Bizim kuşaktan olanlar hatırlar eskiden bir defter edinir bunu gazetelerden, dergilerden kestiğimiz fotoğraflarla donatır, ya da kartpostal yapıştırır ve bir anket /anı defteri oluştururduk. Ve ilk satırlarımız genelde bu güzel defterden bembeyaz bir sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim temennisi ile ya başlar ya bitirirdik. Yazarken bile yüzümü bir gülümseme kapladı. Şimdi böyle bir alışkanlık bildiğim kadarıyla yok. Bunun yerine sosyal medya hesaplarının altına samimiyetten ziyade takdir çok toplayacak cümleler (samimi diyemiyorum zira her gün ve günde bir den çok yazılınca samimiyetin yitirildiğini düşünüyor insan) sarf ediliyor.
O anket sorularının içinde olmazsa olmaz bir soru olurdu, “Issız bir adaya düşseniz yanınızda götürmek isteyeceğiniz üç kitap ne olurdu?” diye. Şimdilerde cep telefonlarından kafalar kalkmadığı için maalesef sadece böl, parçala kitap cümleleriyle okunmuş gibi davranmak moda. İnsanlar tüm felsefe kitaplarını okumuş, evdeki kitaplıkları şairlerin kitaplarıyla dolmuş da taşmış gibi şiirler paylaşıyorlar ha arada bunu oluşturup yayan kişilerin gafletine de uğruyorlar. Bu ne demek mi? Paylaşılan fotoğrafta yer alan dizelerin altında şairin ismi yer alıyor ama zavallı şair bu mısraları asla yazmamış oluyor.
Hayatımızın büyük bir çoğunluğunu çalışarak tüketiyor gibi görünsek de aslında sosyal medya dünyasında ya da medya dünyasında harcayıp gidiyoruz. İşin en ilginç yanı bunu entelektüeli de sanatçısı da bilim adamının da yapıyor olması. Bilinirlik, tanınırlık oranını arttırmak amacıyla bile olsa bu zamanın değerinin bilinmemesi anlamı da taşıyor.
Her birey bu tutum karşısında pazarlanması gereken bir materyale dönüşmüyor mu? Peki, bu tutum ya da alışkanlık insanoğlu için nasıl bir kazanç sağlıyor olabilir? Yani yüzlerce sanal arkadaş sizin için mutluluk ve üzüntünüze yazdığı mesajlarla eşlik etmesi gerçek bir insan elinin size dokunması etkisini sağlayabiliyor mu? Ya da böl, parçala okunan bir yazarın o cümlelerinin ya da mısralarının yer aldığı kitabını bütünüyle içinde kaybola kaybola okumanın siz de bırakacağı his kıyaslanabilir mi? Sizin için bu yazıyı hazırlarken kitap ve kitap okuma alışkanlığına ilişkin minik bir araştırma yapmış olsam da doğruluk payı sayfasında daha önce okumuş olduğum Kültür Bakanlığına ait çalışmaya atıfta bulunulmuş. Şöyle diyor; “Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2011 tarihli Türkiye Okuma Kültürü haritasına ait. Bu çalışmaya göre Türkiye’de kişi başına yıllık 7,2 kitap okunuyor. Günlük olarak kitap okuma aktivitesine ayrılan süre ise yaklaşık 7 dakika. Ancak bu sürenin günlük olarak yaklaşık 1 dakika olduğu yönünde bazı araştırma sonuçları da mevcut. Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin verilerine göre, Türkiye’de kişi başına 8,4 kitap düştüğü, TÜİK’in verilerine göre ise kitap okumanın Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer aldığı da belirtiliyor.”
Bu köşe yazısını okuyan sizler için bu rakamlar oldukça düşük ve inanılmaz gelecektir. Ancak rakamlar gerçekliğin aynası gibi ortada. Yıl 2020 ve daha ilk ayını yeni ortalamışken ve yeni yıla ilişkin kararlarımızı almış, uygulamaya niyetlenmişken kendimiz için en güzel dileklerimizin arasına yeni kitapları evimize ve yaşamımıza kazandırmak olsun. Hatta iş yerlerimizde, mahallelerimizde “Oku&Bırak” dolapları oluşturalım. Böylece paylaşmanın manevi hazzını da yaşamış ve yaşatmış da oluruz.
Issız ada sorumuza geri dönecek olursak,
“Okyanus da kayıp balık gibiyiz kardeşim,
Mercanlar ve kayalar arasına sinmiş
Kimsesiz ve sessiz…
Aralanan bir kitap sayfası sesinde
Yepyeni dünyalara “Merhaba” demeye aç.”
Bu yazı sonrasında siz değerli okurlarımın yeni bir kitabın hayatınıza dokunması dileklerimle, sevgiyle kalın.
Arzu Dinçer
18.01.2020