Bir hayli geç…
Binlerce yıllık kendi tarihinin, kanla yazılı sayfalarına bir baksa; çokça gözyaşı, acı ve kederle yoğrulduğunu görecekti insanoğlu.
Kabile savaşlarından din savaşlarına, ticaret savaşlarından psikolojik savaşlara, iç savaşlardan soğuk savaşlara… binlerce yıldır neler neler yaşanmıştı. Yaşanmışlıklardan zerre ders alabilse, balık hafızasını biraz geliştirebilse “tekerrür” denen illet üstüne yapışır kalır mıydı?
Oysa ihtiyacı olan tek şey sevgiydi…
Savaş değil! Nefret değil! Üstüne yağan bombalarla ölmek, kanlı ellerinde tuttuğu/tutturduğu türlü çeşit silahlarla öldürmek hiç değil!
Yanlış anladı, yanlış öğrendi, yanlış yönlendi insanoğlu. Sadece kendini sevdi. Sadece gücü sevdi. Sadece; kendi gibi düşüneni, kendi gibi giyineni, kendi gibi konuşanı, kendi gibi inananı sevdi.
Ben, ben, ben. “Benden sonrası tufan” zihniyetiyle saldırdı insanoğlu… Öldü, öldürdü. Sürdü, sürüldü. Ya sevinçle, ya da acıyla attığı çığlıklar; yanmış insan eti kokan coğrafyalarda yankılanıyor biteviye. Kopmuş, parçalanmış, ezilmiş bedeni, yüzyıllardır savruluyor hiçliğin dinmeyen rüzgarlarında.
Saat bir hayli geç. Beatles ezgisi “all you need is love” kulaklarımda. Yüreğim ezgiye paralel bağırıyor: “İhtiyacın olan tek şey sevgi… Barış, barış barış.” Ruhi Su’dan Neşet Ertaş’a, Muhlis Akarsu’dan Cahit Berkay’a insan sevgisi ile bezeli türküler çığlık çığlığa dolaşıyor hücrelerimde. Günlerdir savaş tamtamları ile burkulan gönlüm, türküler ve ezgiler eşliğinde bir parça huzur bulur sanıyorum, yanılıyorum…
Barış istemekle barış gelmiyor biliyorum. Sevgiyi dillendirmekle nasırlaşmış yüreklere ulaşmak mümkün değil anlıyorum. Kendinden başkasını düşünmeyen Adem’e laf anlatmak çok zor yoruluyorum. Ama düşüncelerime de söz geçiremiyorum.
İnsanca, özgürce, kardeşçe, sevgiyle, barış içersinde yaşanacak bir dünya mümkünken; acıya, gözyaşına, zulme teslim olmamalı insanoğlu diye haykırıyorum.
Bir tarafta gencecik yaşta tabuta giren can’ları görüp, ailelerinin tükenmişliğini boğazının dokuz kat düğümünde hissetmemek ne mümkün? Bir tarafta meçhul yolculuğa atılıp; aç kalan açıkta kalan, gazlanan, kurşunlanan, itilip yok sayılan, o müthiş çaresizliğe duyarsız kalabilmek ne mümkün?
“Orada ne işimiz var?” “Burada ne işleri var?” ayrımını, açmazını, beyin yakan sorularını unutmanın zamanı geldi de geçiyor…
Dünyanın hiç bir coğrafyasında tek bir insanoğlu; zorla, istemeden, bir hiç uğruna, bir kişiyi ya da bir zümreyi memnun etmek için; ölmesin öldürmesin, yerinden yurdundan sökülüp kopartılmasın artık.
Barış zor. Barış emekle, barış fedakarlıkla, barış insan kalbinde empatiyle yeşerir. Önce kendini affetmeli insan. Hırslarını törpüleyip, bakış açısının merceklerini salt insana, saf insana, her türlü farklılıktan arındırılmış gerçek insana çevirince; kalplerdeki zeytin dallarının tüm coğrafyalarda dallanıp budaklanması mümkün olacaktır.
Her zorlukta, her sıkıntıda, her çaresizlikte, her üzüntü ya da sevinçte; birlik, dirlik, beraberlik, tek yürek, tek ses olmayalım! Gerek yok. Unutalım bu lügatları! Sadece İNSAN olalım, gerisi kendiliğinden gelecektir.
Tüm zorluklarda “ihtiyacımız olan tek şey sevgi” işte bunu hiç bir zaman unutmayalım…