Almanya’da son zamanlarda Türkiye’yi, Türkiye-Almanya ilişkilerini ele alan çok sayıda kitap yayınlandı. Tecrübeli Gazeteci Baha Güngör’ün “Atütürk’ün Öfkeli Çocukları” başlıklı kitabı da bunlar arasında. Ancak, diğerlerinden çok farklı…
GÜRSEL KÖKSAL
“İstanbul’daki ofisim Cağaoğlu’ndaydı. Türk gazeteci arkadaşlarımın basın özgürlüğü için yaptığı yürüyüşler ofisimin önünden geçerdi. Ben de katılmaya kalkıştığımda, oradaki meslektaşlarım kolumdan tutup, beni kenara çekerler ve yürüyüşe katılmamı engellerlerdi. Bana ‘Biz yürüyeceğiz. Saldırıya uğrayabilir, gözaltına alınabiliriz. Senin görevin dışarıda kalıp, bunları haberleştirmek ve dış dünyanın bunu duymasını sağlamak’ derlerdi.”
Bu sözleri, 40 yıllık meslek yaşamının önemli bir bölümü Türkiye’de geçen, “Alman” gazeteci, Alman medyasına çalışan, Türk kökenli Alman gazeteci Baha Güngör’den, kendisiyle yaptığımız sayısız sohbetlerden birinde dinlemiştik.
Türkiye’deki gelişmeleri ilişkin değerlendirmek üzere sık sık görüşüne başvurduğu gazeteciler arasında yer alan Güngör’ün öncelikle ele aldığı alanlardan biri de basın özgürlüğü. Son olarak Alman gazeteciler sendikası DJV’ın genel kongresine katılıp, gelişmeleri anlatmış ve Alman gazetecileri Türkiye’deki meslektaşlarıyla dayanışmaya çağırmıştı.
Bugünlerde Türkiye’yi, Türk-Alman ilişkilerini ve Türk insanını ele alan çok sayıda Almanca kitap yayınlandı. Baha Güngör’ün kitabı da bunlar arasında. Ancak onunki işte bu nedenle diğerlerinden çok farklı.
Alman medya dünyasındaki en kıdemli Türkiye kökenli gazetecilerden Baha Güngör, kısa bir süre önce yayınlanan ikinci kitabının başlığı “Atatürk’ün Öfkeli Torunları” (Atatürks Wütende Enkel). Güngör, yeni kitabında, Almanların Türkiye gerçeğini anlamalarına yardımcı olmaya çalışıyor. İkinci başlığındaki “Demokrasi ve Demagoji Arasındaki Türkiye” vurgusundan da anlaşılacağı gibi, kitap sadece günümüz Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durumu, geniş bir tarihsel perspektif içinde ele alıyor.
İki yıl önce Deutsche Welle’nin Türkçe Yayınları Müdürlüğü görevinden emekliye ayrılan Baha Güngör’ün “Dietz Verlag”dan yayınlanan yeni kitabı, Almanya’da bu günlerde her zamankinden daha yoğun bir ilgi kaynağı olan Türkiye’yi ve Türkleri anlatan çok önemli bilgi kaynağı. Bu böyle çünkü Güngör, girişte de vurgulandığı gibi uzun meslek yaşamının çok büyük bir bölümü Türkiye – Almanya ilişkileriyle, Almanya’da Türk toplumumun gelişimi ve dönüşümünü gözlemekle, haberleşleştirmek ve yorumlamakla geçiren bir gazeteci.
Mesleğe çocuk yaşta geldiği Almanya’da 1976 yılında başladı, 1984-1999 yıllları arasında Ankara, İstanbul ve Atina’da çeşitli Alman yayın kuruluşları için çalıştı, bu sürenin bir bölümünü en büyük Alman haber ajansı DPA’nın Türkiye Temsilcisi olarak geçirdi, 1999 yılından sonra da bir dönemler “Almanya’nın Sesi Radyosu” olarak bilinen “Deutsche Welle”nin Türkçe yayınlarının sorumluluğunu üstlendi, bu sürelerde birçok Alman devlet adamı ve politikacının Türkiye, birçok Türk politikacı ve devlet adamının Almanya ziyaretlerini yakından izledi. Tecrübeli bir gazetecinin uzmanı olduğu bir alanda 40 yıllık birikiminin süzgecinden geçtiği için bu kitabı bir başvuru eseri olarak değerlendirenler çok haklı. Güngör’ün gazetecilik yaşamından da çok ilginç ayrıntılara da yer verdiği kitap, böylece kısmen otobiyografik bir özgünlük de taşıyor. Böylece, öğrenin Alman medyasında çalışan Türk kökenli bir gazetecinin nasıl bir yandan bazı Alman meslektaşlarına, diğer yandan Türk istihbarat örgütüne hedef olduğunu, onun içini halen acıtan bu saldırıları nasıl atlatıp, işini, gazeteciliğini hakkıyla yapmaya çalıştığını öğreniyoruz.
Emekliye ayrıldıktan sonra aktif gazeteciliği bırakmayan, misafir yazar olarak çeşitli yayın organlarında yayınlanan yazılarıyla, özellikle de “Türkiye uzmanı” olarak katıldığı televizyon programlarındaki yorum ve gözlemleriyle sürdüren Güngör, “Neden, Atatürk’ün öfkeli torunları? Kim bunlar?” sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Genç nesiller çıkmazda. Kimi genç katı bir şekilde Atatürk devrimleri ile ilgili esneklik gösterilmediğinden dolayı. Kimi de alternatif ararken demokrasi ile ilgili umutlarını yitirdiği için öfkeli. Türkiye’nin onlarca yıl demokrasi ile demagoji arasında çok yıpratılmış olması da genç nesillerin öfkesini arttırıyor ve cepheleri kemikleştiriyor.“
Baha Güngör’ün uzun bir çalışma döneminin ürünü olan kitabı, 13 yıl önce Diderichs Verlag’tan yayınlanan ilk kitabı “Almanların Türklerden Korkuları”nda (Die Angst der Deutschen vor den Türken) yaptığı gibi, okurlarıyla Türkiye ve Türklerle ilgili güncel gelişmeler üzerine sohbete girmeden önce, o konularda hakkında geniş bir aktüel ve tarihsel bilgilendirme yapmaya özen gösteriyor. Böylece olabildiğince objektif bir Türkiye resminin çıkmasını hedefliyor.
Güngör kitabında Türkiye’deki siyasal partilerin durumunu, 12 Eylül askeri darbesi öncesi ve sonrasındaki siyasal gelişmeleri, Özal dönemini, Türkiye’denin hep gündeminde olan laiklik tartışmalarını, İslamcı hareketin gelişimini, kadınların toplumsal konumunu, Kürt sorununu, Türkiye – Almanya ilişkilerini, Almanya’daki Türklerin durumunu, NSU skandalının önemini, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğiyle ilgili gelişmeleri, Gülen cemaatini, 15 Temmuz darbe girişimini, basın özgürlüğü ve hukuk devleti alanındaki soruları ela derinlemesine alıyor. İkili ilişkilerin ve Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki kötüleşmelerde Alman tarafının hatalarına da değiniyor.
Ancak okurlarını bu konuda önceden uyarmayı da ihmal etmiyor:
„Bu kitap bir siyaset tarihi ders kitabı değil. Ciddi gazetecilik gözlemlerine dayanarak, Alman okurları Türkiye‘nin, insanları ve politikacılarının duygu ve düşüncelerini, nelerden korkup, nelerin özlemini duyup, neler istediklerini göstermeye çalışan bir girişim.“
Güngör’ün burada sözünü ettiği gazetecilik gözlemleri, girişte vurgulandığı gibi onun 40 yıllık tecrübesine dayanıyor. Bu dönemi, sadece Almanya’da değil, Türkiye’de ve hatta Yunanistan’da, çeşitli Alman gazeteleri (Kölnische Rundschau, Bonner General-Anzeiger, WAZ), haber ajansları (Reuters, DPA), televizyon kanalı ZDF ve Deutsche Welle radyosu için muhabir, temsilci ve yönetici olarak çalışarak geçirdi. Dolayısıyla bu eseri, elbette bir ders kitabı değil, ama girişte vurgulandığı gibi Türkiye’yi, Türk insanını anlatmayı hedefleyen “bir girişim”in çok ötesinde, bir başvuru eseri.
Okuyucusu karşısına bir “başöğretmen” tavrıyla çıkmamaya özen gösteren, ancak onlara Türkiye üzerine gerçeğe yakın bir resim çıkarabilmeleri için gerekli ön bilgileri özenle sunan Güngör, merakla beklenen “Türkiye nereye gidiyor?” sorusuna da kesin bir yanıt vermiyor. Sıra bu soruya geldiğinde, bunun çok zor olduğunu vurguluyor. Kemalistler ve İslamcılar arasındaki mücadelenin, ikincilerin sürekli güçlendikleri bir süreç olarak sürdüğünü gösteriyor. 234 sayfalık kitap şu sözlerle noktalanıyor: “Erdoğan’ın demagojileri, onun için bir hedef değil, hep sadece bir araç olan demokrasiyi ne zaman tamamıyla devre dışı bırakacak? İşte o zaman Türkiye gerçekten tam olarak kaybetmiş olacak…”
“Ondan çok şey öğrendim”
Frankfurt Kitap Fuarı’nı ziyaret eden Baha Güngör, orada genç meslektaşı Hasnain Kazım’la buluştu. Der Spiegel’in muhabiri olarak bir süre Türkiye’de bulunan ve ölüm tehditleri üzerine Almanya’ya dönen Kazım’ın kitabı “Krisenstaat Türkei” da yeni yayınlandı. Farklı kuşaklardan iki meslektaşın Türkiye üzerine yazdıkları kitaplar neredeyse eş zamanlı çıkmıştı. Eserlerini imzalayıp birbirlerine armağan ettiler. Kazım’a kendisinden uzun yıllar önce Türkiye’de çalışan Güngör’ü ne kadar tanıdığını sorunca, “Ondan çok şey öğrendim” dedi ve yazılarını yakından takip ettiğini söyledi. Türkiye üzerine değerlendirmelerinin bir bölümünün çakıştığına işaret edince de “Bundan gurur duyarım” dedi.
Gazeteci – istihbarat ilişkisi
Kitap daha önce de belirtildiği gibi çok önemli kişisel yaşanmışlıklar da içeriyor. Bunlardan biri de “gazeteci-istihbarat” ilişkisi…
Baha Güngör, kitabının “İstihbarat örgütü ve modern Türkiye’nin kırılma noktaları” başlıklı ilk bölümünde, bir yandan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Türkiye’de siyasal yaşamdaki rolünü, geçirdiği değişimleri, Türk-Alman ilişkilerinde yaşayan “ajan krizleri”ni ele alırken, diğer yandan da hakkında “MİT ajanı” karalaması yapan bir Alman meslektaşıyla ve MİT’le kişisel hesaplamasını da yapıyor.
Önce “29 Ocak 1986 benim için unutulması çok zor bir gün oldu.” cümlesiyle başladığı bölümü özetleyelim:
İstanbul Cağaloğlu’ndaki bürosuna gelen bir MİT görevlisinin, kendisine bir yandan gazeteciliğe devam ederken, diğer yandan da kendilerine bilgi aktarmasını istediğini anlatan Güngör, bunu reddetmesine rağmen, “bir ay sonra yeniden geleceğim. Böylece Türkiye’de bir Alman muhabir olarak çalışma koşullarını kolaylaştırmak ya da zorlaştırmak konusunu düşünmen için yeterince zamanın olur” yanıtını almış.
Güngör, ilk ziyaretten sonra hemen Alman Başkonsolosluğu’nu, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Mesut Yılmaz’ın ofisini ve o sırada kendileri için çalıştığı ZDF’in Main’daki yönetimini bu konuda bilgilendirmiş. Birkaç gün sonra yanına gittiği ZDF’in Genel Yayın Yönetmeni’nin, sözleşmesi bitene kadar birkaç ay daha aylıklarının ödenmesine devam edileceğini, ancak artık kendileri için çalışmamasını istediğini, bunu da “İstihbaratın kanca attığı kişiler ondan sonra rahat bırakılmaz. Böyle bir şeyi ne Türkiye’de ne de başka bir yerde göze alamayız” sözleriyle gerekçelendirdiğini anlatıyor.
Aynı zamanda Alman Dışişleri Bakanlığı da Türkiye’nin Bonn Büyükelçisi üzerinden devreye girerek, bu davranışın tekrarlanmaması talebinin resmen iletilmiş.
Ardından, Türk hükümeti de devreye girşim. Güngör Bakan Mesut Yılmaz’ın kendisine telefon edip, kızgın bir şekilde, “Neden herkese anlattın? Almanya’yla ilişkilerimizi bozmak mı istiyorsun? Doğrudan bana gelseydin, bu iş hemen biterdi” dediğini belirtiyor. Sözkonusu görevlinin ofisine bir daha gelmeyeceğine dair garanti istemesi üzerine Yılmaz, “O iş tamam. Sana bundan sonra kimse gelmeyecek” demiş. Ancak aynı MİT görevlisi gerçekten de bir ay sonra Güngör’e gelip, kararını sormuş. Yine hayır yanıtı alınca da “Yazık. Ben sizin daha akıllı olduğunuzu sanıyordum” diyerek, gitmiş. Güngör, ilk ziyarette kendisinle teklifsizce senli-benli konuşan görevlinin, ikinci gelişinde “siz”e döndüğünü vurguluyor, ancak bu değişimin aradaki gelişmelerden kaynaklanıp kaynaklanmadığının anlaşılmadığını belirtiyor.
Bundan sonra benzer bir durumla karşılamamış…
Gazetecilerin, özellikle başkent muhabirlerinin görevleri gereği istihbarat görevlileriyle ilişki içinde olmasının doğal olduğunu, kendisinin de Ankara’da çalıştığı dönemde MİT yetkilileriyle zaman zaman görüştüğünü belirten Güngör’ün bu bağlamda yaşadığı ikinci olayın kaynağı ise bir Alman meslektaşı…
Şöyle anlatıyor:
“1994’te Ankara’dayken bir ara Alman meslektaşlarımın ve oradaki diğer yabancı basın temsilcilerinin benimle görüşmekten kaçınmaya başladıklarını hissettim. Daha sonra anlaşıldı, Atina’daki bir Alman meslektaşın karalamalarının kurbanı olmuştum. Meğer ortalığa benim Türk istihbaratının bir ajanı olduğum yalanını yayıyormuş.”
Bunun üzerine sözkonusu gazeteci hakkında dava açmayı düşündüğünü belirten Güngör, Hamburg’daki DPA Merkezi’nden önce “Dava açabilirsiniz. Ama kaybederseniz sizi işten çıkarmak zorunda kalırız” uyarısını almış. Ardından da “Bu söyletiyi biz de duyduk, araştırdık. Sizin gizli ajan olmadığınızı biliyoruz. En iyisi çalışmaya devam edin ve bu olayı unutun ya da en azından duymamazlıkdan gelin” açıklaması gelmiş. Büyük bir olasılıkla kaybedeceğini düşündüğü için de dava açmaktan vazgeçmiş. Bunda MİT faktörü de bir rol oynamış. “MİT, eleştirel bir gazeteci olarak bana zarar vermek istese, bunun için sadece mahkemeye gönderilecek bir görevlinin benim bir ‘muhbir’ olarak aktif olduğumu söylemesi yeterli olurdu.”
Peki hakkında karalama yapan meslektaş… Güngör, 1999’da Almanya’nın Sesi Radyosu’nda çalışmaya başlamadan önce, o gazeteciye, halen aynı iddiada olup, olmadığı sorulmuş. “İddiasından vazgeçti. Atina’daki kaynaklarınca yanıltıldığını belirtip özür diledi” diyen Güngör, bir meslektaşından yediği bu darbenin acısını ondan sonra çalışma hayatında hep hissettiğini belirtiyor.
Köln, Atina, Ankara, İstanbul, Bonn
Almanya’daki en kıdemli gazeteciler arasında yer alan Baha Güngör, İstanbul’da dünyaya geldi (1950). Diş hekimli öğrenimini Almanya’da yapan babasının çalışmak üzere bu ülkeyi tercih etmesi üzerine, aile Aachen kentine göç etti. Almanya’ya getirildiğinde 11 yaşında olan Güngör, üniversiteden sonra önce bir süre tercüman ve eğitimci olarak çalıştı. Gazeteciliğe 1976’da Köln’de başladı. Önce Kölnische Rundschau, Reuters Haber Ajansı ve Bonner General-Anzeiger gazeteleri için muhabirlik yaptı. 1984 ile 1999 yılları arasında Ankara, İstanbul ve Atina’da Alman Haber Ajansı (DPA) ve Westdeutschezeitung (WAZ) gibi gazeteler için çalıştı. Bir dönem DPA’nın Türkiye Temsilciliği’ni yürüttü. Son olarak 1999’dan sonra halk arasında Almanya’nın Sesi Radyosu olarak bilinen Deutsche Welle’nin Türkçe Yayınlar Bölümü’nde çalıştı, 2015 yılına kadar bu bölümün müdürlüğünü yürüttü ve oradan emekli oldu. Serbest gazeteci-yazar olarak çalışmaya devam eden Güngör, “Türkiye-Almanya İlişkileri Uzmanı” olarak sık sık Alman medyasındaki haber ve tartışma programlarına konuk oluyor.
Baha Güngör, uzun yıllardır Türkiye ve Almanya arasında genç gazetecilerin karşılıklı ziyaretlerini içeren projelere de destek veriyor.
Uzun yıllar diğer Alman liderlerin Türkiye ziyaretlerine Almanya’dan katılan gazeteciler arasında yer alan Güngör, Angela Merkel’in ana muhalefet lideri olarak Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk ziyareti de izlemişti. Güngör’ün Türkiye-Almanya ilişkilerini ele alan kitabı Die Angst der Deutschen vor den Türken (Almanların Türklerden Korkuları) bu ziyaretten ilginç gözlemleri de içeriyordu.
Kitap, daha sonra Türkçe’de de yayınlandı.
Güngör, bu yılın ilk haftalarında da Almanya’da Türkler ve Almanların birlikte kurduğu derneklerin en eskilerinden Bonn Türk-Alman Cemiyeti’nin (Deutsch-Türkische Gesellschaft e.V. Bonn – DTG) başkanlığına seçilmişti.
Konuyla ilgili haberler:
Alman gazetecilerden Türkiye’ye mesaj: Gazetecilik suç değildir!