8.2 C
Almanya
Salı, Kasım 19, 2024

Pazartesi Yazıları: Namus Takası* – Kenan Çığır

Pandemi ve ev esareti bir yandan, ülkenin gerçekleri diğer yandan yoruyordu, geriyordu ve güzel günlere dair içimdeki umudu yavaş yavaş emiyordu.

Hatırlıyorum da İzmit halinde otuz-kırk ton karpuzu kamyondan indirirken bile bu denli yorgun hissetmiyordum. Gençtim o zaman, doğru. Kas yorgunluğu güzel bir uykuyla halloluyordu, doğru. O yıllarda çağımızın moda hastalığı yoktu… Adı batasıca stresten habersizdik, o da doğru.

Herşeyden strese girmezdik eskiden ya da stres nedir bilmediğimiz için bize neyin girdiğini anlamazdık. Gün gelir “Er kişi ya da hatun kişi niyetine!” bir başka diyara gidilirdi. “Kalpten gitti!” derlerdi de o kalp neden teklemişti kimse bilmezdi.

Şimdilerde ise yaşamın akışı içinden yük edine edine herkes contaları yakmak üzere:
“Covid çok can almaya başladı, canımın içi kimseyle görüşmeyelim.”
“Aşı yokmuş, randevumuz iptal edildi. Yandık azizim yandık!”
“Esnaf acından ölüyor. Ne olacak bu memleketin hali?”
“Eve kapattılar yine birader, paslanıp çürüdük be!”
“Kadınlar her gün katlediliyor. Magandalara sokak serbest ve ölüm müstehak olsun!”
“Siyasi ahlaksızlık almış başını gitse de partime laf söyletmem ülennn.”
“İşsizlik, aşsızlık rekor kırıyor. İşçi bulma kurumu önünde kuyruğa talim ediyoruz.”
“Elde yok avuçta yok. Dur hele dur! Bir yolunu buluruz.”

Bütün bunları türlü türlü şekillerde yaşayıp keman teli gibi gerilirken, bir de ortalık kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan soytarıyla doldu. Hem de ne soytarı:

İnançlı bir insan olarak kendini lanse ediyor, hırsızın önde gideni…
Demokrat bir insan olarak tanınıyor, yasakların yılmaz savunuculuğunu yapıyor…
Kendine faydası olduğunda sonsuz özgürlük yanlısı kesiliyor, fikrini beğenmediği insanın tüm özgürlükleri elinden alındığında üç maymunu oynuyor…
Milliyetçi geçiniyor, ülkeyi talan edenlere “siyaseten” gıkını çıkartmıyor…
Aydın ve ilerici edalarla şişiniyor, konfor alanını cansiperane koruyor…

İnsanoğlu maskeyle dolaşıp, yarattığı algıyla gerçek dünyasını saklayabiliyor. Pencerelerini gök kuşağı renklerle boyayıp, içindeki karanlığı gizleyebiliyor. Rolünü oynadığı kişi olmadığını biliyor ama toplum onu öyle görmek istediği için su yatağını bulup akıyor.

Yüzümdeki gülümsemeyle onu dinliyordum ama aklımdan geçenlere de engel olamıyordum. Bir daha anlatsın diye tekrar sordum.

“Namus takası mı?”

“Öyle denir abi. Araba Akabe Boğazı’ndan geçerken biz kadınlar hemen siyah başörtüsü örteriz. Kafanda başka renk bir örtü de olsa çıkartıp siyahı takarsın. Urfa sınırlarına girerken namus takasını örtmezsen; hem günahkar görülür hem de ayıplanırsın. O başörtüyü kafana taktın mı her şey güllük gülistanlık olur.”

“Takmazsan namusuz olacak halin yok ya, bu nasıl bir önyargıdır? Gelenek, görenekle açıklanabilir mi?”

“Alışkanlık diyelim be abi.”

Şaşırmıştım ama neden şaşkındım bilmiyordum.

Namaz kılanı dindar, çok konuşanı haklı, şort giyen kadını ahlaksız, sorgulayan ve araştıranı terörist, çocuklara bademleme yapan şerefsizleri de hoca olarak kabul etmiş bir toplumda yaşıyorduk.

Yüzümdeki şu aptal gülümsemeden kurtulmalıydım. Karşımdaki insan bir yaradan bahsediyordu. Bu coğrafyada yaşanan türlü zulümlerden birini hafife aldığımı düşünmemeliydi. Toplumun istediği ciddi ve ağır başlı tavrımı (!) takınıp mırıldandım;

“Kimi namus penceresinden baktığında siyah bir örtü görmeyi öğrenmiştir, kimi de o pencereden baktığında sadece insan görmeyi… Sevgili kardeşim, kimsenin namus penceresinden bakmaya çalışmadığımız günlerin bir an önce gelmesini diliyorum.”

17 Mayıs’a kadar her hafta ve her gün benzer sıkıntılarla geçse de… Sağlıklı bir hafta diliyorum.

Kenan Çığır
03. 05.2021

*Namus Takası aynı zamanda Namus Penceresi anlamı taşımaktadır.

Son Haberler

İlgili Haberler