Almanya’da yarın gerçekleştirilecek genel seçimler öncesindeki kampanyalar sırasında, yeni parlamentoda yer alması kesin olan partiler ve adaylar arasında en az dış politika ve savunma konuları tartışıldı. Almanya’nın içinde bulunduğu uluslararası ittifaklar, gerekse Alman ordusunun ülke dışı operasyonları gibi konularda diğerlerine göre çok daha farklı duruşu olan demokratik sosyalizm çizgisindeki Sol Parti’nin bu konuları gündemin ilk sıralarına taşıma girişimleri de sonuç vermedi.
Seçimden iki gün önce kamu televizyonları ARD ile ZDF’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği ve en büyük altı partinin liste başı adaylarıyla, birinin genel başkanının katıldığı son tartışma programında da durum değişmedi. Dış politika ve savunma konularındaki tartışmalara ayrılan zaman çok kısa oldu.
Ancak kısa da olsa dış dünyanın merakla beklediği “yeni Almanya hükümeti”ni kurmaya aday politikacılar, NATO, ABD, Çin ve Rusya’yla ilişkiler, Kuzey Akım 2 Projesi, AB’nin bağımsızlığı, Alman ordusunun güçlendirilmesi gibi konulardaki görüşlerini dile getirdiler. Sonuçta Sol Parti hariç diğer partiler arasında büyük bir fark olmadığı, Afganistan fiyaskosu gibi son gelişmelere rağmen bu konulardaki yaklaşımlarında belirgin bir değişikliğe gitmeyi düşünmedikleri görüldü.
TÜRKİYE’YLE İLİŞKİLER GÜNDEME GELMEDİ
Aynı durum Türkiye’yle ilişkiler konusunda da oldu. Sol Parti, “Almanya’nın müttefiki” Türkiye’nin Kürtlere karşı savaş halinde olduğunu belirterek, Ankara’ya silah ve askeri malzeme ihracatının durdurulması talebini yinelerken, diğer politikacılar bu konuya hiç değinmediler.
Tüm adaylar NATO ve ABD’yle ilişkilerin Almanya’nın dış ve savunma politikasının temeli olduğunu vurguladı, iki adayın dile getirdiği Çin ve Rusya’yla ilişkilerde “ülke çıkarlarıyla demokratik değerlerin savunulması arasında denge” tezine kimse itiraz etmedi.
Almanya’nın çabalarıyla Avrupa Birliği’nin (AB) güçlenip, birlik içinde davranması ABD, Çin ve Rusya’nın yanı sıra bağımsız bir uluslararası politika aktörü haline gelmesi özlemi de öyle… ABD’nin Afganistan’daki fiyaskoya neden olan ani kararı, ABD ve İngiltere’nin Avustralya’yla Fransa’yı dışlayan ittifak gibi son gelişmelere işaret edip, böyle durumlarla karşılaşmamak için AB’nin birliği ve istikrarı için çaba gösterilmesi gerektiği vurgulandı.
Bu durum kurulacak yeni hükümetin dış politikada Merkel’in 16 yıllık çizgisinden fazla uzaklaşmayacağı yolundaki yorumları besliyor. Türkiye’yle ekonomik ve politik ilişkiler, sığınmacılar anlaşması gibi konularda da şimdikinden farklı bir politika beklenmiyor.
RENKGARENK KOALİSYON SEÇENEKLERİ
SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), CDU-CSU (Hıristiyan Birlik partileri) ve Yeşiller’in federal başbakan adayları Olaf Scholz, Armin Laschet ve Annalena Baerbock, liberal çizgideki FDP (Hür Demokrat Parti), aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) ve Sol Parti’nin liste başı adayları Christian Lindner, Alice Weidel ve Janine Wissler ile CSU’nun (Hıristiyan Sosyal Birlik) Genel Başkanı Markus Söder’in katıldığı programda moderatörlerin “koalisyon ortağı tercihleri” konusundaki sorular –bir politikacı hariç– kesin olmayan yanıtlarla geçiştirildi. Hepsinin birleştiği tek şey, AfD hariç tüm partilerin birbirini –Sol Parti dahil– demokrat partiler olarak görmesi ve hepsinin AfD’yle herhangi bir işbirliğine karşı olması.
Lindner’in bir “Jamaika koalisyonu”ndan yani Hıristiyan birlik, liberal ve yeşil ittifakından (bu partileri sembolize eden siyah, sarı ve yeşil renkler Jamaika’nın bayrağını çağrıştırdığı için bu kavram kullanılıyor) yana çıkışı, FDP’nin olası diğer koalisyon seçeneklerinden “trafik lambası koalisyonu”na (SPD, Yeşiller ve FDP yani “kırmızı, yeşil ve sarı” koalisyonu) karşı olduğunun deklarasyonu olarak görülüyor.
Moderatörlerin sol tarafında yan yana oturtulan sol, sosyal demokrat ve çevreci partilerin temsilcilerinden de sadece Sol Parti Eşbaşkanı Wissler, son günlerde yoğun olarak tartışılan “kırmızı, yeşil, kırmızı” koalisyonunu hedeflediklerini açıklarken, Scholz ve Baerbock, bu soruya açık yanıt vermediler. Baerbock, Sol Partili bir koalisyon görüşmelerine ilişkin soruyu “Demokrasilerde tüm demokratlar birbiriyle konuşmalı” diyerek geçiştirdi. Tüm anketlerde Almanların büyük çoğunluğunun “federal başbakanlığa” en uygun aday olarak gördüğü Scholz ise Sol Parti’nin adını bile ağzına almadan koşullarını sıraladı:
SOLDA BİRLİK İÇİN KOŞULLAR
“Çok açık bir biçimde söylüyorum. Almanya’da daha da güçlü hale getirmemiz gereken bir istihbarat örgütüne ihtiyacımız var. NATO içinde işbirliğine ihtiyacımız var. ABD’yle çok iyi ilişkilere ihtiyacımız var. Ekonomi büyümeli. İç güvenlik sağlanmalı. Güçlü ve bağımsız bir AB olmalı. Silahlı kuvvetler son yıllarda olduğu gibi yeterli biçimde teçhiz edilmeli!”
İstihbarat teşkilatının kapatılmasını, NATO’nun lağvedilmesini savunan, silahlanmaya karşı çıkan, ABD ve AB’ye eleştirel yaklaşan, her fırsatta iç güvenlikte polise daha çok yetki ve takibat olanağı sağlayan politikaları eleştiren Sol Parti, son haftalarda olası bir koalisyon pazarlığında bu konularda katı tutum almayacağına dair mesajlar veriyor. Ancak Scholz’un bu çıkışı, zaten başından beri karşı olduğu işbirliğini mümkün görmediğinin dolaylı yoldan ilanı olarak değerlendiriliyor. Bunu yaparken kapıyı tam olarak kapatmayarak, bir yandan Sol Parti’nin yarın sandıktan beklenenden daha güçlü çıkması halinde, her üç partinin tabanında “sempatiyle bakılan” sol koalisyon seçeneğini açıkça reddetmemiş oluyor. Diğer yandan da yeşillerin yanındaki potansiyel koalisyon ortağı liberallerle pazarlıkta elini güçlendiriyor.
…
Seçim yazı dizisinin tamamı burada: birgun.net