Sosyal Bilimci, Dr. İ. Halil ÖZAK
Almanya İkinci Dünya Savaşı’nı kaybedip, ikiye bölündükten ve Federal Almanya kurulduktan sonra da, Nazi artıkları her iki Alman devletinde varlıklarını sürdürdüler. 1950’lerin sonu, 60’lı yılların başından itibaren Federal Almanya’ya yabancı işçilerin gelmesiyle birlikte, aşırı sağcı, ırkçı gruplarda ortaya çıkmaya başladı.1964’te kurulan Almanya Milli Demokratik Partisi (NPD) yanında, birçok küçük Neo-Nazi grup da görünmeye başladı.
Ortaya çıkan Neo-Nazi gruplar, aslında kendileri gibi düşünmeyen herkese, esas olarak Almanya’daki parlamenter demokratik sisteme karşıydılar ama bu karşıtlıklarını yabancı işçilere karşı olmakla perdelediler, kendilerini belirli ölçülerde gizleyebildiler.
Bu gruplar; 1- Sayısal olarak kalabalık değillerdi, 2- Bütün ırkçı söylemleri ve eylemleri yabancı işçilere yönelikti, 3-Almanya’nın devlet sistemini tehdit edecek derecede güçleri ve etkileri yoktu, 4- Parlamento dışında, kurumsal gücü olmayan gruplardı.
On yıllar süresince hedefleri hep aynı kaldı: Göçmen işçiler. Toplum bu grupların saldırılarına, bölgesel anlamda, şehir bazında tepkiler gösterdi, büyük ölçüde ise uzaktan izledi, genellikle göçmen işçilere saldırı kapsamında gördü.
Münih’teki NSU davasında mahkemenin görevi, davayı ikisi ölmüş üç sanık ve iki, üç destekçiyle kapatmaktı. Çünkü söz konusu olan, Almanya’nın dünyadaki itibarıydı. Sonuç öyle de oldu. Arkası, önü, altı, üstü yoktu, destekçisi, para vereni, saklanacak yer sağlayanı, silah sağlayanı, konut kiralayanı yoktu, Almanya göz göre göre kendini temize çıkarıyordu.
KATİLİ PSİKOLOJİ BOZUK BİR KİŞİ İLAN ETTİLER
Tam da ortam yatışırken, bir ırkçı Hanau’da dokuz göçmen kökenli genç insanı ve kendi annesini katletti. Yetkili ağızlar, yine birçok olayda olduğu gibi katilin, ırkçı gruplarla bir ilgisi olmayan, psikolojisi bozuk, tek bir kişi olduğunu belirttiler. Katilin psikolojisi bozuktu ama gençleri kendi ruhsatlı silahıyla öldürmüştü.
Hiçbir yetkili, psikolojisi bozuk bu kişilerin, öldürmek için neden hep göçmenleri arayıp bulduğunu sorgulamıyordu.
Almanya’daki sağcı, konservatif partiler, toplumda sorunlar arttıkça ve onlar sorunları çözmede zorlandıkça, Almanya’ya göçü ve göçmenleri bu sorunların nedeni olarak gösterdiler.
GÖÇMENLER VE SOSYAL ORTAM
Yabancı işçi göçünün başladığı dönem için 1960 yılı baz alınırsa, Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) ortaklığı Almanya’yı 2021’de kurulan koalisyon hükümetine kadar, tam 41 yıl boyunca yönetti.
‘Yabancı İşçilerin’’ üçüncü kuşaktan torunları oldu, insanlar çalıştıkları şehirlere yerleştiler. Çocukları, torunları meslek sahibi oldular, üniversitelere girdiler, hemen hemen her alanda işyerleri açtılar. Üretici ve tüketici olarak Alman ekonomisine önemli katkılarda bulundular.
Türkiye’den gelen göçmenler, bazı iş kollarında sendikalılık oranı en yüksek gruplardan biriydiler. Federal Almanya tarihinde en büyük grevlerden biri olan, Köln şehrindeki Ford grevinin öncüleri oldular.
Geçicilik, misafir işçilik kalıcılığa dönüştü ama, Alman partileri, özellikle CDU’lu politikacılar, örneğin Helmut Kohl, Wolfgang Schäuble gibi parti başkanları ve CSU’nun, Edmund Stoiber, Erwin Huber, Horst Seehofer gibi başkanları, göçmenler nerdeyse 50 yıldır Almanya’da yaşarken, ‘‘Almanya bir göçmen ülkesi değil ve olamayacak, onlar ülkelerine geri dönecekler’’ deyip durdular.
Göçmenleri, özellikle Türkleri, Ortadoğu, Afrika ve Asya’dan gelen göçmenleri toplumdan dışladılar. 16 Mayıs 1974-1 Ekim1982 arasında, Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD)’den başbakan olan Helmut Schmidt döneminde de ‘‘yabancı işçiler’’ ve göçmenlık olgusu kavranmadı. Federal Almanya Başbakanı Helmut Schmidt, SPD’nin Münih’te yapılan 20. kongresinde, ‘‘Türkler, eğer onlara verecek işimiz yoksa tabi ki ülkelerine geri dönecekler’’ diyordu. Ayrıca Helmut Schmidt ölünceye kadar, göçmenlerle ilgili yaptığı her konuşmada, yabancı işçi alımının, özellikle de Türklerin işçi olarak Almanya’ya getirilmesinin yanlışlığını tekrarladı durdu.
NÜFUSUN DÖRTTE BİRİ GÖÇMEN
Alman İstastistik Dairesinin verilerine göre 2020’de Almanya’daki Alman vatandaş olmayan yabancıların sayısı 14 milyon.
On, on iki yıl kadar önce yaşlanan nüfus, ülkenin genç ve kalifiye elemana olan gereksinimi, göçmen nüfusun, toplam nüfus içindeki dörtte bir oranı gibi olgular, Federal Parlamentoda temsil edilen partileri Almanya’yı bir göç ülkesi olduğunu kabul etmeye zorladı.
Son 10-12 yıllık süreçten önce, CDU ve CSU Almanya’nın bir göç ülkesi olduğu gerçeğini kabullenmekte oldukça zorlandılar. Almanya bir göç ülkesi diyemedikleri için, “Almanya bir uyum ülkesidir” gibi birçok anlama gelecek ama göç ülkesi anlamına gelmeyecek bir kavram ortaya attılar. Gerek Federal Parlamentodaki diğer partilerin, gerekse toplumun çok büyük kesiminin, göç ülkesi olma gerçeğini kabul etmesi karşısında, CDU ve CSU da bu gerçeği ifade etmeye başladı.
Bütün toplum açısından bu olumlu gelişmeye paralel olarak, bütün Almanya’da olumsuz bir toplumsal gelişme de vardı.
Birçok eyalette ve tek tek şehirlerde Neo-Nazi, ırkçı, faşist gruplar göçmen karşılıklarını artırırken, 2012 yılının Eylül ayında, ileride bütün Almanya’yı olumsuz etkileyecek bir gelişme oldu. Bernd Lucke, Konrad Adam, Alexander Gauland ve daha başka eski CDU üyeleri tarafından ‘‘Seçim Alternatifi’ adı altında bir grup kuruldu. Bu gurup 2013’teki seçime ‘‘Almanya İçin Alternatif’’ (AfD) adıyla katıldı. Seçimde %4,7 oy alarak, % 5 barajını aşamadığı için Parlamentoya giremedi. AfD 2014’te Avrupa Parlamentosu seçimlerine katıldı ve %7,1 oy alarak Avrupa parlamentosuna girdi. Böylece AfD, karşı olduğu Avrupa Parlamento’sunun üyesi oluyordu.
AfD bu seçimlerden sonra da, her seçimde daha fazla oy alarak büyüdü.
AVRO KARŞITLIĞINDAN GÖÇMEN KONULARINA
AfD siyaset sahnesine Avro para birimi karşıtlığı ile çıktı. Yunanistan’ın içine düştüğü ekonomik krizden kurtarılması çabalarını, ‘‘Biz Almanlar, Yunanistan’daki emeklilerin refah içinde yaşaması için çalışıyoruz’’ gibi propagandalar sürdürdü. Avro krizinin adım, adım sona ermesi ile birlikte, parti bu süre içinde mülteci, göç ve göçmen konularına yöneldi. Bu arada Bernd Lucke gibi Avro karşıtlığı temelinde politika yapmak isteyen politikacılar partiden ayrıldı, ayrılmak zorunda bırakıldı. Artık AfD’nin en önemli mücadele konusu göçmenlerdi. AfD’li politikacılara birçok alanda programlarının ne olduğu sorulduğunda ‘‘ biz yeni bir partiyiz, zaman içinde bu konuda programımızı oluşturacağız’’ diyorlardı. Tek konuları vardı göçmenler..
AfD toplumda göçü, çok renkliliği ve bu konularda var olan endişeleri, tereddütleri, çekingenlikleri siyasetin bir aracı haline getirdi. Göç ve göçmenliğin Almanya için, Alman kültürü için bir tehdit olduğunun propagandasını yaptı.
AfD 2017’de oyların % 12,6’sını alarak, 78 milletvekili ile Federal Parlamentoya girdi. Bugün bazı eyalet parlamentolarında, en büyük muhalefet grubunu meydana getiriyor.
AfD’nin Federal Meclis’e ve eyalet parlamentolarına girmesiyle birlikte, göçmen karşıtlığı, göçmen düşmanlığı ve ırkçılık sokaktan parlamentoya taşındı ve kurumlaştı. AfD’nin kurulmasından önce ortada olan birçok aşırı sağcı, ırkçı, neo-nazi grup bugün doğrudan veya dolaylı olarak AfD’de yer alıyor. AfD bütün bu grupların yuvası haline geldi.
AfD içinde farklı gruplar, kanatlar var. Bu grupların en önemlisi Björn Höcke etrafındaki grup. Höcke’nin görüşleri bu grubun niteliklerini ortaya koymaya yetiyor. Höcke, Türkçe’ye ‘‘Bir Nehirde İkinci Defa Hiçbir Zaman’’ adıyla çevirebileceğimiz kitabında şunları yazıyor: -’’Alman demokrasisi dejenere olmanın, bozulmanın son aşamasındadır. -O ( Almanya) ancak Makyavelli’nin aşamalar modelinde olduğu gibi, tek bir güçlü (Kral, Prens) tarafından kurtarılabilir’…” -’’Almanya yabancı halkların egemenliğinden geri alınmalıdır, kurtarılmalıdır…’’, -’’Bunun için geniş kapsamlı, büyük bir Re.Migration (geriye göç), geriye dönüş gereklidir…’’, – ‘‘…Siyasi rakipler Almanya’dan dışarı çıkarılmalıdırlar, gerekirse şiddet uygulanmalıdır…’.
AfD’NİN GÖÇMENLERİ KOVMA PLANLARI
‘Netzwerkers Correctiv’’ adlı bir basın ağının araştırmalarına göre, AfD”li politikacılar, Neo-Naziler ve bazı işadamları 2023 ün Ekim ayında Potsdam yakınlarında bir otelde buluştular. Toplantının davetiyesinde, katılım ücreti, ‘‘Almanya’nın kurtuluşu için’’ en az 5 bin Avro olarak belirtiliyor.
Almanya’yı kimden kurtaracakları da toplantıda ortaya çıkıyor. AfD iktidara geldiği zaman, Almanya’daki göçmenleri büyük kitleler halinde Almanya’dan geri göndereceklerini ve bunun yollarını tartışıyorlar. Almanya’dan göndermek istedikleri sadece göçmenler değil, göçmen kökenli Alman vatandaşlarını da göndermek için planlar yapıyorlar.
Göçmen kökenli olarak Almanya’da kalabilmenin tek bir yolu var: Asimile olmak. Plana göre topluca geri gönderme, yani ‘‘Re-Migration’u seçilmiş bir komite uygulayacak. Kim asimile olmuş, kimin asimile olduğuna kim karar verecek, asimile olmanın kıstasları nelerdir, bunlar da belli değil. Göçmen kökenli bir Alman vatandaşı, Almanya’da doğmuş, hiçbir suça karışmamış bile olsa, eğer tam asimile olmamış ise, Almanya’da kalma olanağı yok.
Almanya’yı terk etmek istemeyen Alman vatandaşları için de yaşam şartları zorlaştırılarak, kendiliklerinden geri dönmeleri sağlanacak.
TOPLUM NEDEN AYAĞA KALKTI
AfD Federal Parlamentoda ve eyalet parlamentolarında önemli muhalefet gurupları oluşturdu. Bazı eyalet parlamentolarında en büyük muhalefet gurubu haline geldi. Aşırı sağcı, Neo-Nazi, faşist gruplar, ‘‘İmparatorluk vatandaşları’’ (Reichsbürger) ve Almanya’nın birçok şehrinde ‘‘Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar’’ (Pegida) adı altında yürüyüşler yapan tüm grupları çatısı altında topladı. Bu grupların yöneticileri ve önde gelenleri, Federal ve eyalet parlamentolarındaki AfD milletvekillerinin çalışanları kadrosuna girdiler. Parlamentolara ve arşivlere rahatça girip çıkmaya başladılar, devlerin arşivlerinde kendileri ile ilgili belgelere dahi ulaşabildiler.
AfD’nin Re-Migration’u gerçekleşirse, nüfus en az %25 azalacak, ekonomi %25 küçülecek. Bazı şehirlerde semtler boşalacak. Bir şehir düşünün, Main nehri kıyısındaki Frankfurt gibi. AfD’li, Faşist Höcke’nin istekleri, umudu, hayalleri gerçekleşirse; bu şehir nüfusunun %52-53’ünü kaybedecek. AfD’nin, Höcke gibi ırkçıların, faşistlerin Potsdam’daki toplantıları ve hedefleri ortaya dökülüp, ayağa düşünce Almanya ayaklandı.
AfD’DEN DAHA FAZLAYIZ
Bir hafta sonunda, Almanya’nın büyük şehirlerinde, kasabalarında, küçük yerleşim birimlerinde 1 milyon kadar insan, AfD’nin planlarına karşı yürüdü. Renksiz, birçok yerde ve birçok alanda yarılanmış, yarıya düşmüş, gri bir Almanya’ya itiraz eden toplum, AfD’ye karşı ayağa kalktı. Umut edelim bu protestolar, geçmişte göçmenlere yapılan saldırılardan sonra, saman alevi gibi yanıp sönen protestolar gibi geçici olmaz, uzun soluklu, sürekli olur.
Söz konusu olan Almanya, sadece etnik Almanların değil, 22 milyon kadar göçmen ve göçmen kökenli Alman vatandaşlarının da Almanya’sıdır. Göçmenler ve göçmen kökenli Alman vatandaşları sayısal olarak, taraftarıyla, seçmeniyle ve partisiyle bütün AfD’den daha fazlayız. Ortak bir yaşam için sesimizi yükseltmemiz, ayağa kalkmamız gerekmez mi?