankılanmaya başlamış gıcır da gıcır gıcır da gıcır… çarkın dişlerine öyle çok karanfil yaprağı öyle çok kelime yapışmış ki çarkıçıların o yıkılmaz sandıkları çark birden durmuş! Hoş geldin-Güle Güle kapısının çevresinden daha büyük bir sesle yıkılmış. Çevreye yayılan dişler ve parçaları toprak bile kabul etmemiş.
Barışçıllar tüm güzel düşlerini bir araya getirip, çevreye yayılan parçaları toplamışlar. Koca bir anıt dikmişler tüm canlılar baktıkça o günleri unutmasınlar diye. Suyu bembeyaz akan bir su değirmeniymiş bu. Çarkçıların parçalarının bulunduğu kuyuya düşüyormuş su. Kuyu karanlık su beyaz ses duru ve tek çıkıyormuş “Barış” diye. Koca bir gökkuşağı doğuyormuş karanfil yapraklarının saçıldığı saatte. Çevresini kuşatan sarmaşıkların yapraklarındaki tarlalarda kelimeler birleşiyormuş “Unutmadık unutmayacağız o günü ve o günü dünyaya yaşatanları” diye.
Kör uzağı görsün, sağır en tiz sesi duysun. Masal masal içinde, biz masalın içinde selam alıp selam verelim, çarkçılar gibilerin diplerine kibrit suyu dökelim.
Gökten üç karanfil düştü; biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun…
Sevgilerimle