Huzursuzluk başladığında tüm düşüncelerimi söküp klorağa yatırmak istiyorum bazen. Diyorum ki şöyle doksan derece sıcaklıkta sadece çamaşır suyuyla yıkasam tüm o alt bilince tıktığım ve önümü tıkayan kirler ortadan kalkar mı? Nihayetinde bir kısmı bana aitken bir kısmı da hayatımızı işgal edenlerin hatta şu anda yanımızda olmayan insanların kusmuklarının kirleri onlar. Düşünsenize huzursuzlukla iç ses el ele vermiş habire çitiliyorlarmış o kirleri. Ak sakız gibi oluncaya kadar çitiledikten sonra şöyle kuvvetlice silkelesek ve güneşe assak bize ne derler güneş giren yere doktor girmez. Sahi doktor bu işe yarar mı? Huzuru bulmamıza. Ne? Tüm dünyayı mı yatırmalıyım elim değmişken çamaşır suyuna? Çocukların öldüğü, tacize uğradığı bir dünya da açlığın ve süper tüketimin yarıştığı bir dünya da kadınların bitmeyen kurban bayramı gibi katledildiği bir dünya da genç adamların işsizlikle boğuşurken onurlarının kırıldığı bir dünya da huzurdan iç huzurdan nasıl mı bahsederim? İyi de tüm bunların kişisel yolculuğumda ne işi var? Ah doktor, sen bana yol göstereceğine daha da aklımı karıştırıyorsun unuttun mu? Ben huzuru arıyorum. Meleklerin bana yol göstermesini işaret göndermesini falan. Tahtından in mağarandan çık mı diyorsun? Korkuyorum doktor korkuyorum gerçekleri görmekten. Kaçtığım içten içe yara yaptığım bunlar mı? Ne kadar temizlersem temizliyeyim tüm dünya da köküne kibrit suyu dökülmedikçe her gün evet her gün tekrar mı edecek tüm bunlar. İyi de adem ile havva varken bile huzuru bozacak şeyler olmamış mı? Elmayı yeseler ne olurdu yemeseler ne olur? Yasağı koyan olmasaydı örneğin. Cennetin tüm meyveleri bahşedilmemiş miydi onlara? Niye incir değil de elma örneğin. Hayatın tadı tuzu deme bana doktor, itaat falan.
Yüz yıllardır kirlenmiş bir dünya da kirden doğan inci olmayı başaramamak bir başarı olamaz. Aklımda deli sorular doktor… kimliği yoktur kanın ama insanlar en çok kanla kirlenmediler mi? Ve tercih edilmedi mi kan dökenler yüzyıllar boyunca ? Ta Kabil ile Habil hikayesinde etin ve yağın dolduğu sepet kazanmadı mı? Bu sebeple öldürmedi mi Kabil kardeşi
Habil’i ve bu seçimin sonucunda yine kan dökülmedi mi? Tıpkı kazanan sepetin dolması için öldürülen hayvanların kanları gibi… ütopik bir kelime olabilir mi “Huzur” ? biz ne masallarla büyüdük böyle ne Yeşilçam filmleri iyilerin mutlak kazanacağı üzerine… mutluluk huzurun meyvelerinden biri değil miydi doktor? Yakılan ormanları oluşturan ağaçlar huzuru beklerken anıt mezar ağaçlara dönmüş insanlar olabilir miydi yeryüzünde… Saçmalama deme doktor… bana saçmalama deme saçmalıklarla örülmüş hayatın herhangi bir örgü dilimiyken yaşamda. Hadi bırakalım şimdi savaşları, açlığı, öldürülenleri, öldürenleri ve meditasyonumuza geri dönelim. Görmediğin şeyi bilmiyorsundur nasılsa. Nasılsa beynin sadece duymak istediklerin ve salt kendi mutluluğunun tohumlarını kabul ediyor sarayına. Bilmemek ve görmemek ya yerin dibi ya da göğün üstüne bahşedilmemiş mi varoluştan bu yana. Tamam doktor tamam yine dönmeyeceğim başa sorgulamayacağım bana bahşedilmiş aptallığımın bana verdiği yetkiye dayanarak huzur arayacağım ve mutlu olacağım rengi kırmızı olmayan.
Arzu DİNÇER
23 Kasım 2019
(Mesleği ve hayattaki duruşları “Öğretmen” olan tüm güzel yüreklerin öğretmenler gününü kutluyorum)
Arzu Dinçer kitaplarını tavsiye ediyoruz