13.4 C
Almanya
Pazartesi, Kasım 25, 2024

Ezgi’nin güzelliği – Kenan Çığır

Ezgi’nin güzelliği…

Şinasi Efendi sokağının köşesindeki evinin çalışma odasında oturmuş, hayretle telefonunda okuduğu maile bakıyordu.

Haziran ayı içinde Aralık iklimi hakim İstanbul’da, odanın perdeleri fırtınanın ritmine uymuş dans ediyordu. Kalkıp odanın camını kapattı. Tekrar koltuğuna döndüğünde okudukları karşısındaki şaşkınlığı devam ediyordu. Aynı şaşkınlığı Gezi’de de yaşadığını hatırlayıp gülümsedi.

Karısı çok zengin, ablası reklamcı olan Kerem Deren, yazdığı dokuz kitapla basının gündeminde her zaman yer bulmuştu. O da biliyordu: Gündeme gelme nedeni yazdıklarından çok, ailesiydi. Neden sonuç ilişkisi bir yana… yazmayı seviyor, tanınıyor, kitapları satıyordu.

Okuduğu maile bakıp Gezi’yi hatırlaması doğaldı. Gezi öncesi, aydınlık geleceğe yönelik umutlarının yittiği bir dönemdi. Gezi’nin o muhteşem gençleri; Kerem’in yüzündeki ve ruhundaki savrulmaları dinginleştirmiş, “Korkma la biziz halk” sloganına sevdalanıp gençlerle tekrar nefes alabildiğini hissetmişti. Peki kıçını koltuğundan kaldırıp, bir iki gaz da ben yiyim demiş miydi? Tabi ki hayır… Neyse… onun için o günleri seyretmek güzelse de kalbi sokaklardaydı.

Şimdi Gezi’yi hatırlamasının nedeni bir hafta önceki bir telefon konuşmasına dayanıyordu.

“Kerem bey merhaba.
Nasıl yazıyorsunuz?
Yaşanmışlıklar mı, kurgular mı önemli ? Hangisini daha çok kullanıyorsunuz?
Günde kaç kelime çıkıyor?
Nasıl bu kadar okunuyorsunuz?”

Sorular çok içten çok cesurdu. Kerem telefonun diğer ucundaki sesin sahibinin özgüvenini iliklerine kadar hissediyordu. Bir çok soru bir çok cevap sonunda:

“Yazdıklarımı okumanızı istiyorum. Mail olarak göndersem, düşüncelerinizi benimle paylaşır mısınız?”

Kerem tabi ki okuyacaktı. Yazabilmenin temeli çokça okumaktan geçiyordu. Bir iş için iki günlüğüne Ankara’ya gitmiş, bu akşam döner dönmez de bilgisayarını dahi açmadan telefonundan maille gelen o muhteşem kurguyu okumuştu.

Telefonda onlarca soru soran, maille yazdıklarını gönderen Ezgi, Kerem’i büyülemişti.
Maili okuyup bitirdiğinde ne düşüneceğini şaşırmıştı.

Ezgi onbeş yaşındaydı!
Ezgi bir solukta okunacak dille yazıyordu.
Ezgi J.K Rowling tadında kurguluyordu.

Yazdıklarında ufak tefek değişiklikler yapılabilir miydi?
Kerem kararsızdı. Bu değişiklikler kime göre doğru olacaktı?
Kim ona “Şöyle yaz ya da böyle yazma!” diyebilirdi?
Kim ona, “Ben yazarım, sen çocuksun! Bunları bunları bunları düzelt!” ukalalığı yapabilirdi?

Kerem Ezgi’ye ne söyleyeceğini bilmese de ileriki yıllara not düşmek üzere sehpanın üstündeki kağıdını alıp, içtenlikle şu satırları karalamıştı:

“15 yaşında bir genç böylesine özgüvenli, böylesine donanımlı, böylesine üretken ise… biz dinazorların gelecekle ilgili umutlarımızı sorgulamamız bile acizliktir.

Gelecek Ezgi’lerin aydınlığında daha parlak, daha yaşanası, daha güvenli olacaktır. Hiç şüphem yok, Ezgi ve kuşağı bu ülkenin nefesi olacaktır.”

Gençler bu ülkenin güzel yarınları olmaya hazırlar.
Ya biz? Bizler de onlara güvenmeye hazır mıyız?

Son Haberler

İlgili Haberler