Herkes kendince seviyor baharı
Kimi ufuklarda yaşamı karşılıyor
Kimi bakışlarda yeni başlayan aşkları
Adnan Yücel
Otoyoldasınız ve sevdiğiniz birisiyle yaya olarak karşıdan karşıya geçmek zorunluluğunuz var diyelim. Yolun tam ortasına geldiğinizde kocaman bir araç hızla üzerinize geliyor. Yanınızdaki insan ne geriye ne de ileriye adım atamayacak durumdaysa ikinizin birden aracın altında kalacağınız kesindir.
O durumda çok fazla seçeneğiniz yok! Birinci seçenek ikinizin birden araca çarpmanızdır. İkincisi ise sevdiğinizi orada bırakarak son hızla koşarak kendinizi karşı tarafa atmanız olur.
Bazı insanlar sevdiklerine onları canlarından çok sevdiklerini söylerler. Doğru mudur veya yanlış mıdır bilemeyiz. Ancak işin gerçeğini kişinin kendisi bilir.
Doğal olarak bireyin yalan söyleyip söylemediğini sadece ve sadece kendisi bilmektedir. Bu bilgi zamana, mekâna ve yaşadıklarına göre değişim gösterebilir ancak çok daha zayıf bir olasılıktan öteye geçmez. Bu durum sadece pişmanlık belirtisi de olabilir.
Örneğin; bulunduğum yerleşkede kedi besleyen bir tanıdığım bu sorumluluğunun kendi yaşamını ve daha doğrusu hareketlerini kısıtladığından yakınırdı. Büyük olasılıkla bu durum evdeki rahatını bozarak birtakım etkinliklere katılmaması için bir bahaneydi. Günün birinde o çok şikâyet ettiği Kedi’si öldüğünde ben kendisine taziye dileklerimi iletmediğim için bana küsmüştü. Ne olmuştu da bana bu denli tavır almıştı derseniz bu sorunun yanıtı kendisindeydi. Kedi’sini çok sevdiğini ölünce anlamıştı. Ben bu durumu bilemezdim demeyeceğim. Bilmeliymişim.
Tahminen 1978 veya 1979 yılıydı. Öğretmenim gözaltına alınmış ve kısa adı DAL olan Derinlemesine Araştırma Laboratuarı denilen yerde 21 gün kaldıktan sonra bırakılmıştı. Aynı okuldan birkaç arkadaşla evine ziyaretine gitmiştik. Berbat bir durumdaydı. Salondaki çekyatta yatıyordu. Bizi kapıda gördüğünde yerinden doğrulduğunda yüzü acıdan ve sancıdan gerilmişti. Hareket etmemesini söyleyerek eski pozisyonuna getirdiğimizde zar zor konuşmaya çalışıyordu/çabalıyordu.
O yıllarda her evde telefon olmazdı. Doğal olarak öğretmenimin de evinde telefon bulunmadığı için komşu evlerden bilerinin aracıyla iletişim kurabiliyorduk. Biz daha esas konuya girmeden komşularından birisi gelerek öğretmenimin en küçük oğlunun yakalanarak karakola götürüldüğünü söyledi.
O anda öğretmenim yatağından kalkarak odasına gidip giyinmeye başladı. Bize “siz evde kalın ben Sinan’ı emniyet’e götürülmeden alıp geleceğim” diyordu.
Biz o durumda evde kalamazdık. Öğretmenimin sağlı sollu koluna girerek bizim geldiğimiz araçla karakola gittik.
Uzun bir bekleyişten sonra baba-oğul kapıdan çıktılar. Önce onları eve bırakarak kendi evlerimize dağılacaktık.
Öğretmenimin sözlerini hiç unutmam…
“Gençler bakın beni suçlayacağınızı biliyorum ama ben hiçbir kimse gözaltına alınmasın, işkence görmesin, öldürülmesin isterim ama en çok da bir baba olarak çocuğumun eziyet görmesini asla istemem. Başka çocuklar da öldürülmesin ama benim çocuklarım hiç öldürülmesin isterim. Çünkü ben babayım. Oğlumun yokluğuna dayanamam…”
Babasıyla 45 yıldır iletişimimiz kopmadı ancak oğluyla Sosyal Medya’da karşılaştığımızda yazıştık. Önceleri kim olduğunu benden gizlediyse de ben kimliğimi açıklayınca bana güven duyarak bazı sözler etti. İçimi yakan söylemini size aktarmak durumundayım.
“Siz görüşüyor olabilirsiniz ama ben babam bile olsa o revizyonist herifle görüşmüyorum. Kendisiyle genlerimizin dışında ortak bir yönümüz kalmamıştır.”
Ben hiçbir yorum yapmadım, yapmak gereği de duymadım. Geçmişte kimin ne olduğunun bir önemi yoktu. Bugün nerede durduğunun önemi vardı. Baba-oğul arasına girilmezdi.
Sonuç olarak ben “herkes kendince seviyor hayatı ama en çok da kendisini seviyor” demekten başka bir söylem geliştir(e)miyorum.
Sizlerin yolu ama’sız, fakat’sız sevgilerle kesişsin.
Züleyha Akın – 10.01.2023