Arzu Dinçer
Merhaba güzel insanlar, Pazar yazımızın ne olacağını düşünürken çok tatlı bir sohbete dâhil oldum. Ve dedim ki biz bunları hisseden azınlık olamayız bir yerlerde bizim gibi başka insanlarda vardır. Konu ne mi? Çalışıp, çabalayıp sıfır noktasında olmak. Gülmeyin, hani dişimiz tırnağımız hayatın tüm kilometre taşlarında kalmıştır da bir bakarsın bir arpa boyu yol alamamışsındır.
Bir çiftçi varmış babadan kala kala yamaçta taşlık bir tarla kalmış. Nasibim buymuş demiş başlamış tarlanın taşlarını ayıklamaya. Yılan sokmuş vazgeçmemiş, fare ısırmış vazgeçmemiş, akrep sokmuş ı-ıh bizim çiftçi iki gün söylenmiş üçüncü gün tarlasındaki taşı, kayayı ayıklamaya devam etmiş. Tüm bunları yaparken de hayalleri ona yoldaşlık ediyormuş. Ceviz mi eksem, zeytin mi? Sakız eksem verimi on yıl da alırım, olmaz falan dermiş. Yani hayali eker, hayali biçer bir de dönüşünü hesaplarmış. Sonuçta hayalleri hep zenginlikle noktalanırmış. Hem tarlası açısından hem de kendi açısından. Neyse efendim bizim çiftçi taş/kaya işlerini bitirince tarlayı sürmeye ardından da eğime göre teraslama yapmanın zamanı geldiğini düşünmüş. Bu arada zaman geçmiş ilkbahardan sonbahara ermiş.
Soğuk tatlı tatlı ısırırken borç harç bir traktör kiralamış kafasındaki hesaba göre bir hadi taş çatlasa iki günde bitermiş bu iş. Gel gör ki traktör tarlaya girdiğinde yüzeyde ayıkladığı taşın iki misli mıhlıymış toprakta. Hani taş eksen ancak bu kadar hasat alırsın demiş kendi kendine. Pek bir verimliymiş tarla bu yönden.
İmtihanım demiş, sukut etmiş çalışmaya devam etmiş. Ne de olsa hedefi belliymiş. Bu tarla meyvelerle, sebzelerle dolacak çaktığı kuyudan su kol gibi akacak… Hatta minik de bir ev bile kondurabilirmiş zamanla köşede bir yere.
Traktörle sürme işi bitince gübre getirttirmiş yaymış bir güzel. E verimli olması için vitamin vermesi gerekiyormuş. Gübrenin kokusu burnuna, tenine iyice sinmiş. Ama razı olmuş buna da. Kış gelip çattığı için ağaçlar için geç vakit deyip buza tutmaya başlayan toprağa başlamış kışlık fidanlar dikmeye. Umutluymuş toprak demiş her mevsim kendine tutunacak kök bulur. Misafirpervermiş ne de olsa.
Kuru soğukların başında kış sebze fidanlarından bir iki ayılan bayılan olsa da çoğunluğu tutmuş. Başlamış bizim çiftçi hesap yapmaya dört haftaya hasat alsam, pazara götürüp satsam… diye.
Ispanak, brokoli, karalahana, pırasa, kıvırcık toplamak amacıyla ya bismillah deyip güne başlamış. Tarlasına vardığında ne görsün? Akşam yaban domuzu sürüsü girmiş tarlayı düzlememiş mi? Bir oyana koşmuş bir diğer yana, tökezlemiş, düşmüş. Yüzü toprağın üstünü kaplayan don tabakası gibi olmuş. İsyan et ey yüreğim der gibi göğe bakmış.
İlk sarsıntıyı atlatır atlatmaz başlamış tarlasının çevresini çitlerle çevirmeye karar vermiş. Böylece yaban domuzlarının bir daha emeklerini yemesini engelleyebilirmiş.
Bizim çiftçi yine fidelerini ekmiş, yaklaşan mevsime hazırlık için tohumlarını serpmiş hayallerine de yenilerini eklemiş. Fideler ürüne dönüşüp pazarda yerini almış, onları sattıkça cebi para görmüş, tohumlar çatlamış yeni fideye dönmüş derken… Mevsimin deli yağmurları başlamış.
Yağmur olan gelen yüzeydeki toprağı eğimi sıvazlaya sıvazlaya yamaçtan aşağıya taşımamış mı? O an mümkün olsa kendini kayıp giden toprakla beraber aşağılara yuvarlana yuvarlana inmek istemiş. Hani olur da bu kadar olur diye isyan edip, göğe bakmış. Yağmura karışmış emeğinin gözyaşları toprağa inmiş, toprak bile utanmış.
Birkaç hafta ah vah eder yine bakarım işlerime diye düşünürken sipariş verdiği ağaç fidanları çıkagelmiş. Artık bırakmış kendini toprağın akışı gibi, yağmurun düşüşü gibi hayatın sunduklarına.
O çabaladıkça yenileri mutlaka eklenir olmuş hayatına. Tek tesellisi torağa sımsıkı tutunan ağaç fidanları olmuş. Üstelik toprağında onları bırakmaya hiç niyeti yokmuş. Bir yaramaz rüzgâr oyunbozanlık yapıyormuş arada onda da Allahtan yamacın sırtı işe yarıyor daha zarar almalarını engelliyormuş.
Gel zaman git zaman meyveleri de olmuş, sebzeleri de hatta minik bir evi de taşlı tarlanın içinde. Hayalleri hiç bitmediği için birkaç tavuğu, horozu, keçisi, kuzusu bile ilişivermiş tarlanın bir köşesine.
O vakte kadar bırak bu işleri bırak boş işler bunlar diyenler tarlasına keyif çatmak için gelmeyi dört gözle bekler olmuş. Çok şükür demiş çok şükür bugünleri de görebildik diye.
Bir gece uykusundan öyle bir sıçrayarak uyanmış ki, sen de yer yarıldı ben diyeyim gök indi. Çoluğunu çocuğunu kontrol etmiş hemen, komşularını, bahçede havlamaktan kendini paralayan köpeğini sakinleştirmiş o an dünyasında ne varsa sadece onun alakası ile hayatta kalacakmış gibi davranıyormuş. Günün kızıllığı kendini yeryüzüne örterken bizim çiftçi tarlasına varmak üzere koşmaktaymış. Hayatının son birkaç yılını gelecek güzel günlerine koşarak yaklaşmak için yaptığı gibi yine kan revan içinde koşuyormuş.
Alnının teri onun benziniymiş gibi, yüreğinin çırpıntısı, ellerinin nasırı… Yamaca yaklaştıkça kaya parçaları, devrilmiş ağaçlar çıkmış yoluna. Kafasında şimşekler çakıyormuş. Ama başka bir ses “Senin tarlanda bir tane taş kalmadı ki, ismi taşlı tarla, korkma”.
Kına örtüsünü kaldırmış genç bir gelin gibi açmış yüzünü yeni gün. Yamaç akmış akarken ta yukarılardaki kaya parçaları kopmuş serilmiş çiftçinin tarlası dâhil her yere.
O an düşmüş aklına helallik tarlaya ilk hevesle koştuğu gün, domuzların ettikleri, yağmurun götürdükleri, insanların hiç susmayan “Netçin orada sen? Bişi olmaz, dağdan taştan ot bitmez” deyişleri…
En başta bulmuş kendini tüm hikâyenin en başında, bir kere hayaline dokunmuş çünkü bu bile bu dağı taşı elleriyle taşımaya yetermiş.
Hayalleriniz olsun hayal yoksunları, hayallerine koşma cesareti olmayanlar çekmeye çalışsa da sizi siz hayallerinizden asla vazgeçmeyin.
Benim çok sevdiğim bir şiir var Hasan Hüseyin Korkmazgil in “Nehirler Aka Aka” bu şiir benim hayat rehberim gibi oldu. Ve okumayanlarınız için sizlerle paylaşmak istiyorum, haftaya yeni yazımda sizlerle buluşmak dileğiyle.
Arzu DİNÇER
25/10/2019, İzmir
Görüyorum ki, bir an önce varmak istiyorsun oraya. Gerginsin
kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu
coşkunluğun ne güzel, öfken ne güzel
Sana selam, sana saygı
ey yolcu
Fakat düşündün mü yolunun uzunluğunu ?
Neler var yolunun üstünde, düşündün mü?
Koşar-adım aşabilecek misin şu dağı, geçebilecek misin
bu hızla şu beli, tırmanabilecek misin bu solukla şu sırtı ?
Ovada dikenler yollara uçmuştur, kuru dereleri seller basmıştır,
kar yağmıştır belki o tepelere ? Böyle, uçar gibi geçip
gidebilecek misin oralardan, hemen varabilecek misin oraya ?
Belki sırtlanlar üşüşmüştür leşlere, kuzgunlar tutmuştur belki
yolları. Belki silinmiştir ayak izleri yolcuların.
Bütün bunları düşündün mu ey yolcu ? çünkü sen, ne ilk yolcususun
bu yolun, ne de son.
Derim ki sana :
Nehirler boyu git
Nerelerde ve niçin durgundur nehirler,
nerelerde ve niçin hırçındır nehirler,
nerelerde ve niçin mendereslidir,
nerelerde ve niçin çağlayanlı ve de çavlanlıdır nehirler,
gözlerinle gör, duy kulaklarınla
Gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlere
Derim ki sana :
Denize varmaktır amacı nehrin, denize varmak, ey yolcu
Büyükse dağ, aşamıyorsa üstünden nehir, dolanır çevresini dağın.
Büyükse kaya, söküp atamıyorsa nehir, birikip birikip taşar
üstünden, dolanır yanını yöresini. Yokuşsa yolu, koşamıyorsa
menderesler çizer nehir. uçurum çıkarsa önüne, kapıp bırakır kendini
nehir, açar kanatlarını; varır varacağı yere, oraya denize
Derim ki sana :
Nehirler boyu git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını
sen de bir nehirsin ey yolcu
Senin de varmak istediğin bir yer var
Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak
Engeller
nasıl aşılır, öğren nehirlerden
Yarı yolda yokolup gitmek değildir
amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya
Varmaktır oraya, ey yolcu
Derim ki sana :
iyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil
Dizlerini, ciğerlerini,
yüreğini sıkı tut, iyi dengele
Ovada koşar gibi vurma kendini
dik yokuşlara
uçuruma atlar gibi bindirme kayalara
“daha koş, daha koş” diye alkış tutanlara kanıp da, kesilip
kalma yarı yolda
Dipdiri varmalısın oraya
Hız koşusu değil bu,
ey yolcu, engelli koşudur bu
Engelleri aşa aşa, gücünü koruya
koruya varmalısın oraya
çünkü oraya varmaktır amacın, koşmak değil
Boşuna sevmedim nehirleri
Aktıkça büyümesi boşuna değil
nehirlerin
Akan büyür, ey yolcu
“erişir menzil-i maksuduna aheste giden” demiyorum ben sana,
“tiz reftar olanın payine damen dolaşır ” demiyorum. Böyle
demiyor çünkü nehirler. Duracaksın, dolacaksın, atlıyacaksın,
aşacaksın, koşacaksın ve varacaksın oraya, diyor nehirler.
öyle diyorum ben de
Beni dinle, beni anla ey yolcu
adım adım
kulaç kulaç
ilerliyor nehir
yoklayıp
araştırarak
tartıp
dengeliyerek
adım adım
pençe pençe
ilerliyor nehir
birdenbire koçbaşı
birdenbire ipek bir çarşaf
ve balıklar kurbağalar yosunlar
köprüler ve yoksul değirmenleri bozkırın
birdenbire bir uğultu
birdenbire bir kıyamet
bindirip
çekilerek
çekilip
toparlanarak
varıyor cüceleşip
devleşerek
varıyor
nehirlerce kahkalarla
şarkılar söylemeliyim
nehirler gibi uzun
nehirler gibi kollu
nehirler gibi hırçın
ve yumuşak
ve nehirler gibi
dur
durak bilmeyen şarkılar söylemeliyim
gitmek
nehirlerle yanyana
gitmek
nehirler gibi zor
nehirler gibi çetin
nehirler gibi umutlu
gitmek
nehirlerden de öteye
oraya
taaa oraya
o büyük kurtuluşa
yüreğim
yaralı kuşum
topla ve aç kanatlarını
Hasan Hüseyin Korkmazgil