25.6 C
Almanya
Pazar, Temmuz 20, 2025

“Bu kitabı öğrencilerim için yazdım!”

Uzun yıllar İstanbul’da öğretmen olarak çalışan Avusturyalı yazar Alfred Grasmus, öyküsü Çanakkale Savaşı’nda başlayan kitabında, bir yandan kahramanlarının içine İstanbul’u, Münih’i ve Bağdat Demiryolu hattını alan coğrafyada yaşadıkları gerilimli maceralarını işlerken, arka planda da savaşın son yıllarından 1930’lara kadar uzunan dönemi anlatıyor.

GÜRSEL KÖKSAL

İstanbul’daki Avusturya Lisesi’nde uzun yıllar öğretmenlik yapan Yazar Alfred Grasmus, tarihi-kriminal romanı “Tod im Orient”ta (Şarkta Ölüm) bir yandan kahramanı genç Anzak askeri Luke’nin Çanakkale Savaşı’yla başlayan ve 1930’lara kadar süren dönemdeki yaşam öyküsünü gerilimi bol bir kurguyla işlerken, diğer yandan da dönemin tarihini bir belgesel derinliğinde ele alıyor.

Grasmus’un öğrencilerine ithaf ettiği kitabı geçtiğimiz yıl yayınlandı ve hem Viyana’da, hem de İstanbul’da gerçekleştirilen toplantılarla büyük bir kısmını eski öğrencilerinin oluşturduğu okurlarıyla buluştu. Aralarında Avusturya Lisesi öğrencilerinin de bulunduğu geniş bir okur kesiminin büyük bir ilgiyle karşılandı. Bu arada Viyana’daki “St. Georg Mezunları Derneği” tarafından da ödüllendirildi.

Ülkemizin I. Dünya Savaşı’ndan sonraki yakın tarihini farklı bir açıdan işleyen, dönemin İstanbul’unda, 1920’ler Münih’inde, Bağdat Demiryolu hattında yaşanan, şiddet ve aşkın, uluslararası entrikaların içiçe geçtiği 250 sayfalık eser, önümüzdeki dönemde Türkçe okuyanlara da ulaşacak. Romanın Türkçesi’nin üstün kalitede olacağı şimdiden söylenebilir, çünkü eser Graz Üniversitesi’nin Çeviri Bilimleri Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Sevil Tsonev ve öğrencilerinden oluşan bir ekip tarafından Türkçeleştiriliyor.

Grasmus’un “hem Türkiye’deki, hem de Avusturya’daki öğrencileri için kaleme aldığı” kitabının Türkçesi’ni de Graz Üniversitesi’nden çeviri bilimleri bölümü öğrencileri hazırlıyor.

Türkiye’nin önde gelen uluslararası eğitim kurumlarından Avusturya Lisesi’nde (St. Georgs-Kolleg) ilki 1980’li, ikincisi de 2000’li yıllarda olmak üzere iki kez, toplam 12 yıl matematik ve bilgisayar dersleri öğretmenliği yapan Grasmus, emekli olduktan sonra güzel anılarla ve arkadaşlıklarla bağlandığı ülkemizi konu olan bu romanını ortaya çıkarmış. Hem tarihçi bir akademisyen ve hem de bir turist rehberi titizliğinde çalışmış. O dönemlere ilişkin çok sayıda kitabı inceleyip, olayların geçtiği yerleri bizzat gidip, gezerek, öyküsünü öğrenerek ortaya çıkarmış. Onun 1979’dan bu yana ailesiyle birlikte yaşadığı ya da her yıl bir kez mutlaka ziyaret ettiği Türkiye’yi hem tarihiyle, hem kültürüyle, hem de insanıyla işlediği kitabı, aynı zamanda ülkemize yönelik içten bir dostluk belgesi…

“Tod im Orient”, Atatürk’ün 1934 yılında Çanakkale’deki savaşlar sırasında yaşamını yitiren Anzak askerlerinin, yani o dönem için düşman askerlerinin annelerine gönderdiği, bedenleriyle bizim topraklarımızda kalan çocuklarını “onlar artık bizim evlatlarımız olmuştur” ifadeleriyle sahiplendiği anıtsal mesajını alıntılayarak başlıyor. Anzak askerleri, bilindiği gibi I. Dünya Savaşı sırasında Avustralya ve Yeni Zelanda’dan toplanan ve Britanya İmparatorluğu’nun ordusunda savaşan askerlere verilen isim. Bu askerlerin oluşturduğu birliğe de Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (ANZAC / Australian and New Zealand Army Corps) adı verilmiş. Anzak askerleri, Çanakkale Savaşı’nda özellikle Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun savunmasına karşı en ön saflarda savaşmış ve büyük kayıplar vermişti.

Alfred ve Sonja Grasmug, İstanbul’da uzun yıllar yaşadıkları evlerinin çatı katında…

Eserin baş kahramanı Luke, donanmalarının Çanakkale Boğazı’nda yaşadığı hezimetin ardından bölgeyi karadan ele geçirmek üzere çıkarma yapan İttifak Devletleri orduları bünyesindeki Anzak birliklerindeki genç askerlerden biri. Büyükbabası Almanya’dan, daha doğrusu Prusya’dan Avustralya’ya göç etmiş, adanın güneyindeki ilk Alman göçmen yerleşim birimlerinden birinin (Barossa Vadisi) kuruluşunda yer almış. Esas olarak İngilizce konuşulan bir ülkede üçüncü kuşak göçmen olmasına rağmen Luke’nin kusursuz bir Almancası var. Çünkü annesi çocukluğundan itibaren onun “Standart Almanca” (ya da Yüksek Almanca – Hochdeutsch) konuşması için büyük özen göstermiş. Böylece bu bölgedeki diğer Alman göçmenlerin konuştuğu “Barossa Almancası”ndan kendisini kurtarmış. Luke, Birleşik Krallığın, dolayısıyla Avustralya’nın da savaşa girmesinin ardından cepheye gitmek üzere gönüllü yazılmış. Daha sonra Çanakkale’deki ölüm kalım ortamında bu kararından dolayı çok pişman oluyor, ama iş işten geçmiş artık…

Luke’nin Prusya’ya uzanan kökeni, daha önemlisi Almanya’daki Almanlardan farksız Almancası çok işine yarıyor. Hatta belki de hayatını kurtarıyor ve yeni bir kimlikle yeni bir yaşama başlamasını sağlıyor.

Kahramanımız, Çanakkale’ye çıkarma yapan Azakların Osmanlılar tarafından püskürtülen saldırısı sırasında ağır bir biçimde yaralanıyor ve bir süre sonra kendisini cephe gerisindeki bir sahra hastanesinde buluyor. Onu savaş alanında ağır yaralı olarak bulanlar ya da daha sonra hastaneye kaldıranlar kendinden geçmiş bir haldeyken Almanca sayıkladığı için savaşta yaralanmış bir Alman askeri olduğunu düşünüyorlar. O da kendine geldiğinde hastanedekilerin kendisini bir Alman askeri olarak gördüklerini anlayınca bu fırsatı değerlendiriyor. Aldığı ağır yaralar nedeniyle hafızasını yitirmiş bir asker rolünü oynamaya başlıyor, kendisine Ludwig Kindler adını seçiyor…

O artık sadece ismini bilen, ama hangi birlikten olduğunu, rütbesini görevini vs. hatırlayamayan bir asker. Savaşın kaos ortamındaki hemen herkes bunu gayet doğal buluyor. O da diğer yaralı askerlerle birlikte bir gemiyle İstanbul’a gönderiliyor. Inun Alman olmadığını anlayan Katolik bir din adamının yardımıyla da İstanbul’da yaşanın yeni dönemi başlıyor.

Avusturyalı ve Alman katoliklerin Galata’daki misyoner yerleşkesine alınıyor. Savaş dönemi öğretmen açığı olduğu için Almancası gayet iyi olan Ludwig bu yerleşke bünyesindeki “St. Georg Kolleji”nde (günümüzde “Avusturya Lisesi”) vekil öğretmen olarak görevlendiriliyor…

Ludwig’in cephede başlayan, İstanbul’da ya da Münih’te ve oradan da Suriye’ye uzanan coğrafyadaki öyküsü çeşitli uluslardan, kültürlerden insanları buluşturuyor. Bunlar arasında Çanakkale Savaşı’nda gönüllü olarak görev alan Avusturyalı Hemşire Anna gibi gerçek tarihi kişiler de var, hatta Grasmus’un kendi öğrencileri de…

Söz emekli öğretmen, yazar Alfred Grasmug da:
“Bu kitabı Avusturyalı ve Türk öğrencilerime ithaf ediyorum. Yurt dışında bulunduğum dönemler arasındaki 24 yıl boyunca Avusturya’da bir ticaret akademisinde öğretmenlik yaptım. Maalesef Avusturyalılar Türk tarihi hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Ancak Ortadoğu’da bugün yaşanan olayları anlayabilmek için özellikle Birinci Dünya Savaşı’nı bilmek çok önemli. Türk öğrencilere de Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu hakkında bilgi veriliyor, ancak çoğunun yaşadıkları şehir hakkında bilgileri yoktu. Sadece bir kriminal roman yazmayı değil aynı zamanda okuyuculara biraz bilgi vermek istedim. Umarım yaklaşık 100 yıl önceki yaşamı gerçekçi bir şekilde yansıtmayı başarmışımdır.”

Alfred Grasmug

Kitabı yazmaya 70’nci yaş gününde başladı

1953 yılında Weiz (Steiermark) doğdu. Graz’daki KF Üniversitesi’nde fen bilimleri öğrenimini 1977 yılında tamamladı. 1979’da İstanbul’daki Avusturya Lisesi’nde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Eşiyle 1984’e kadar İstanbul’da yaşadı, birlikte Türkçe öğrendiler. 1981’de dünyaya gelen kızları İstanbul’da büyüdü. 1984 yılında Avusturya’ya döndü. Weiz’de öğretmenlik yaptı, bu arada bir bilişim şirketi kurdu. 2008 yılında tekrar İstanbul’a matematik ve bilgisayar öğretmeni olarak geri döndü. 2015’te emekli olduktan sonra yazılımcı, müzisyen ve yazar olarak çalışmalarını sürdürüyor. 70’nci yaşgününde öğrencilerine I. Dünya Savaşı dönemini ve Türkiye’yi anlatan bir kitap yazmaya karar verdi ve yazdı. Graz Üniversitesi’den öğrenciler kitabını Türkçeleştirmeye çalışırken o da kahramanlarının artık Yunanistan sınırları içinde kalan Selanik’e kadar uzanan maceralarını içeren ikinci romanını hazırlıyor. Yazara kitapta geçen tüm kentleri ve mekanları kapsayan gezilerinde eşlik eden eşi Sonja da Türkiye’ye ve kültüründen esinlenen çok sayıda eseri olan bir ressam.

Son Haberler

İlgili Haberler