60’li yılları tüm zorluklarıyla birlikte geçirmek üzereydik. Ülkemizde henüz 1968 rüzgârı esmeye başlamamıştı.
İsmet İnönü, Amerika Birleşik Devletleri yetkilileriyle yazılı bir sözleşme imzalamıştı. Amerika’dan geri kalmış ülkelere İngilizce öğretmenleri gönderecek, maaş ve her türlü gereksinmeleri karşılanacaktı. Bu tiplere “Barış Gönüllüsü” deniyordu.
Hiç kimse bu adamlar neden bu kadar geri bıraktırılmış ülkeye geldiler diye sormuyor, sorgulamıyordu. Aksine bu durum Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin de işine geliyordu. Sıfır masrafla hazır donanımlı İngilizce öğretmenleri gelmişlerdi. Sadece büyük şehirlere mi gelmişlerdi? Hayır? Ortaokulu bulunan tüm illerle, ilçelere, nahiyelere gelip yerleşmişlerdi.
Okullarda öğrencilere karşı son derece nazik davranıyorlar. Her fırsatta gülücüklerle dolu yüzlerini eksik etmiyorlardı. Hemen hemen tamamı gençlerdi. Son derece yakışıklı erkekler, Hollywood oyuncularını aratmayacak ölçüde güzellikteki kadınlar…
Okul saatleri dışında yöre insanıyla çok sıkı dostlukları vardı. Esnafın dükkânında, şehir klübü denilen lokallerde, köylünün tarlasında, bağında, harman yerinde… Yaşamın olduğu her yerde varlardı. Bulundukları yerde PTT Şubeleri olduğu halde her Perşembe günü başka bir yerleşim birimine giderek postaneye gönderilerini teslim ediyorlardı. Çok meraklı gözlerle karşılaştıklarında “ülkemize rapor göndermek zorundayız” diyerek geçiştiriyorlardı. Esasen ailelerine mektup v.s. göndermeleri çevreden yadırganmazdı.
Benim doğduğum ve büyüdüğüm merkez köyde ise ortaokul vardı. Çevre köylerden öğrenciler bizim beldeye gelirlerdi. Yıllardır İngilizce dersimiz boş geçmekteydi. Hiçbirimiz dil bilmezdik. Biyoloji dersine hastanenin doktoru, Kimya dersine eczacı, Coğrafya dersine Kaymakam, Milli güvenlik dersine jandarma Astsubayı derse girmekteydi. O yıl çok şanslıysak Türkçe ve Matematik öğretmenimiz tayin yaptırır, dönem sonu atama dilekçesi vererek ilçemizi terk ederdi.
Biz bu İngilizce öğretmeninin değerini bilmeliydik. Öğretmenimiz çok genç ve güzel biriydi. Köyümüzün tüm erkekleri gözüne girmeye can atarlardı. Gelir gelmez apar topar bir ev bulunmuş, herkesten ev eşyaları alınarak toparlanmış, jet hızıyla yerleştirilmişti. Janet, okula gelirken tüm erkeklerin yol boyunca çok işi varmış gibi beklemeleri tamamen rastlantıydı. Akşam olunca evlerine davet etmeleri için kadınlara baskı yaparlardı. Yemek pişirtmezlerdi. Yabancı öğretmenin kadınların dışında tüm erkekleriyle arası iyiydi. Hemen herkese mavi boncuk dağıtmakta ustaydı. İlerleyen zamanlarda rekabet ortamı kendiliğinden de olsa oluşacaktı. Bu işten en çok kârlı çıkan yabancı öğretmen olacaktı.
Sözleşme bitiminde ülkelerine döndüklerinde ülkemizin stratejik bölgelerinde yerden mantar biter gibi Amerikan üsleri görecektik. Bu sadece aysberg’in görünen yüzüydü. Görünmeyenleri de vardı.
Yabancı öğretmenin bize İngilizce öğretmek gibi bir derdi yoktu. Sınav yaptığında bize hak etmediğimiz kadar yüksek not vermesi herkesin işine geliyordu. Çocuk aklımca “bu işte bir yanlışlık var” diye düşünmeden edemiyordum. Bu gönüllülerin bize İngilizce öğretmeleri bir kandırmacaydı. Sadece ülkelerinden biri geldiğinde biz onlara otel, motel, lokanta gösterecek kadar dil bilmemiz yeterliydi. Bize dağıttıkları kitaplarda yazı dili, gramer bilgisi yoktu. Okunduğu şekliyle öğretiyorlardı.
Köyün erkeklerinin rekabet ortamı tam gaz gidiyordu. Artık silahlar çekilecek konuma gelinmişti. Vuruşma kaçınılmazdı.
Öğretmenimiz bu olaya bir çözüm getirdi. Akşam olunca okulda yetişkinlere dil dersi verecekti. Kadınların hiçbiri istekli olmadı. Bütün gün yoruluyorlardı. Erkekler ise kahvede pinekledikleri için kursa talip oldular.
Bir akşam okul yolundan geçerken Hasan amcayı gördüm. Kız Kuran kursuna giden öğrencilerin Kuran tuttukları gibi göğsüne bastırdığı tek ortalı küçük veresiye bakkal defteriyle bastonuna tutuna tutuna okula yürüyordu. Köyün en yaşlı insanıydı. Bir gözü hiç görmez, diğeri ise çok az (% 20 oranında) görüyordu. O da İngilizce öğrenecekti.
İlginç olan bir şey vardı. Hasan emmi değil dil öğrenmek, Türkçeyi bile doğru dürüst bilmez, hele ki okuryazar bile değildi.
Züleyha Akın – 20.03.2018