Yine koskoca bir yılı geride bıraktık. Ama bu yıl diğerlerinden farklı, alışılmışın dışındaydı. Covid 19 adında nereden çıktığı bile tam olarak kestirilemeyen bir bela gelip oturdu dünyanın orta yerine. “Bunların hepsi oyun!” dedik, “Bize gelmez…” dedik. Ama geldi. Üstelik hiç de uzun sürmedi gelişi.
Ölüm tehlikesiyle burun burunayken insan daha önce göremediği pek çok şeyi görüyor. Eşimiz, dostumuz, yakınlarımız, milyonlarca insan öldü. Bu insanların her biri ölürken yalnızdı. Sevdiklerine hasretti. “Aşk, dostluk! Hepsi dökülür yapraklar!” demişti Cahit Sıtkı. Sosyal mesafe kuralı sayesinde çıplak sudaki aksimizi izledik uzun uzun. Kimse derdimize çare olamadı. Bizi sudan çekip çıkaracak bir dal parçası uzatamadı. Çare bizdik çünkü dal bizdik. Bu upuzun dünya yolculuğunda tek başınaydık. Tek öznesi bizdik varoluşumuzun.
Güzel şeyler de olmadı değil. Temizlik, düzgün beslenme gibi yararlı alışkanlıklar kazanmaya başladık. Ekmek bile yaptık.
Fotoğraflar döküldü ortaya, unutulmuş. Ne çok film vardı izlenmesi gereken, ne çok kitap vardı istiflediğimiz… Kıyıya köşeye tıkıştırdığımız ne çok eşya… Hepsini yeni bulmuş gibi olduk.
Bir odadan diğerine etkinlikler düzenledik. Filmi salonda izleyelim, çalışma odasında kitap okuyalım, kahveyi terasta içelim… Evlerimizin bahçeleri cennet bahçelerine dönüştü. Balkonlar, teraslar, açık hava parklarına… Aldığımız son nefesmiş gibi tadına vara vara çektik temiz havayı ciğerlerimize. Çünkü her şeyin bir anda bitebileceğini biliyorduk. Buzlu camlarla bölünmüş hastane acillerini düşününce, saray gibi geliyordu evimiz.
Hayat, kafasına vura vura, kitaplara sığmayacak kadar çok şey öğretiyor insana. Yetinmeyi öğrendik mesela. Sevdiğimiz insanları görmek yerine, seslerini duymakla yetindik.
Hızımızı alamadık, olmayacak şeylerle de yetindik. Devletin bize verdiği maskeyle yetindik üçe beşe bakmadan. Maske zorunluluğu geldi; çenemize, bileğimize takmakla yetindik.
Hafta boyu ortalıkta cirit atan Covid 19’u hafta sonu yasaklarıyla bitirmeye çalıştık. Üstelik bu yasaklar öncesinde, açlıkla terbiye edileceğimizi sandık. Marketlere, pastanelere koştuk. Kolasız, kuruyemişsiz olmazdı. Son bir buluşma gerçekleştirelim istedik Covid 19’la, son bir veda…
Virüsün uykuya geçmesini fırsat bilip yaz aylarını değerlendirdik dip dibe. Plajlara aktık. Mutasyon üstüne mutasyon geçirttik.
Zamanla yarışmayı bıraktık. Gecesi gündüzüne karıştı çoğumuzun.
Aynı evde yaşayan insanlar daha iyi tanımaya başladı birbirini. Saç rengimiz, burun şeklimiz, yüzümüzdeki çizgiler bile yeniydi sanki. İki insanın birbirine dokunmadan, konuşmadan, aralarında görünmez bir çizgiyle, nasıl yaşayabileceğini öğrendik. Sosyal hayat denen şey olmasa, evliliklerin nasıl bir cendereye dönüşebileceğini gördük.
Sonra bir gün “Allah alırsa el alır, yel alır, sel alır.” atasözü tecelli etmeye başladı. Virüsü yalnız bırakmama adına depremler üşüştü başımıza. Kendimizden geçip otomatiğe bağladık. Virüs geldi, eve kapandık, aklımızda makarna… Deprem oldu, sokağa çıktık aklımızda makarna… Hayatımız boyunca yemediğimiz kadar çok makarna yedik.
Virüs ve deprem kadar tehlikeli bir şey daha vardı ki, o da fazlasıyla can aldı: Kadına yönelik şiddet.
Dünya twitter üzerinden çok büyük bir kadın dayanışmasına şahit oldu. #MeeToo adlı bu hareketle pek çok kadın, yıllar süren suskunluğunu bozdu: “Uykuların kaçsın ben ne zaman ifşa edileceğim diye.” Kimimiz “Kadının beyanı esastır.” sözüne saygı duyup bu kadınları destekledik, kimimiz onlarca kadının ifadesine rağmen, tek bir sözüyle “eril fail”i akladık.
Ağaçlar yandı cayır cayır… Çığlık çığlığa… Binlerce hektar orman, içinde yaşayan onca canlıyla birlikte yok oldu. Yine umut olamadık. Can olamadık.
Altın, dolar, araba fiyatları ayuka çıktı. İnsanlar aç kaldı, işinden, gücünden oldu.
Okullar açılıp açılıp kapandı. Öyle çoktu ki çocuklarımız, sanal dersliklere sığmadı.
Velhasılı kelam, 2020’nin garip enerjisiyle, hop oturup hop kalktık.
Hani derler ya, yeni yıl nasıl başlarsa öyle gider diye… Dileğim o ki hepimiz için güzel başlasın. Hoşça kalın, umutla kalın, sağlıkla kalın. Ama en önemlisi yeni bir yıla başlamadan önce, saatin on ikiyi vurduğu an, vicdanınızla baş başa kalın.