Çoğumuzun bildiği gibi bazı öğretmenlerin ciddi anlamda müfettiş korkuları vardır. Denetlenmek insanı panikletebilir. Mesleğini iyi yapan insanın çok fazla paniklememesi doğaldır. Lakin gelen müfettiş önyargılıysa…
Süleyman Demirel yıllar önce şöyle bir söz söylemişti. “Okula, kışlaya, camiye siyaset girmemelidir.” Acaba öyle miydi? Siz iktidar olacaksınız, kabine kuracaksınız ve Milli Eğitim Bakanını başka bir partiden mi atadınız? Haliyle yeni bakan, kendi kadrosunu kurmak isteyeceğinden dolayı bakanlığa geldiği ilk gün bir genelge çıkartarak kadrosunu değiştirmedi mi?.
Aslında sorun bu kadarla sınırlı değildi. 1990’lı yıllardı. Uzun yıllar çalışmanın verdiği deneyimlerimizin sonucunda okulumuza denetime gelen veya gelmeyen müfettişlerin bir çoğunu uzaktan veya yakından tanırdık. En azından mesleğinde yeterli olup olmadığını ve de en önemlisi zaaflarının ne(ler) olduğunu bilirdik. Tanrı Yasası mıdır bilmem, gelen müfettişlerin çoğu erkek olurdu. Asli görevleri ise biz kadın eğitimcilerin açığını aramaktı.
Neydi bizim açığımız… Bizler mesleğinde yeterince donanımlı eğitimcilerdik. Lakin bu bahse konu ettiğim “Bay Müfettiş” neyi denetlerdi diye sorarsanız, size anlatayım. Okulda kimler oruç tutmuyor, kimler öğretmenler odasında insan hak ve özgürlüklerden bahsediyor, yaşam pahalılığından yakınan kimlerdi. En önemlisi de kimler CUMHURİYET gazetesi okuyordu.
Eğer ki, herkesin birbirlerini tanıdığı küçük bir yerleşim birimindeyseniz gazetenizi büfeden aldığınızda başyazısı okunmasın diye hafifçe içine katlayıp çantanıza atarsınız. Öyle otobüste, dolmuşta açıp okursanız her an saldırıya uğrama olasılığınız çok yüksekti. Okula gittiyseniz ya çantanızda duracak, evinize gelince okuyacaksınız, ya da dolabınızda duracak. Teneffüs veya öğle saatlerinde öyle öğretmenler odasında açıp gazete okumak olmazdı. Kişisel dolabınızda saklamak sakıncalıydı. Bay müfettiş özel dolaplarımıza da bakmak isterdi. Kadın öğretmenin okuldaki dolabında ne olur. Sabun, havlu ve bir de özel günler için hazırlıksız yakalanmamak adına ped olur. Ben de bu müfettiş geldiğinde dolabımı açmamak için direnmez, o pedi alır gözüne sokar gibi gösterirdim. Bir keresinde çok sinirlendiğim için “Size de gerekli mi” diye sormuştum. “Hayır” yanıtı aldığımda “Siz yaşça benden bir hayli büyüksünüz (!) yaşlı erkeklerin korkulu rüyası olan prostat hastalığına yakalanmış olabilirsiniz” dediğim için hakkımda soruşturma açtığı olmuştur. O soruşturmayı kendi isteğiyle geri aldırmıştım. (!)
O yıllardan sonra müfettişle uzun süre görmediğim için kendimi şanslı hissediyordum. Bir gün Çorum’daydım. Gazete büfesinde müşteri sırası vardı. Şu an tam olarak anımsamıyorum ama sırada 8 veya 10 kişi varlardı. Benim önümdeki erkeğin sırası geldiğinde büfeciye otoriter bir sesle “bana bir Tercüman bir de Cumhuriyet gazetesi ver” dedi. Gazeteyi alıp sağ tarafımdan geçerken vatandaşla göz göze geldik. İçimden “eyvah, bu bizim Abuzittin olmasın” dediydim. Müfettişin ismi Abuzullah gibi bir şeydi. Benim de dilim dönmediği için Abuzittin Bey derdim.
Tercüman gazetesini anlamıştım de Cumhuriyet gazetesini anlayamamıştım. Abuzittin efendinin bu gazeteyle ne işi olurdu? Kaç öğretmene bu konuda soruşturma açtırmış, sürüm sürüm süründürmüştü. Ne sürgünlerde payı vardı kimbilir.
Abuzittin Efendi yön değiştirdi bana hangi gazeteyi alacağımı sormadan “bana bir Cumhuriyet daha ver” dediğinde ben de “bir de Evrensel gazetesi” olsun diye seslendim. Oysa o kadar cimriydi ki, kimseye hiç kimseye bir bardak çay ısmarladığı görülmemiştir. İki adet gazeteyi bana verdi ve yakınlarda bir cafede oturup benimle konuşmak istediğini söylemişti. Böyle biriyle cafede oturup bir bardak su bile içmezdim fakat bu değişimi merak etmiştim. Zamanım de vardı. Sonuçta yabancı bir şehirdeydim.
Son derece şirin, otantik bir çay bahçesine oturduk. Ben de Abuzittin Efendi’nin prostat öyküsünü dinleyecektim ki sol elinin yüzük parmağında bir yüzük parlıyordu. Yeni evlendiği belliydi. Çorum’da geniş bir bahçesi olan villada yaşıyormuş. İlk eşinden boşanmış ve bizim kızlardan biriyle evlenmişti.
Yeni eşi Sabiha hocam, bizim sendikanın kurucu üyelerinden olup son derece aktif bir arkadaşımızdı. Abuzittin Bey ona da kök söktürürdü. Kendisinden nefret ederdi. Yıllar sonra karşılaşmışlar ve “Nefretten sevgi doğar” öyküsüyle evlenmişlerdi. Sabiha Hanım, nikâhtan önce otoriter tavrını koymuş, tüm koşullarını önceden kabul ettirmişti. Hem de yazılı olarak.
Sabiha hanım, evin hiçbir işini kendisi yapmayacakmış. Abuzittin Bey, ya kendisi ya da yardımcı tutup yaptıracak. Yemek işine de bakmayacak. Her sabah kahvaltı yatağına gelecek. Kahveler içilirken CUMHURİYET gazetesi alınmış olacaktı.
Bir de dini vecibeleri eksiksiz yerine getiren Abuzittin Bey’in annesi de yanlarında yaşayacak. Sabiha Hanım’ın evdeki tek görevi kayınvalidesine namaz saatini anımsatmak ve seccadesini sermekti. Oysa Sabiha Hanım, kendi annesinin seccadesini önünden çeker alırdı.
Bunu neden yapardı dersiniz… Abuzittin Bey evdeki sorumluluğundan annesine yakındığında annesi ona “Gelinime karşı en küçük bir saygısızlık yaparsan, sana hakkımı helal etmem” demişti.
Çay bahçesinde bunları bana anlatan Abuzittin Bey iki gözü iki çeşme ağlamaktaydı. Ben de kendisine şaşkın şaşkın bakıyordum.
Bir anda ağlamayı kesip saatine baktı ve paniklemeye başladı. “Hocahanım, benim acilen eve gitmem gerekiyor, eşimin gazetesini yetiştireyim” diyerek hızla uzaklaştı. Masadan kalkarken çaktırmadan bir hayli yüksek rakamlı para bırakmıştı.
Tin tin yürüyerek uzaklaşan Abuzittin Bey’in arkasından bakakalmıştım. İçimden bir ses “Şeytan azapta gerek” diyordu.
Abuzittin Bey’in masanın üstüne bıraktığı parayı aldım, hesabı ödeyerek çıktım. Geri kalan parayla sokak çocuklarına ziyafet çektim. Çocuklar bana “Teyzem, Allah senden razı olsun” dediklerinde “Abuzittin Bey’den razı olsun” hafifçe gülümseyerek demiştim. Çocuklar bir anlam veremediler, ben de anlatmadım.
Abuzittin Bey’in telaşından dolayı cep telefonunun numarasını alamamıştım. Bu karşılaşmamızdan iki yıl sonra başka bir nedenden kaynaklı olarak Çorum’a gittiğimde kendisini tanıyabileceğini düşündüğüm arkadaşlarıma sordum. Abuzittin Bey altı ay önce ölmüş, annesi ve eşi beraber yaşıyorlarmış.
Mezarında diken bitsin neyleyim.
Züleyha Akın-24.03.2021